13940406000464_PhotoL.jpg

"Şehid Behişti İlahî Esma’nın mazharıydı"

Allah’ın (c.c.) isimleri mevzuunda isimlerden bazıları “Muhit”tir, yani diğer isimleri de kapsama özelliğine sahiptir. Diğer bazıları da “Muhat’tır yani öteki isimlerin altında söz konusu edilmektedirler. Benim işte, Şehid Beheşti ile ilgili düşüncem, onun Allah’ın Muhit özelliğinin, kapsayıcı özelliğe sahip isimlerinin mazharı oluşudur.

28 Haziran 2015 Pazar

Dr. Muhammed Hüseyin Recebi'nin “Din ve Daneş” okulundaki konuşması:

 

Bismillahirrahmanirrahim

Toplantımızın konusu talim ve terbiyedir ve ben bugün bu alanda çok büyük hizmetleri olan, büyük bir eğitmen muallim olan bir şahsiyet hakkında konuşmak istiyorum. Hakkında açıklamalarda bulunmak istediğim bu şahsiyet Şehid Ayetullah Beheşti'dir.

Rahmetli Şehid Beheşti, genellikle çok az kimsede bulunan bir takım önemli ve kendine özgü özelliklere sahipti. İrfan'da, insanların genellikle Allah Teala'nın (c.c.) isimlerinden her hangi birinin mazharı, tecellisi olabileceğine dair bir bahis var, şirret insanların da Allah'ın kahır ve gazab özelliğini yansıtan isimlerinin tecellisi olduğu söyleniyor. Allah'ın (c.c.) söz konusu edilen isimleri mevzuunda isimlerden bazıları “Muhit”tir, yani diğer isimleri de kapsama özelliğine sahiptir. Diğer bazıları da “Muhat'tır yani öteki isimlerin altında söz konusu edilmektedirler. Benim işte Şehid Beheşti ile ilgili düşüncem, onun Allah'ın Muhit özelliğinin, kapsayıcı özelliğe sahip isimlerinin mazharı oluşudur.

Toplumumuzda ne yazık ki İslam İnkılâbı'nın ilk günlerinden beri bir takım ayrışmalar var ola gelmiştir. Hatta İnkılâp'tan önce de bu durum söz konusuydu ve ben İslam inkılâbı'ndan önce tutuklanarak hapse atıldığımda bu ayrışımın orada da var olduğunu üzülerek müşahede etmişimdir. Dindarlarla dine bağlı olmayanlar arasında, sağcılarla solcular veya dine bağlı olmayanların kendi aralarında bu ihtilaflar hep var olmuştur. Kanaatimce bu yanlış bir kültürdü ve ne yazık ki, topluma sıçramış ve toplum içinde gruplaşmalara, kutuplaşmalara yol açmıştı. Bu gruplaşmalar daha sonra farklı teşkilatlanmaları beraberinde getirdi. Tüm bun ihtilafların perde altında yatan acı hakikat, bizlerin bir ümmet olarak ortaya çıkmamızın ve “tevhidî bir toplum” olmamızın engellenmesiydi. Ancak Şehid Beheşti her zaman tüm çalışma ve girişimlerinde hep kapsayıcı, birleştirici bir rol ifa etmeye çalışmıştır. Örneğin, İslam Cumhuriyeti'ne karşı silahlı mücadele sürdürülmesi gerektiğini savunan “Halkın Fedaileri Gerillaları” grubu veya komünist “Tudeh” grubunu sürekli tartışmaya davet ederek, onların yanlış yolda olduklarını, sorunlarını tartışma ve beyan özgürlüğü ile gündeme getirmeye davet ediyordu. Sonunda da bunları tartışma masası başında bir araya topladı, ancak onlar sadece bir toplantıya tahammül edebildiler ve ardından bu gruptan iki ayrı grup çıktı, “çoğunluk fedailer” ve “azınlık Fedailer” grupları. “Ekseriyet” veya çoğunluk İslam Cumhuriyeti ile işbirliği yapılması gerektiğini savunurken, azınlıkta kalan Agalliyet grubu buna karşı çıkmış ve İslam Cumhuriyeti'ne karşı silahlı mücadele sürdürülmesi gerektiğini savunmuştur.

Büyük bir hüner ve yetenek lazım ki, insan hatta kendi düşmanı ve muhalifini bile böylesine cezbetsin, etki altında bıraksın. Yani komünist olan ve İslam Nizamına karşı silahlı eylem başlatılması gerektiğini savunan grup, Şehid Beheşti ile tartışma toplantısı düzenledikten sonra ihtilafa düşüyor ve grubun çoğunluğu Şehid Beheşti'nin mantığı karşısında teslim olarak silahlı mücadeleden vazgeçmeyi kabul ederken, sadece azınlık bir grup, muhalefetini sürdürmeye devam etmiştir. Öyle ki, Şehid Beheşti'nin şehadeti sonrası ortaya çıkan durum neticesinde artık çoğunluk ve azınlık grupları arasında bir fark da kalmadı. Bununla birlikte bu ayrım bugüne kadar süre gelmiştir.

Şehid Beheşti'nin çok ilginç ahlakî tavsiye ve nasihatleri vardı. Diyordu ki, bir adamın varlığının olumsuzluklarla dolu olduğunu gördüğünüzde onun hakkında hemen karar vermeyin yine de sabırla yaklaşın ve o şahsın vücudunda müspet olabilecek, olumlu yönlerin varlığını da ortaya çıkarıp çıkaramayacağınıza bakın. Eğer onda olumlu yönler bulacak olursanız işte bu olumlu yönü ele alarak o adama yakınlaşmaya çalışın, onu takdir edin, güzelliğini ön plana çıkarın, emin olunuz ki insan vücudundaki gizli kalmış o müspet, olumlu yönü gelişir ve sonunda onun varlığındaki tüm olumsuz yönleri alt eder. İşte Şehid Beheşti bunun sabır ve metanetle elde edilebileceğini belirtiyordu.

Bizzat kendisi bunu defalarca başardığını belirtmekte ve menfi sıfatlara sahip talebelerinin müspet yönlerini bularak ön plana çıkarmak suretiyle zaman içinde onların çok çalışkan, başarılı ve yararlı kimseler olmasını sağladığını belirtmekteydi.

Ben şahsen Ayetullah Beheşti'nin bir talebesi olmaktan ve onun terbiyesiyle yetişmekten onur duymaktayım. Özellikle rahmetli babamın Şehid Beheşti'ye özel bir ilgi ve sempatisi vardı. Ve onun şehadetini, İslam ve nizam için büyük bir kayıp bilmekteydi. Şehid Beheşti, tüm muhalefet ve baskılara rağmen din talebelerinin de modern dersler okumaları gerektiğini savunarak eğitim çalışmalarını bu yönde de geliştirdi ve yönetmenliğini yaptığı okullarda din talebelerine de fizik ve kimya gibi derslerden de bilgiler sundu. Ayetullah Beheşti gerek gençlik döneminde olsun ve gerekse hayatının son dönemlerinde her zaman dinamik ve enerjik bir kariyere sahipti ve kişiliğinde hiçbir şey değişmemişti. Hep aynı değerleri savunmuştur. İslam İnkılâbı'ndan sonra rahmetli İmam Humeyni'den sonra ülkenin ikinci şahsiyet makamındaki tutum, davranış ve kişiliğini bizzat ben şahsen Kum'da bu okulda eğitmenlik yaptığı, ders verdiği dönemdeki kişilik ve davranışı ile aynı olarak biliyorum. Oldukça mütevazı bir şahsiyete sahip olmakla birlikte özel bir görkemliğe sahipti. Biz onun talebeleri olarak hatta yol yürüyüşündeki alçak gönüllüğünden bile gerekli dersi alıyorduk. Konuşması, dinlemesi, başkalarına saygılı olması da bize başka bir ibret ve dest örneğiydi. Birisiyle konuştuğunda karşı tarafın kim olmasına bakmaksızın konuşmasını sonuna kadar tevazu ve sabır içinde pür dikkat dinlemekte ve onun konuşmasının sonuna kadar sessiz kalmaktaydı. Ve bunu da Kur'an-ı Kerim'de Allah Teala'nın “Ve İsmeu” yani “duyunuz/dinleyiniz” düsturuna uygun olarak yerine getiriyordu. Bugün bizlerin önemli bir sorunumuz karşı tarafın söylediklerini duymak, dinlemek istememizdir. Hep konuşan taraf olmak istiyor ve karşı tarafın sözlerini pek dikkate almıyoruz. Daha doğrusu karşımızdakinin ne demek istediğini idrak etmeye gibi bir eğilimimiz yoktur. Ancak Şehid Beheşti, tüm bilgisine, üstün şahsiyetine rağmen her zaman karşısındakini dikkatlice dinlemekte, ne demek istediğini tamamıyla kavramaya çalışmakta ve ondan sonra gerekli sonuca varmaktaydı. Bazen karşısındakilerin mantık ve sözlerini çok rahat bir şekilde kabul etmekte ve onların haklı olduğunu söylemekteydi. Bu özellik insanın cesaretli olmasını gerektirdiği gibi aynı zamanda insanın kendi nefsinin arzularına teslim olmadığını göstermektedir. Bu aslında Müslüman bir kimsenin başlıca özelliklerinden biridir ve asla haktan kopmamakta.

Ayetullah Beheşti şehid olduğu zaman rahmetli babam çok üzülmüştü. Üzüntüsü o kadar fazlaydı ki, ben burada sözcüklerle onu beyan edemem. Şehid Beheşti'nin şehadetine neden olan 7 Tir Faciası vuku bulduğunda ben yolculuktaydım. Eve döndüğümde bizim evin de birçok ev gibi tam bir matem ve yas evine bürünmüş olduğunu gördüm. Ayetullah Şubeyri Zencani'yi öğleden sonra bize davet etmekte ve bu toplantıların birinde ben konuklara çay ikram ettiğim sırada Ayetullah Şubeyri Zencani'nin Ayetullah Beheşti'yle ilgili bir anısını anlatmakta olduğunu gördüm.

Ayetullah Şubeyri Zencani diyordu ki “Günün birinde rahmetli Ayetullah Damad'ın huzurunda özel bir toplantımız vardı. Toplantıya katılanlar fazlaca değildi, yakın arkadaşlardan ibaret bildiğiniz şu beş altı kişiydi: Ayetullah Muntaziri, Şeyh Murtaza Hairi, Şehid Mutahhari, Şehid Beheşti ve bendim…”

Ayetullah Şubeyri Zencani anlatıyordu ki, “başka yerlerde gündeme getiremediğimiz fıkhî meseleleri o toplantıda gündeme getirerek üzerinde tartışma ve fikir teatisinde bulunuyorduk. O toplantıların birinde Ayetullah Damad'dan bu toplantıya katılanlar içerisinde idrak açısından idrak ve anlayış kabiliyeti ötekilerine göre en fazla kimin yüksek olduğu soruldu. Bu soru üzerine Ayetullah Damad Şehid Beheşti'yi göstererek, Beheşti'nin idrak ve anlayış kabiliyetinin daha fazla olduğunu, meseleleri anlamada daha önde olduğunu belirtti. Bu ise her kesin hayretine sebep olmuştu. Çünkü o toplantıda Ayetullah Hairi, Ayetullah Muntaziri ve Ayetullah Mutahhari gibi büyük insanların olmasına rağmen Ayetullah Damad'ın bizzat Şehid Beheşti'yi göstermesi dikkatleri çekmişti.”

Bu da gösteriyor ki, Ayetullah Beheşti ahlakı ve şahsiyeti ile kendine özgü üstün bir özelliğe sahip olmanın yanı sıra aynı zamanda fıkıh alanında da kendi arkadaşlarından bir adım öndeydi. Ayetullah Beheşti'yi sadece başarılı bir müdür olarak göstermek onun hakkını çiğnemek demektir, ne yazık ki ömür onun eserlerinden yararlanma fırsatını bizlere vermedi. Kesinlikle başkalarına iyi görünmek amacıyla Allah rızasının dışında bir işte bulunduğunu ben ondan görmemişim. Uykusu ve uyanıklığı bir ibadetti, yaşamı Allah için olduğu için de yaşamındaki tüm davranışları, düşünceleri, sözleri ve yol yordamı da Allah içindi.

Burada onun kendi yaşamındaki düzeni, inzibatıyla ilgili ilginç bir hatıramı anlatmak istiyorum:

“Öğrenciydik ve Şehid Ayetullah Beheşti buradan Tahran'a sürgün edildi. Artık onu göremez olmuştuk, sadece bazen Kum'a geldiği zaman o da yol da karşılaştığımızda onu görebiliyorduk. Üniversiteyi kazanıp ders için Tahran'a geldiğimiz zaman, ikinci İslami Derneği kurduğumuzda onun huzuruna çıktık ve Edebiyat Üniversitesi öğrencileri İslam Derneği oturumunda konuşma yapması için kendisini davet ettik. Ayetullah Beheşti programlarını gözden geçirdikten sonra 40 gün sonra saat 6'da kendisini telefonla aramamızı söyledi! Biz hayret etmiştik. Niçin o da başkaları gibi hemen kabul etmedi veya bugün gidip yarın gelmemizi bizden istemedi. 40 gün sonra hem de tam saat altıda kendisini telefonla aramamızı istedi. Kendi kendime bunun işi başından atmanın bir yolu olabileceğini düşündüm. Bir iki hafta geçtikten sonra kendisini aradım. Telefonu bizzat kendisi kaldırmıştı. Aynı konuyla ilgili olarak kendisini aradığımı söyledim. Size söylediğim 40 günlük süreden daha 20 küsur günün kaldığını söyledi. Ben tekrar bir iki hafta aradan sonra kendisini aradım. Birkaç gün sonra tekrar kendisini aramam gerektiğini kastetmiş olabileceğini düşündüm. Tekrar sözünü ettiği süreden sekiz günün kaldığını ve saat 6'da aramamızı istedi. Sözünü ettiğimiz gün sabah saat altı kış ayları olduğu için hava henüz karanlıktı, bu saatte aramanın iyi olmayabileceğini düşünerek biraz gecikmeyle aradım. Bu kez de telefonu bizzat kendisi kaldırdığında daha ben kendimi tanıtmadan, selam verdikten sonra ‘Recebi bey' dedi “Ben şu anda tam yarım satir senin telefonunu bekliyorum…'”

Şehidin oğulları da şu anda bu toplantıdadırlar. Şehid Beheşti'nin hatta evde dahi böyle bir düzen ve inzibata sahip olduğunu ve tüm işlerini belli bir program çerçevesinde yaptığını belirtmekteler. Bununla birlikte her zaman kendinde özel bir huzur, sükûnet ve rahatlığa sahipti. Tüm çalışmalarını özel bir irade ve huzur içinde yapıyor, asla aceleye kapılmıyor ve kontrolü elden bırakmıyordu. Bu psikolojik açıdan kendi nefsine olan güveninin çok fazla olması şeklinde niteleniyor ama benim kanaatimce mesele bunun çok üstündedir, insan kendine egemen olamadığı sürece başkalarını manevî ve fikrî açıdan da kontrol altına alamaz. Nitekim Ayetullah Beheşti kendi nefsine egemen olduğu ve kontrol altına aldığı için bulunduğu ortamlarda başkaları üzerinde bir nevi ihata ve kontrole sahipti.

Ben burada Şehid Beheşti'nin üstün şahsiyetiyle ilgili bir başka anımı daha anlatmak istiyorum. Anım Fevziye Medresesi ve Şah tarafından yapılmak istenen formalite referandumla ilgiliydi. Şah'ı protesto eden halk ve dükkân sahipleri işyerlerini kapamış, kepenkleri aşağı getirmiş ve referanduma katılmayacaklarını ilan etmişlerdi. Halkın bu direnişini kırmak isteyen Şah yönetimi ise bir takım soytarı ve berduşları cadde ve sokaklara dökerek halkın kepenklerini kırdırtıp, dükkânları zorla açmak istemiştir. Bu amaçla hatta cezaevlerindeki adi mahkûmları bile serbest bıraktırarak halk içerisinde dehşet yaratmak istemişlerdir. Bu kesime polis ve güvenlik güçleri de destek vermiştir. Sloganları ise “Cavid Şah” yani “Yaşasın Şah”tı.

O dönem sobalar ağaç kütükleri ile ısıtıldığı için okul bahçesinin bir köşesine kırılmış kütükler depolanmıştı. Küçük yaştaki okul çocukları şaka olsun diye bunları, taklit amaçlı ağaçları yakmış ve ateşleri bu taraf o tarafa taşıyarak şakayla “Cavid Şah” diye haykırıyorlardı. Bir anda tüm çocukların sus pus olduğunu ve kaçmaya başladıklarını gördüm. Ne olduğunu sorduğumda dışardan okula gelen birinin Ayetullah Beheşti'nin yolda olduğunu ve okula gelmekte olduğunu söylediğini gördüm. Elbette Ayetullah Beheşti kesinlikle çocuklara karşı hırçın davranmamakta, şiddet kullanmamakla birlikte onun varlığı okula özel bir huzur ve güven kazandırmakta ve ona saygı için tüm okul çocukları, karşısında en ufak bir olumsuz davranışta bulunmaktan kesinlikle kaçınmaktaydılar.

 

 

 

 

Kaynak: beheshti.org

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar