PfeT7WbK0y.jpg

Kelami mezheplerde tevhit

Peygamberlerin insanları Allah’ın varlığına kabul etmeye davetten sonra en önemli davetleri tevhide davet olmuştur. Tevhit meselesini teveccüh halkın seneviyet ve şirke girmesine engel olmakla beraber ilahî dinlerde değişmez bir ilkedir.

26 Şubat 2015 Perşembe

Bütün ilahî dinlerin en belirgin itikadi özelliği Allah'ın varlığına inanma meselesidir. Aslında bütün ilahî peygamberlerin getirdikleri ortak ilke ve dindar insan ile materyalist insan arasındaki en belirgin özellik Allah'ın varlığına inanmadır.

Allah'ın varlığına inanan kimseler tarafın Allah'ın varlığını ispatlayan birçok delil zikredilmiştir ki, bunlar kendi yerinde incelenmiştir.

Peygamberlerin insanları Allah'ın varlığına kabul etmeye davetten sonra en önemli davetleri tevhide davet olmuştur. Tevhit meselesini teveccüh halkın seneviyet ve şirke girmesine engel olmakla beraber ilahî dinlerde değişmez bir ilkedir. Bu yüzden bütün ilahî dinler tevhit üzerine bina edilmiş ve bütün peygamberler şirk ve inhiraftan kaçınmayı asıl hedefleri olarak belirlemişlerdir.

İslami mezhepler arasındaki vahdetin oluşmasının yollarından biri bütün İslami mezhepler arasındaki ortak ilkelere teveccühtür. Bu yüzden bu yazımızda kısaca İslami mezheplerin tevhit hakkındaki düşünceleri incelenecektir.

Mutezile'de Tevhit

Mutezile kelamî meselelerde tevhit ilkesine çok önem atfeden bir mezheptir. Bu mezhebin tabileri tevhit ilkesini mezheplerinin beş ilkesinden ilk ilke olarak belirlemişlerdir. Tevhidin yorumu konusunda daha çok sıfatta tevhit hususuna değinmişlerdir. Bu yüzden Mutezile'nin önde gelen âlimlerinden biri olan Kadı Abdulcebbar tevhidin açıklanması meselesinde sadece zâtta ve sıfatta tevhit olmak üzere tevhidin iki mertebesini ele almıştır. O bu hususta şunları söylemektedir: “Tevhit mütekellimlerin ıstılahında bizlerin Allah'ın tek oluşuna inanmamız ve O'na layık gördüğümüz sıfatları O'nun dışında başka kimse için kullanmamamızdır. (Şerh'ul-Usul-i Hamse, s. 80)

Mutezililer şunları söylüyorlardı: Allah ne cisimdir ne de arazdır. Bilakis töz ve ilintinin yaratıcısı olup beş organın hiçbiri ile algılanamadığı gibi dünya ve ahirette de görünmez. Allah mekâna sığmaz ve O'nun dışındaki her şey Mümkün el-Vücud, O ise Vacib el-Vücud'dur. O'nun vücudu kendisindendir ve O'nun dışındaki varlıkların vücudları da O'na bağlı vücudlardır. Mutezililer fiillerde tevhit meselesinde insanın fiillerinde zorunlu olduğu ve cebre gittiği için bazı Müslümanları eleştiriyorlardır. Bu yüzden bir tür tepki olan tefviz meselesini dillendiriyorlardı. Eşairiler Allah'ın iyi ve kötü bütün fiillerin faili olduğunu söylüyorlardı. Mutezililer ise fiilde tevhit babındaki bu gibi yorumları ilahî adalete ters biliyor ve insanın yaptığı fiillerinde özgür olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı. Fiillerinden dolayı Allah tarafından insana ödül ve cezanın verilmesini tevcih etmek için ilahî adaleti de mezhep ilkelerinden biri kıldılar. Zira eğer insanın yaptığı fiillerinden özgür olduğu kabul edilirse Allah tarafından ödül veya cezaya layık görülmesi ilahî adaletle daha rahat bir şekilde açıklanacaktı. Mutezile'ye göre adalet; Allah Teâlâ'nın şer ve fesadı sevmemesi ve kullarının fiillerini yaratmaması demekti. Bu düşünceye göre insanın kendisi bu fiilleri eyleme döktüğü için bunlardan sorumlu olan da yine insanın kendisidir. Nitekim ilahî emirler kulların menfaati ve ilahî yasaklar da kulların fesat ve kötü fiillerine engel olması içindir.

Allah kullarına kaldıramayacağı sorumlulukları yüklemez. Zira Kur'an-ı Kerim'de: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” diye buyurmaktadır. Keza o, hiçbir zaman adaletten uzaklaşmaz ve imkansız bir şeyi emretmez. Çünkü o, adildir ve eğer böyle bir şey yaparsa adalet dışı bir iş yapmıştır. (Muhammed Cevad Meşkur, s. 417 ve 418).

Eşaire Mezhebinde Tevhit

Diğer kelami mezhepler gibi Eşaire de tevhit hususunda zâtî tevhidi benimsemektedir ve Mutezile'nin aksine fiillerde tevhide çok önem vermektedir. Bilhassa zâtî ve ayni sıfatlar hususunda sıfatlarda tevhidi diğer mezheplerin kabul ettiği şekilde kabul etmez. Adliyenin (Mutezile ve İmamiye mezhepleri) haberi sıfatlar hususundaki tevillerine önem vermez ve bunu farklı şekillerde yorumlar.

Ehli Sünnet arasında kelam ilminin yayıcısı olan Ebul-Hasan Eşari, Mutezile'nin burhan ve cedel olan yöntemi karşısında Ehli Sünnet'in yolunu onaylayıp bunu takviye etti. Mutezile'nin aksine Kur'an'ın kadim olduğunu, ilahî zât ve sıfatların farklı olduğuna ve kıyamet gününde Allah'ın görüneceğine inandı.

O sözlerini dört erkân üzerine bina etti ve her erkanı da on ilke üzerine kurdu. Dördüncü erkan dışında üç erkan Allah Teâlâ'nın zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkındadır ki aşağıdaki şekilde bunu beyan etmiştir.

1- İlahî zât hususunda on ilke şunlardan ibarettir: Allah vardır, birdir, kadimdir, cevher değildir, cisim değildir, mekanı yoktur, görülmesi olasıdır ve her zaman bakidir.

2- İlahî sıfatlar hususunda on ilke şunlardan ibarettir: Allah Teâlâ Haydır, Alimdir, Kadirdir, İrade sahibidir, Semidir, Basirdir, Mütekellimdir, hadiselerin mahali değildir, kelamı kadimdir, ilim ve iradesi ezeli ve kadimdir.

3- İlahî fiiller hususunda on ilke şunlardan ibarettir: Allah Teâlâ kullarının fiillerinin yaratıcısıdır, kullarının fiillerinin kazanıcısı onların kendisidir, bu fiillerin sadır olmasını Allah Teâlâ istemiştir, Allah'ın yaratma ve icadı ihsandan ötürüdür, Allah için kaldırılmayacak sorumluluk yoktur. Allah Teâlâ günahsız kullarına azap edebilir, Allah Teâlâ kullarının maslahatlarına bağımlı değildir, farz şeriatın farz kıldığı şeylerdir, Allah Resulü (s.a.a) Allah'ın sabit mucizelerindendir. (a.g.e, s. 55 ve 56).

Eşari mütekellimlerinden biri olan Abdulkerim Şehristani Eşairiliğin tevhit hakkındaki düşüncelerini şu şekilde beyan etmektir: “Mezhebimize tabi olanlar şöyle demektedirler; kendi zâtında kısımlara ayrılmayan ve ortaklık kabul etmeyen şeye vahid denilmektedir. Bu yüzden Allah Teâlâ kendi zâtında Vahid ve Tektir. Hiç kimse Onun gibi değildir. O sıfatlarında Vahiddir. Hiç kimse O'na benzemez, O fiillerinde Vahiddir. Hiç kimse O'nun ortağı değildir.” (Nihayet'ul-İkdam, s. 90).

Sonraki dönem Eşairilerinden biri de bu bakış açısıyla tevhidi yorumlamış ve şöyle demiştir: “Tevhit; bizim, Allah Teâlâ'nın zâtında ve fiillerinde tek olduğuna ve ortağının olmadığına inanmamızdır.” (Muhammed Abduh, s. 62). 

“Allah her şeyin yaratıcısıdır” ayetine binaen bütün Müslümanlar yaratmada tevhide inanmaktadır. Ancak ayetin algı ve itlakı hususunda hemfikir değildirler. Eşaire yaratmada tevhit ilkesinin korunması ve sebep ile müsebbip düzeni için illet ve malul ilkesini inkâr edip insanın yaptığı fiillerin doğrudan Allah'ın fiilleri olduğuna inanmaktadırlar.

Eşairiliğin öncüsü Ebul-Hasan Eşari şöyle demektedir: “Allah'tan başka yaratıcı yoktur ve kulların işleri O'nun mahluklarıdır… kullar hiçbir şeyi yaratma kudretine sahip değillerdir ve Allah'ın kullarıdırlar.” (el-İbane an Usul'il-Diyane, s. 46).

Bu düşünceler Şii ve Mutezili alimler tarafından eleştirildi ve eğer insan fiillerinin faili olmazsa Allah tarafından alacağı ceza ve ödülün hiçbir anlamı yoktur. Keza Allah'ın adalet sıfatıyla da çelişmektedir.

Maturidiye Mezhebinde Tevhit

Tevhit ve bununla ilgili konuların Maturidilerin nezdinde özel bir önemi vardır. Ebu Mansur Maturidi'nin tefsir, kelam, usulu fıkıh ve diğer İslami ilimler alanında önemli eserleri vardır. Tevhit adında geniş ve kapsamlı bir eser de yazmıştır ki, bu eser kendisinden sonra öğrencileri ve Maturidi mezhebinin tabileri tarafından teveccühe mazhar olmuştur.

Maturidi bu eserinin başlangıcında iman ve akidede taklidin caiz olmamasına değinmiş ve ardında bilginin kaynaklarını ele almıştır. (el-Tevhid, s. 3-9)

Maturidi söz konusu bu kitabının bir faslını çağdaşı Mutezili mütekellim Ebul Kasım Kabi'nin Allah'ın sıfatlarını zâtî ve fiilî sıfatlar diye ikiye ayıran görüşünü eleştirmeye ayırmıştır. O bu fasılda fiilî sıfatların da zâtî sıfatlar gibi ezelî ve kadim olduğunu söylemektedir. Kitabının üç faslı Allah Teâlâ'nın isimleri ve sıfatları hakkında olmasına rağmen bu fasılların hiçbirinde sıfatların zât ile aynı olması veya zaid olması konusuna değinmemiştir. Tabiî Maturidiler arasında sıfatların zâta zaid olduğu düşüncesi yaygındır. Nitekim Akaid-u Nesefi kitabında bu konuya değinilmiştir.

Maturidi şunları söylemektedir: “Hakikatini bilmememize rağmen Allah Teâlâ'nın görüneceğine inanmak gerekli ve haktır.” (el-Tevhid, s. 77)

O her ne kadar Allah'ın görünmesi hususunda nakli delillere istinat etse de Allah nasıl görünecek sorusunun cevabında “Allah'ın görünmesinin keyfiyeti yoktur. Zira keyfiyet suret ve formu olan şeyler hakkındadır. Allah Teâlâ kalkma, oturma, birleşim, ayrışma, nur, zulmet ve akla gelebilecek veya aklın farz ettiği her türlü manadan ırak bir şekilde görünecektir” demektedir. (a.g.e, s. 85; Firak ve Mezahibe Kelami, s. 234–235)

Selefiye (Vahabilik) Mezhebinde Tevhit

Selefi iddiacılar yukarıda zikredilen iki grubun aksine ibadi tevhide özel bir önem vermektedirler. Hatta tevhidi ibadet olarak da yorumlamaktadırlar.

Muhammed bin Abdulvehhab tevhidin tanımı hakkında şöyle demektedir: “Tevhit; tek olan Allah'a ibadet edilmesidir.” (Keşfu'l-Şubehat, s. 3)

Bazen de uluhiyette tevhidi ibadette tevhit olarak yorumlamakta ve uluhiyette tevhidi şu şekilde ele almaktadırlar: “Sadece Allah'a ibadet edelim ve onun dışındakilere yüz çevirelim” (a.g.e). Keza şöyle demektedirler: “Uluhiyette tevhidin anlamı; sadece O'na ibadet etmektedir. Bu da Lailahelleallah'ın kendisidir. Yani Allah'tan başka bir ilah yoktur.” (İbni Baz, c. 1, s. 38)

Vahabilerin ibadette tevhit ve uluhiyette tevhit hususundaki kendilerine has yorumları asırlar boyunca Müslümanlar arasında yaygın olan ve fazilet sayılan amellerin zan altında bırakılmasına ve şirkle mahkum edilmesine neden oldu.

Vahabi müftülerinden biri şöyle demektedir: “Halkın Mısır'da İmam Hüseyin'in başının yanında yaptıkları veya bazı hacıların Allah Resulü'nün kabrinin yanında yaptıkları ameller Allah'tan başkasına ibadet sayılmaktadır.” (a.g.e, c. 2, s. 21)

Vahabilerin saydıkları tevhit çeşitlerinden biri de isim ve sıfatlarda tevhittir. Yani Allah Teâlâ'nın Kur'an'da zikredilen ve O'nun için ispatlanan isim ve sıfatları benimseyip O'nun selbettiği isim ve sıfatlardan O'nu selbedelim. (el-Asimin, s. 21)

Bu sözlerin zahirleri diğer mezhepler tarafından benimsenmektedir. Ancak aşağıdaki sözlerini benimsememiz mümkün değildir.

Seleflerin sıfatlar hakkındaki yöntemi tahrif ve tevile başvurmadan hakiki anlamlarıyla bunları Allah'a nispet vermeleriydi. (İbni Teymiye, c. 3, s. 6)

Kabul edilmeyecek en önemli sözleri haberî sıfatlar hakkındaki beyanlarıdır. İbni Teymiye şöyle demektedir: “Kur'an'da zikredilen el ve Allah'ın eli gibi kelimeleri tahrif edip tevil etmeden Allah'a nispet veririz.” (a.g.e, s. 8, 9, 17)

Bu düşünceye göre her yerde lafızları sözlük ve gerçek anlamlarıyla kullanmalıyız. Zira mecazi anlam aslın aksinedir. (Muhammed bin Salih el-Asimin, s. 11)

Allah Teâlâ hakkındaki bu düşüncenin gereksiniminin tecsim ve teşbih olduğu açıktır ki, maalesef hadis ehlinden bazıları ile Kerramiye, Müşebbehe… gibi fırkalar bu gibi akidevî inhiraflara duçar olmuşlardır. Nitekim kelamî mezheplerin ve Müslüman düşünürlerin çoğu bu düşünceden ırak olduklarını ifade etmişlerdir.

İmamiye Mezhebinde Tevhit

Bundan önce de belirttiğimiz gibi, tevhit bütün İslamî mezheplerin ortak ilkesidir. Konu hakkındaki farklı görüş ve algılar onların mezhebî görüşlerini yansıtmaktadır. Görünüşe göre görüşlerin doğruluğu aklî ve naklî delillerle mülahaza edilebilir.

On iki İmam Şiası tevhidin dinin ilkelerinden, adaletin de mezhebin ilkelerinden olduğuna inanmaktadır. Kelam kitaplarında (bilhassa Şeyh Saduk'un) tevhidin farklı mertebeleri dillendirilmiş ki, bunları özet bir şekilde aktaracağız.

1- Zâtî Tevhit: Bu tevhidin iki yorumu vardır:

a- Allah Teâlâ'nın zâtı birdir ve benzersizdir, O'nun benzeri tasavvur edilemez.

b- Allah Teâlâ'nın zâtı yalındır ve O'nda hiçbir terkip ve kesret yoktur.

Kur'an'daki Tevhit Sûresi Müslümanların tevhit hakkındaki akidelerini beyan etmekte ve her iki merhaleye işaret etmektedir. Ayetin birinci kısmı “Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir” ve ayetin ikinci kısmı “De ki: ‘O, Allah'tır, bir tektir.'” Bunu beyan etmiştir. 

2- Zâtî sıfatlarda tevhit: Allah Teâlâ bütün kemalî sıfatlara sahiptir ve akıl ile nakil de buna delalet etmektedir. Allah Teâlâ; Alimdir, Kadirdir, Haydır, Semidir, Basirdir… Bu sıfatlar kavramsal olarak birbirlerinden farklıdır. Ancak aynî gerçeklikte yani Allah Teâlâ'nın vücudunda birbirlerinden farklı olmayıp vahdete sahiptirler. Başka bir ifade ile Allah Teâlâ'nın zâtı yalın olmakla beraber bütün bu kemallere sahiptir. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın bu zâtî sıfatları kadim ve ezelî olmakla beraber zât ile aynıdır.

3- Yaratmada tevhit: Allah Teâlâ'dan başka yaratıcı yoktur ve varlık elbisesine bürünen her şey O'nun mahlukudur. Rad Sûresi 16. ve Gafir Sûresi 62. ayetlerinin tekidine ilave olarak akıl da yaratmada tevhidi dillendirmektedir. Zira Allah Teâlâ'nın dışındaki her şey muhtaç ve imkân sıfatına sahiptir. Bu sıfattan çıkıp varlık alemine ayak basması için Allah Teâlâ'dan vücud feyzini almak zorundadır.

Tabiî ki tevhitte yaratma varlık aleminde nedensellik ilkesinin inkârı anlamında değildir. Zira imkân sıfatına sahip olguların birbirlerin üzerindeki etkileri ilahî izne bağlıdır ve hem illet hem de malul ilahî iradenin mazharlarından sayılmaktadır.

4- Rububiyette tevhit ve alemin tedbiri: Rububî tevhidin iki alanı vardır:

A)- Tekvin-i tedbir.

B)- Teşri-i tedbir.

Tekvinî tedbirden kasıt; varlık aleminin yönetimidir. Yani alemin idaresi bir olan Allah'ın fiillerindendir.

Peygamberler tarihi; yaratmada tevhit meselesinin ümmetler arasında tartışmalara neden olmadığını ve şirk olmadığı zaman yaratmada tevhidin bir tür alemin yönetimi ve ibadetin de bununla irtibat halinde olduğunu bize göstermektedir. Hz. İbrahim dönemindeki müşrikler sadece bir yaratıcıya inanıyorlardı. Ancak yanlışlıkla yıldız, ay veya güneşin alemi idare ettiğini düşünüyorlardı. Hz. İbrahim'in bunlarla münazarası da bu minval üzereydi. (Enam, 76–78). Tabiî tedbirde tevhit; ilahî rububiyetin mazharlarından bir cilve olan Allah'ın izni ile sorumluluk üstlenen diğer tedbircilere inanmak arasında bir çelişki yoktur. Bu yüzden Kur'an'ı Kerim rububiyette tevhide tekit etmekle beraber başka müdebbirlerin varlıklarını da tasrih etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle demektedir: “فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا Nihayet işi çekip çevirenlere” (Naziat, 5).

Teşrii'de tedbirin de çok önemi vardır. Yani şeriatla ilgili her türlü konu (yönetim ve idare, kanun koyma, itaat ve şefaat ve günahların bağışlanması) O'nun iradesi altındadır. Hiç kimse O'nun izni olmadan bu gibi konularda tasarruf hakkında sahip olamaz. Bu yüzden hâkimiyette tevhit, teşriide tevhit, itaatte tevhit… Tedbirde tevhidin kollarından sayılmaktadır. Nitekim Nisa Sûresi'nin 66 ve 80. ayetleri, Maide Sûresi'nin 44. ayeti, Bakara Sûresi'nin 255. ayeti ve Enbiya Sûresi'nin 28. ayeti söz konusu bu kısımlara açıkça delalet etmektedir.

5- İbadette tevhit: Tevhidin bu kısmı da bütün ilahî dinler arasındaki ortak ilkedir. Peygamberlerin bi'setlerinin bir anlamı da bu ilkenin hatırlatılmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُوا اللّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُوا فِي الأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah'a kulluk edin, tâğûttan kaçının' diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.” (Nahl, 36)

Bütün Müslümanlar namazda tevhide ve ibadete şahadet eder ve “Ancak sana ibadet ederiz” derler. Tabiî ibadetin saygıdan farklı olduğunu hatırlatmamız gerekir. Dolayısıyla anne ve babaya saygı keza ilahî alimlere ve ariflere saygı ibadet sayılmamaktadır. Allah dışındakilerden nefyedilen ibadet; alemin veya insanların alın yazısının elinde olduğu varlık karşısında huzudur. Başka bir ifade ile Rab; insan ve alemin malikidir, ama eğer bir varlık karşısında o, Allah'ın salih kuludur veya fazilet ve keramet sahibidir diye huzu edilirse bu saygıdır ibadet değildir. Dolayısıyla Peygamberin doğum gününde veya bisetinde sevinmek muhabbetin göstergesidir ve asla bu onun rububiyetine inanmak anlamında değildir. (Cafer Subhani, el-İlahiyat, c. 1–2; Menşure Akaide İmamiye, s. 38–52)

Felsefe ve İrfanda Tevhit

İslam irfan ve felsefesinde geniş bir şekilde Allah meselesi ele alınmıştır. Bu iki ilim dalında tevhidi birbirinden ayrı olarak ele alabiliriz. Ancak yazımızın özet olması ve felsefe ile nazarî irfanın yakınlığından ötürü bu ikisini bir arada incelememizin bir zararı yoktur.

İrfan ve felsefede tevhit o mutlak vücuda hastır. Buna binaen Hallac-ı Mansur'un sözü tevhitte ilk adım ve fenâdır.

Hucvirî şöyle demektedir: “Tevhidin hakikati Allah'ın tek olduğuna hükmetmektir. Allah Teâlâ bir olduğu için zât ve sıfatlarında terkip ve parçalardan ıraktır. Keza bir olduğu için fiillerinde benzersiz ve ortaksızdır. Müvahitler O'nu bu sıfatlarla tanımaktadır ve ilim onları Allah'ın birliğine ve tevhide davet etmektedir.

Üç çeşit tevhit vardır; birincisi hakkın hak için olan ilmidir ki bu, O'nun birliğine olan ilmidir. İkincisi, hakkın hak için olan ilmidir ki bu, O'nun tevhide olan hükmüdür. Üçüncüsü ise halkın hak için olan tevhididir ki bu da insanların Allah'ın birliğine olan ilmidir. Dolayısıyla eğer kul Hakk'ı tanırsa O'nun vahdaniyetine hükmedebilir.” (Keşf'ul-Mahcup, s. 357)

Bazı arifler ve filozoflar tevhidin dört makamı olduğunu söylemişlerdir. Birincisi imanî tevhit, ikincisi ilmî tevhit, üçüncüsü halî tevhit, dördüncüsü ise ilahî tevhittir.

 

İzzeddin Rıza Nejad

Kaynak: taqrib

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar