fatima_zahra_by_mermojtaba-d4ujf8u.jpg

Hazret-i Fatıma (sa) tüm âlemleri Nübüvvet-i Mutlaka’ya ulaştıran halkadır

Hazret-i Zehra (sa) tüm âlemleri Nübüvvet-i Mutlaka’ya ulaştıran halkadır. Eğer bu nur olmasıydı Hazret-i Peygamber (saa) ve İmam Ali'ye (as) ulaşmanın bir yolu olmayacaktı. Bu hazretlere ulaşan herkes muhakkak Fatımî yoldan geçmek zorundadır.

3 Mart 2015 Salı

Giriş

Allah'ın Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O'nun mukaddes varlığıyla İslam ümmetine verdiği en büyük müjdelerden biri hiç şüphesiz Kadir Gecesi'dir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

Biz, o (Kur'ân)ı Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Kadir: 1-2)

Bu sûre Kadir Gecesi hakkındadır, Kur'ân hakkında değildir. Zira Kur'ân üzerinde durmadan, çabucak konuyu tekrar Kadir Gecesi'ne getirmektedir:

Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.” (Kadir: 3-5)

Kadir Gecesi Geçmiş Ümmetlerin Uzun Ömürlerine Karşılık İlahî Bir Hediyedir

Bu mübarek sûrede Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ümmeti için büyük bir müjde vardır.  Buna göre, geçmiş ümmetlerin uzun zaman diliminde ulaştıkları mertebelere Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefaatiyle bu ümmet kısacık bir gecede ulaşabilmektedir. Rivayetlerin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla geçmiş ümmetlerde Kadir Gecesi bulunmamaktaydı. Ancak Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefaati, ümmetinin manevi yolu kısa bir süre içerisinde kat etmesine sebep olmuştur.

Rivayette bildirildiğine göre, bu dünyada yaşamanın kıymeti olmadığından Peygamber-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ümmeti de burada az bir müddet hayat sürmektedir. “Hatırlayıp kendine gelecek kimsenin hatırlayıp kendine gelebileceği kadar bir ömür vermedik mi size?” (Fâtır: 37). Bu ayette işaret edilen husus, hakikatte insana rüşde ulaşabileceği bir hayat müddetinin kendisine verildiğidir.

Merhum Feyz'in Şerîf-i Sâfi adlı kitabında naklettiği bir rivayete göre, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mukaddes varlığı huzurunda geçmiş ümmetler hakkında konuşulmaktaydı. Bu sırada İsrailoğullarından Allah yolunda bin yıl kılıç sallamış ve Allah yolunda bin yıllık bu cihattan ne şekilde ilahî bereketleri elde etmiş birinin adı zikredildi.  Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz cihat, cennet kapılarından bir kapıdır; Allah bu kapıyı özel kullarına açar” (Nehcü'l-Belâğa, Cihadın Fazileti, 27. hutbe). Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir insanın Allah yolunda bin yıl meydanlarda savaşmasına hayret etmiş ve Allah'a şöyle yalvarmıştır: “Ey Allah'ım! Geçmiş ümmetlere bu tür hayırları kazanabilecekleri uzun ömür bahşettin. Buna mukabil olabilecek bir şey olarak benim ümmetime ne bahşettin?” Bunun üzerine Yüce Allah Kadir Sûresi'ni Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e indirdi. Bunu anlamıydı şuydu: “Biz senin mübarek varlığın sebebiyle ümmetine Kadir Gecesi'ni bahşettik. Bu gece sayesinde bu hayırlara ulaşabilmek için uzun zaman yaşamaya ve dünyada beklemeye gerek kalmamaktadır.” Başka bir deyişle, Hazretin gelişiyle yol çok kısaldı; bunun idrakiyle tüm o uzun yol bu gecede kat edilebilecek hale geldi.

Kadir Gecesi Nebiyy-i Ekrem (s.a.a.)'e Hidayet ve Velayeti Dolayısıyla Verilmiş Özel Bir Hediyedir

Bu bağlamda işaret edilmesi gereken önemli bir diğer nükte de Ehl-i Beyt  (aleyhimusselam)'ın bazı rivayetlerden anlaşılabilmektedir. Buna göre, Kadir Gecesi Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'e risaleti yerine getirmesi dolayısıyla özel olarak verilmiştir. Çünkü Hazretin kendi hedeflerine ulaşması için verilmiştir ki, bu hedefler tüm âlemin Allah'a yöneltilmesi ve tüm enbiya ve evliyanın şefaatidir. Peygamberin risaleti herkesin mürşididir; Allah'a ulaşan herkes Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mutlak nübüvveti vasıtasıyla bunu gerçekleştirebilmektedir. Öyle ki, rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, kendinden önceki enbiyanın nübüvveti dahi O'nun nübüvvetinin bir dalı ve nuraniyyetinin bir parçasıdır.

Tüm bu hidayet çeşitleri Hazrete rücu etmektedir. İşaret ettiğimiz gibi, risaletin bu hedefine ulaşılması ve engellerin kaldırılması için Hazrete Kadir Gecesi bahşedilmiştir. Şerîf-i Sâfi kitabında şöyle nakledilmiştir: Bir gün Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) rüyasında Ümeyyeoğullarının kendi minberi üzerine çıkıp insanları yeni bir cahiliyete düşürdüklerini ve İslam'dan geriye döndürdüklerini gördü. Hazretin rüyaları vahiy mesabesinde olduğundan uyandığında bu durumdan çok endişelendi ve üzüldü. Bu esnada Hz. Cebrail (aleyhisselam) gelip “Ya Resulullah! Neden üzgünsün?” diye sordu. Hazret de gördüğü rüyadan onu haberdar etti. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselam) durumdan haberi olmadığını bildirerek Allah'tan haber almaya gitti. Bir müddet sonra Cebrail (aleyhisselam) Kadir Sûresi'nin yanı sıra Kur'ân'ın başka sûrelerinden ayetlerle döndü. Bu, Kadir Sûresi'nin iniş nedenleri arasında zikredilen olaylardan biridir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bizlerin, Ümeyyeoğullarına senin makamına oturup halife olacakları bin aylık bir saltanat vereceğimiz doğrudur. Ama sen üzülme! Sana verdiğimiz tüm bunlardan daha değerlidir. Zira sen insanları Allah'a davet etmektesin. Ama olaylar öyle bir yere varacak ki, insanlar dünyaya meyledecek biz de onlara mühlet vereceğiz. Biz sana öyle bir şey verdik ki, son bulacak bu yönetimlerin elde ettikleri şeyler onunla kıyas edildiğinde, onu fazlasıyla telafi edecek hükmündedir. Bu sana öyle bir vergimizdir ki “bin aydan daha hayırlıdır.” Yani bin ay hüküm sürecek Ümeyyeoğulları hakimiyetinden daha hayırlıdır.

Hazret-i Zehra Selamullâhi Aleyhâ Kadir Gecesinin Hakikatidir

Bihâru'l-Envâr'da Tesîru'l-Fırât adlı eserden şu şekilde bir nakil bulunmaktadır: İmam Sadık aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Gece Fatıma'dır ve Kadir de Allah” (Bihâru'l-Envâr, C. 43, s. 19). Bu şu anlama gelmektedir; Kadir Gecesi Hazret-i Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın mukaddes varlığı, anlamına gelmektedir. İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Kim Fatıma'yı hakkıyla tanırsa, Kadir Gecesi'ni de hakkıyla idrak etmiş olur.” Anlaşılacağı üzere burada tanınmasın gerekliliğine işaret dilen Hazret-i Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın nuraniyet makamıdır. Bu tanıma elbette sıradan bir marifet değildir; Kadir Gecesi'nin bu marifet hakikatini keşfetmek, Yüce Allah'ın velayet makamına ve O'nun evliyasının marifetine yol bulmaktan geçer. Nitekim bu marifet marifetullahın bizatihi kendisidir: “Benim marifetim, Allah azze ve cellenin nuranî marifetiyle (mümkündür); ve Allah azze ve cellenin marifeti benim nuranî marifetimle(mümkündür)” (Bihâru'l-Envâr, C. 26, s. 1). Bir kimse Hazret-i Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın nuraniyet makamına yol bulabilirse, Hazretin nuraniyeti de onun kalbine tecelli eder ki bu da Kadir Gecesi'ne mukabil olmaktadır. Dolayısıyla tün marifetullaha ulaşan tüm meşakkatli ve uzun yollar Hazret-i Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın marifetine bağlanmaktadır. Bundan hedef de ubudiyet ve Allaha yakınlaşmadan başka bir şeyi de içermemektedir: “Ben insan ve cinleri sadece bana ubudiyette bulunsunlar diye yarattım” (Zâriyât: 56). Bir rivayette şöyle buyrulmuştur: “Şanı yüce Allah insanları kendisini tanımalarından başka bir şey için yaratmamıştır” (İleluş-Şerâyi‘, C. 1, s. 9 ). Bu marifet, hüccet/delil ve akıl yürütme yollarıyla gerçekleşecek bir marifet değildir. Zira tarih sahifeleri arasında kalmış firavunlar ve diğer düşmanlar için de hüccet tamamlanmıştır. Bununla birlikte bunların marifetullaha ulaşmadıkları da malumdur. Gerçek marifet marifetullahtır. Başka bir deyişle, O'nun nuraniyet makamının tanınmasıdır. Dolayısıyla tüm ömür boyunca bu marifete ulaştıracak yolun bulunması gerekmektedir ki bu da ancak Masum İmamların selamullhai aleyhim ve Hazreti Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın nuraniyetinin marifetiyle mümkündür. Nurun bu şekildeki tecellisi Allah azze ve cellenin marifetine âlemde yol açmakta ve Allah'ın bu nurlarının marifetini kolaylaştırmaktadır.

Hazret-i Zehra Selamullâhi Aleyhânın İmtihanları Münafıkların Ortaya Çıkması İçindir

 Sıddıka-yı Tâhire Hazret-i Fatıma Zehra (selamullâhi aleyhâ)'nın bâtıl karşısında gösterdiği mukavemet ümmetin nurâniyet ve marifet makamına ulaşması için bu yolu oldukça kısaltmıştır. Öyle ki, eğer Hazret-i Peygamber sallallâhu aleyhi ve âlihin risaleti yerine getirmesi ardından tüm zulüm ve fitne karanlığına karşı duran Fatıma Zehra selamullâhi aleyhâ idi. “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. (Rabbin bunu dilemedi ki) ahirete inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) meyletsin, ondan hoşlansın ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler.” (En‘âm: 112-113).

Allah her peygamberin karşısında bir düşman kararlaştırmıştır. Bu düşman sadece rakip olmakla kalmamıştır. Bu nedenle Hazret-i Peygamber  (sallallâhu aleyhi ve âlih)'in mukaddes varlığı karşısında şeytanlık ve yoldan saptırıcılıklarını yapmaktadırlar. Bunlar tüm şeytanların başı ve mihveridir. Rivayetlerimizde diğer bazı peygamberlerin düşmanlarının isimlerinin zikredildiği gibi Hazreti Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlihin bazı düşmanlarının adları zikredilmiştir.

Bunların oluşturdukları devletler de yoldan çıkarıcı olmuştur. Öyle ki Kur'ân-ı Kerîm ve rivayetlerdeki bazı tabirleri bu karanlık dönemlere işaret etmektedir. Örneğin; “Ve (andolsun) güneşi sarıp örttüğü zaman geceye.” (Şems: 4) ayeti, bu zalim devletlere işaret ettiği şeklinde yorumlanmıştır. (Bihâru'l-Envâr, C. 24, s. 67). İşte bu bâtıl güçlerle Hazreti Fatıma Zehra selamullâhi aleyhân mücadele ederek batıl tarafın ortaya çıkmasını sağlamış ve ümmetin hak yolu bulmasına vesile olarak Hakk'a giden yolun Kadir Gecesi olarak, mesafenin kısalmasını sağlamıştır.

Hazret-i Ali aleyhisselam  Hazret-i Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlihin vefatından sonra yanındaki çok az dostuyla sabırla memur edilmişti. Zira onların karşı çıkması bir fayda sağlamayacaktı. Bu nedenle Hazret-i Zehra selamullâhi aleyhânın duruşu –Hazret-i Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlihin vefatından sonra onun da vefatıyla çok kısa sürmesine rağmen- tarihi hakikatleri ortaya koymakta ve açıklığa kavuşturmaktadır. Bu nedenle Hazreti Zehra selamullâhi aleyhânın, yetmiş veya doksan beş günlük bu mücadelesi, tarihî batıl cephesinin önüne set çekerek engellemiştir. Bu şekilde Allah'ın hükmü karşısında boy gösteren şeytanın ve tuğyân tarafının emelleri de boşa gitmiştir. Hazret-i Zehra selamullâhi aleyhânın bu eylemi âlemi öylesine nurlandırmıştır ki tüm müminler bu nur sayesinde Hazret-i Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlihe ulaşabilmektedirler.

Eğer bu nur olmasıydı Hazret-i Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlih ve İmam Ali aleyhisselama ulaşmanın bir yolu olmayacaktı. Bu hazretlere ulaşan herkes muhakkak Fatımî yoldan geçmek zorundadır. Bu nedenle Hazret-i Fatıma selamullâhi aleyhânın yetmiş veya doksan beş günlük bu mücadelesini gözlerini kapayarak görmezlikten gelenler ilk olarak İmam Ali aleyhisselamdan, ikinci mertebede de Hazret-i Resulullah  sallallâhu aleyhi ve âlihten ve son olarak da Yüce Allah'tan ayrı düşmektedirler. Hiç şüphesiz, şeytan dostlarının bu âlemde meydana getirdiği karanlıkta yol bulabilmenin tek yolu Hazret-i Fatıma selamullâhi aleyhânın yakmış olduğu kandilin aydınlattığı yoldur. On iki Masum İmam da –Allah'ın selamı üzerlerine olsun- bu mukaddes nurun birer cilveleridir.

Hazret-i Fatıma selamullâhi aleyhânın babası Hazreti Peygamber  sallallâhu aleyhi ve âlihin vefatından sonra okuduğu bir hutbesi bulunmaktadır. Bu hutbe Hazretin babasının vefatından sonra vuku bulan olaylar hakkındaki görüşlerini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda şu ayeti hatırlamakta yerinde olacaktır: “Allah bir kişi için içerisinde iki kalp yaratmamıştır” (Ahzâb: 4). Dolayısıyla hem Ehl-i Beyt aleyhimusselam ve hem de onların düşmanlarının muhabbetini aynı kalpte taşıma iddiası boştur; bâtıl bir vehimden ibarettir. Hazret-i Zehra selamullâhi aleyhânın çektiklerini görmezlikten gelenler, dinin hakikatinin Allah'ın velayeti olduğunu ve bunun da Allah'ın velisi tarafından dünyada sürdürüleceğini de görmezden gelmiş kimseler olmaktadırlar. “Allah'ın kitabı bizlere yeterlidir” diyenler şu hadisteki buyruğu çiğnemiş olmaktadır: “Ben sizlere iki ağır emanet bırakıyorum. Bu iki ağır emanete sımsıkı yapıştığınız müddetçe benden sonra asla delalete düşmeyeceksiniz. Allah'ın Kitabı ve benim itretim Ehl-i Beyt'im olan bu iki emanet Kevser havuzuna gelene dek birbirinden ayrılmayacaktır.” (Bihâru'l-Envâr, C. 2, s. 81)  Yani İslam dini İnsan-ı kâmil olan veli ile tamamlanmaktadır. Dinin bâtını bu veliyullahın velayetinden başka bir şey değildir; ve tevhidin hakikati de onun tevellâ ve teberrâsıyla hasıl olmaktadır.

Hazret-i Zehra selamullâhi aleyhâ hücceti tam anlamıyla tamamlamıştır. Hakkını arama, direnme, hutbe okuma, genç yaştaki vefatı ve  mübarek kabrinin gizlenmesi hadiselerinin her biri bu hüccetin tamamlanması için gerçekleşmiştir. Nitekim genç yaştaki vefatı bile alelade bir ölüm değildir; kendi duasıyla gerçekleşmiştir. Usûlu Kâfî adlı hadis külliyatında geçtiğine göre Masumlar, ölüm tarzlarını kendileri seçmektedirler.

Gözlerini bu hidayet çırağına kapayanların dinin bâtını olan velayetten yüz çevirmeleri gayet doğaldır. Bu aynı zamanda Allah'tan ve Peygamberden ayrılık anlamına da gelmektedir ki bunlardan ayrılarak teşkil edilen bir dinin sıhhati hakkında düşünmek gerekmektedir. Bu duruma şu hadis işaret etmektedir: “İnsanlar dünyanın kullarıdır; din ise sadece dillerindedir” (Bihâru'l-Envâr, C. 44, s. 31).  Bu bağlamda insanlar tarafından oluşturulan bir dinde Allah'ın ve Resulü sallallâhu aleyhi ve âlihin adıyla İmam Hüseyin aleyhisselam şehid edilmekte ve bu katliam kutlanmaktadır. Bu nasıl bir dindir? Bu tür bir dindarlık küfürden yüz kat daha kötüdür ve Sıddıka-yı Kübra Fatıma selamullâhi aleyhânın hakikatine göz kapamaktan kaynaklanmaktadır. Zira Hazret-i Zehra selamullâhi aleyhâ tüm âlemleri Nübüvvet-i Mutlaka'ya ulaştıran halkadır. Bu nedenle Resulullah sallallâhu aleyhi ve âlihe ulaştırma vazifesi gören  O'nun mübarek varlığının, Kadir Gecesi'nin manası olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.

 

Hüccetü'l-İslâm ve'l-Müslimîn Mîr Bâkırî

Çev. Hasan Hüseyin Güneş

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar