Ramazan-Kelebeği.jpg

Şehid Beheşti: Ramazan, “Adl” ve “Kıst”

"Din adalettir adalet de dindir. Din ve İslam’dan söz edilen yerde sosyal adalet olmazsa biliniz ki orada söz konusu edilen İslam dini sahtedir."

30 Haziran 2015 Salı

Aşağıdaki yazı Şehid Ayetullah Dr. Beheşti'nin mübarek Ramazan ayı münasebetiyle yaptığı konuşmanın metne dönüştürülmüş halidir.

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Mübarek ay

İnsanların birbirine tebrik etmesi gereken hususlardan biri “Mübarek Ramazan ayı”nın girmesidir. Ama ne yazık ki artık toplumumuz içinde bu mübarek ayının girmesi dolayısıyla birbirini kutlayanların sayısı oldukça azalmıştır. Ancak büyük İslam topluluğu içinde bu güzel gelenek halen canlılığını korumakta ve mübarek Ramazan ayının başlamasıyla birlikte Müslümanlar büyük bir bayram gibi birbirlerine kutlama mesajları ve tebrik kartları göndermekteler. Bir araya geldiklerinde de birbirlerini kutluyorlar. İşin ilginç olan yanı ise “Mübarek ay” ibaresi bu mübarek ay için kullanılmıştır. Eskiden beri Ramazan ayını idrak ediyoruz, ama “Mübarek” ve “Tebrik” sözcüklerinin aynı kökten geldiğini unutmuş bulunuyoruz. Mademki ay mübarektir o zaman onun hululü ve girişini de tebrik etmek gerekir. Kısacası bu değerli, kutlu ayın girişini tüm dostlara ve Müslümanlara tebrik ederim. Temennim bereket dolu bir ay olmasıdır. En büyük bereketi ise, canımızı ve ruhumuzu temizlemek kötü alışkanlıklarımızdan temizlemek ve pislikleri bizlerden uzaklaştırmaktır. Eğer Ramazan ayı gelip de geçer ve bizlerin ahlakımız, alışkanlıklarımız aynen kötü ahlak ve alışkanlıklar şeklinde devam ederse demek ki, az bereketli bir ay olmuştur bizler için. Bu ayın en büyük bereketi ondan gaflet etmememizdir, bu bereket ise bizim irade, gayret ve çabalarımızla, ilgi ve uyanıklığımızla elde edilir. Gerçi bizlerin niçin böyle yetiştirildiğimizi bilmiyoruz ama her zaman zahmetsiz, çabasız bereketler elde etme eğilimi içindeyiz. Allah Teala'nın bizleri bereketlendirmesi ve bereket vermesi hakkında taşıdığımız yanlış düşünce ve eğilimlerimiz bizleri Allah'ın nice bereketlerinden mahrum bırakıyor.

Bu ay tüm bizler için kendimizi kontrol etme, kendi hesaplarımızla ilgilenme, kendi nefsimizi muhasebe etme ayı olmalıdır. Güzel bir düşünce tarzıdır… Başka günlerin aksine sahur için kalkmamız yiyip içmenin yanı sıra aynı zamanda gecenin o saatinde Allah Teala katına ibadette bulunmak, yakarmak için en güzel fırsattır bizler için. Gün boyunca özellikle yemek yediğimiz saatleri ibadete ayırmamız ve ruhumuza gıda ulaştırmamız sayesinde nefsimizi her türlü pisliklerden arındırır ve tezkiye ederiz. Bu arada ben şahsen bu kendi nefsimizin muhasebesini yapmamızı çok şiddetli bir şekilde yapmayı tavsiye etmiyorum, çünkü şiddetli olması durumunda insanı çok çabuk yorar ve terimiz, bıkkınlığımız erken başlar. Kendi nefsimizi korumamız Ramazan ayına veya Ramazan ayı dışına mahsus değil. Ramazan ayında uyanık olmamız gerektiği mevzuu diğer 11 ay boyunca gaflette olmamız anlamında olmamalıdır. İnsanın her gün kendi temizliği, elbisesinin temizliği ile ilgilenmesi ne kadar güzeldir. Evini her zaman temiz tutması, her gün temizlik yapması ne kadar iyidir. Cuma günü temizliğe özen gösterilmesinin anlamı başka günler tümüyle temizlikten el çekmemiz anlamında değildir. Bunun anlamı bizlerin haftanın iş günleri içinde fırsat bulamadığımız diğer temizlik işlerini tatil olduğumuz Cuma günleri yapmalıyız. Ramazan ayı da bunun gibidir, kendi nefsimizin arındırılması provasını bu mübarek ayda yapmaya başlamalı ve yıl boyunca bu alışkanlığımızı sürdürmeli, her türlü pislik, günah ve kötü alışkanlıklardan uzak durmaya özen göstermeliyiz.

Oruç

Bu ayı daha ziyade kendi nefsimizle ilgilenmeye tahsis etmeliyiz. Böyle olunca da bu mübarek ay bizler için kutlu ve bereket ayı olur.

Nitekim orucun farz oluşunu bizlere ileten Ayeti Kerime açık bir şekilde bu hususu bize hatırlatmaktadır.

کُتِبَ عَلَیْکُمُ الصّیَامُ کَمَا کُتِبَ عَلَی الَّذِینَ مِنْ قَبْلِکُمْ، لَعَلَّکُمْ تَتَّقُونَ، اَیَّاماً مَعْدُودَاتٍ

Ey inananlar, kötülüklerden, şüpheli şeylerden korunmanız için oruç, sizden öncekilere farz edildiği gibi size de farz edilmiştir. Oruç, sayılı günlerdedir.” (Bakara 183- 184)

Bu hususta bizim detaylı sohbette bulunmamız için şu ayetin açıklaması ve tefsiriyle başlamamız gerekir:

لَّایَتَّخِذِ وَ الْمُؤْمِنُونَ الکَافِرِینَ اَوْلِیَاءَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِینَ

İnananlar iman edenleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler.” (Âl-i İmran – 28) ayetinin açıklaması ve tefsiriyle başlamamız gerekirdi. Ancak daha önce kıraat ettiğimiz ayetle ilgili bir soru yöneltildiği için bu soruya başlı başına bir vaazın tahsis edilmesi gerekirdi. Bu soruyu daha önceki vaazda cevaplamayı düşünüyordum ancak konuların yoğunluğu icabı bu programa kaldı.

Kıst ve Adl

Söz konusu edilen soru şu ayeti kerime ile ilgilidir:

«إِنَّ الَّذِینَ یَکْفُرُونَ بِایاتِ اللَهِ وَ یَقْتُلُونَ النَّبِیِّنَ بِغَیْرِ َحقٍّ وَ یَقْتُلُونَ الَّذِینَ یَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ، فَبَشِّرهُم بِعَذَابٍ اَلِیمٍ» یا آیة بعد «اُولَئِکَ الَّذِینَ حَبِطَتْ أََعْمَالُهُمْ فِی­الدُّنْیا وَ الْاَخِرَۀِ وَ مَا لَهُم مِنّ نَّاصِرِینَ

Yani: “Allah'ın ayetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan, doğruluğu emredenlerin canlarına kıyanlara gelince: Onları elemli bir azapla müjdele.”

Onlardır bütün yaptıkları, dünyada da boşa gidenler, âhirette de. Bir tek yardımcıları bile yoktur onların.” (Âl-i İmran 21 ve 22. Ayetler)

Birinci ayet'te “Allah'ın âyetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan, doğruluğu emredenlerin canlarına kıyanlara” ifadesi zikrediliyor. Burada şöyle bir soru gündeme getirilebilir ki, acaba bu Kur'an ayetinde Allah'ın ayetlerini inkâr edip, haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan doğruluğu emredenlerin canlarını kıyanların ibaresi sadece Allah'a, peygamberine ve kıyamet gününe inanlarla mı ilgilidir? Yoksa materyalist olmasına, Allah'a, peygamberine, kitabına ve kıyamet gününe iman etmemesine rağmen adalet, kıst, sosyal eşitlik uğruna mücadele edenleri de kapsamakta mıdır? Bu mevzuuyla ilgili söz konusu edilen bu soru öyle basit ve geçiştirilmesi gereken bir soru değildir. Böyle bir sorunun gündeme getirtilmesinden asıl gaye Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde, kıst ve adaleti emredenleri öldürenlerin hedef alındığını ve kıstı emredenin ayette genel anlamda ifade edildiğini bunun ilahî olacağı gibi materyalist de olabileceğini belirtmek istemektedirler. Daha doğrusu soru soran kişi bu ayetin genel anlamda olup olmadığını sormaktadır.

Bu tarz tefsir ve görüşün her ikisini de benimseyen kimseler belki bu toplantıda var, ama benim asıl söylemek istediğim husus şu: Bu görüşlerin her ikisini de ne teyit etmekteyim ne de ret ve ne de her iki görüş arasında bir barış ve uzlaşma içeriklidir. Bunların hiç biri değil. Ne her ikisini de bâtıl olduğunu söylerim ve ne de her ikisinin de hak olduğunu. Ben sadece Kur'anî bir kavram ve konuyu burada açıklamaya çalışmaktayım. Bu durumda her iki görüşü savunanların doğruluk ve bâtıl olma ölçüleri kendiliğinden anlaşılmış olur.

İlk önce “Kıst” kavramının Kur'an-ı Kerim'de nasıl bin manaya geldiğine bakmamız gerekir. İlginç olan husus bu kelime ve fiil az bir değişiklikle Arapçada birbirine tamamen zıt iki manada kullanılıyor ve bu kavramların zıt anlamlarının her ikisi de Kur'an-ı Kerim'de gelmiştir.  Bu kök'ün selasi fiili olan «قَسَطَ» “Kasata” iki anlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri “adaletli olunuz” anlamında olduğu gibi bir diğeri de “zalimlik”  etti manasınadır. Nitekim “Kasata” hem zalimlik etti manasında kullanılmış ve hem de adaletli oldu anlamında. Birbirinin tamamen zıddı. Keza “Adl” masdarı da aynen böyledir. Adl kökünden olan عَدَلَ “Adele” “adalet gösterdi” anlamında geldiği gibi, hak yolundan sapmak anlamında da gelmiştir. Ancak iki farklı şekilde. Mesela, “Adele Adlen” yani adalette bulundu veya “Adele Udulen” adaletten udul etti, vazgeçti. Yani hak yoldan saptı.

Kur'an-ı Kerim'de Cin Sûresi'nde

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكانوا لِجَهَنَّمَ حَطَباً

Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince, onlar da cehenneme odun olurlar.” (Cin Sûresi, 15. Ayet)

Burada “Kasitûn” zulmedenler, adalette sapanlar anlamında kullanılmaktadır.

Ve yine

اِنَّ اللهَ یُحِبُّ الْمُقْسِطِینَ

Şüphe yok ki Allah, adâletle muâmele edenleri sever.”

Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim'de bu kökten olan kelimenin filleri her iki zıt anlamda da kullanılmıştır.

Bu ayette zikrolunan husus adalet manasında olan “Kıst”tır. Büyük bir ihtimalle Arapçada terazi anlamına gelen “Kıstas” kelimesi “Kıst” kelimesi ile aynı köktendir. “Kıstas” yani tartmada ve ölçümde adaleti uygulamak, “Kıst”ta yani ölçü ve ayar üzeri yaşam sürdürmek. Kur'an-ı Kerim'de bir ayette açık bir şekilde “Kıst” kavramına vurgu yapılmaktadır.

Hadid Sûresi'nin 25. ayetinde şöyle buyruluyor:

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَیِنَاتِ وَ أَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْکِتَابَ وَالْمِیزَانَ لِیَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ

Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber de kitap ve terazi indirdik, insanlar adâletle doğru muâmele etsinler diye ve demiri de indirdik ki onda çetin bir azap var.”

 

Acaba peygamber ve resûl gönderilmesinden, kitabın nazil olmasından hedef nedir? Halkın adaleti hayata geçirmeleridir. Fakat bu ayet çok incedir.

لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالبَیِّنَاتِ وَ اَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْکِتَابَ وَالْمِیزَانَ لِیَکُونَ اَمرُ النّاس بِالْقِسْطِ

Yani: “Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber de kitap ve terazi indirdik, insanların ilişkileri adalet üzere olması için” demiyor. Kur'an'ın böyle bir ifadesi yoktur. Kitap, peygamber ve mizan'ın bir vesile ve araç olduğunu ve insanların var olmasıyla bu imkânların kullanılabileceğini beyan ediyor. Bilgisayarın hesaplama işleminde ne kadar güçlü olduğunu biliyorsunuz. Gerekli programlamasını yapmadığınız ve nasıl çalıştırılması gerektiğini öğrenmediğiniz sürece sizin işinize gelmez. İki ikinin dört olduğunu dahi söyleyemez. Makine oldukça idealdir ama bu işin ehli ve dilini bilen kimseler için. Böyle olunca da en ağır işlemlerin dahi üstesinden rahatlıkla gelir. Nitekim bilgisayar ancak bilgisayar dilinden bilen, kullanma yol ve yöntemlerine aşina olanlar için işlevsel hale gelir aksi takdirde çalışamaz konumda kalır.

Kur'an, İslam, Kitap, Sünnet Kur'an-ı Kerim'in bu ayeti açısından aynen böyledir.

 «لِیَقُومَ النَّاسُ بِالقِسْط»

İnsanların ondan yararlanarak adalet ve kıstı hayata geçirebilir, yani kıst ve adalet bir yere düşmüş ve adalet ve ışık saçmak amacıyla kalkması için koltuğunun altından tutulması gerekir. Kısacası bu ayet peygamber, kitap ve şerâitin ne olduğunu beyan ediyor. Kıst ve adaletin uygulanması ve hayata geçirilmesi yönünde bir vesile ve araçtır. Kıst ve adl'in din, peygamber ve kitapla ilişkisi ve bağlantısının bunların birleştirilmesini gerektirecek kadar yakın olduğu anlaşılıyor. Din yani adl, adl yani din demektir. Nerede din ve İslam var deniyor da orada sosyal adaletten eser yoksa biliniz ki, orada iddia olunan İslam dini sahte bir dindir. Aksi nasıl? Adalet ve sosyal adaletin var olduğu söylenen bir yerde Allah inancının olmaması, beşeriyetin sonsuzluk ve ebediyetle bağlantısının kesildiği ve unutulduğu anlamındadır. Bazı dostlarımız o birinci soru gündeme getirtildiğini hemen cevabı yapıştırıyorlar. Ne zaman ki, Kur'an'ın olduğu, dinin, İslam'ın olduğu yerde adaletin olmaması durumunda o İslam'ın ve dinin sahte olduğunu, her şeyin yapay olduğunu söylediğimizde bunun cevabını hemen veriyorlar. Şimdi ise bunun öteki yönünü gündeme getiriyorum cevap veriniz. Sosyal adaletin, adaletin, kıstın olduğu, ama Allah'ın olmadığı, Allah inancının olmadığı yerde beşerin sonsuzluk ve ebediyetle bağlantısı, beşerin ebedi hayat düşüncesi, ruhi ve manevî tekamül yoktur. Acaba orada adalet olur mu? Elbette ki, olamaz! Demek ki, onun da adaleti noksandır. Bir yeri aksıyor demektir. Eğer biz gerçekten Kur'anî görüşü hayata geçirmek istiyorsak, kıst, adl ve adalet o geniş anlamıyla birbirine o kadar yakındır ki, sanki bir anlam taşıyan iki kavramdırlar. Meselenin bu yönü açıktır. Bu son yıllarda bu husus o kadar üzerine gidilmiş ve dillendirilmiştir ki, fazla üzerinde durmaya gerek olmadığı kanısındayım. Fakat bu toplantıda bu iki hususu bir arada tartmak istediğimiz, mukayesesini yapmak istediğimiz için bu hususun da tekrar kısaca açıklanmasını gerekli görüyorum. Minarelerden Allahu Ekber sesi yükseldiğinde ezanın okunduğu minarenin inşasının takva esası üzerine kurulmaması ve Tevbe Sûresi 108. ayette belirtildiği üzere:

«لمَسجِدُ اُسِّسَ عَلَی التَّقْوي مِنْ اَوَلِ یَوْمٍ»

 “Orada hiçbir zaman namaz kılma. İlk günden îtibâren Allah'tan çekinmek ve ona itaât etmek temeli üstüne kurulmuş olan mescit, elbette namaz kılmana daha lâyıktır.”

Bu Allahu Ekber'i söyleyen dilinde Allahu Ekber diyor, ama yüreği Allah'tan gayrısı için atmakta, huzu etmektedir. Öyle ki, bu Allahu Ekber demesi için de ilgi görmemesi ve halktan beklentilerinin karşılanmaması durumunda bile bir süre sonra onu da dillendirmeyecek. Veya şevk ve coşku içinde demeyecek. Veya bir vaiz ve hatip halk tarafından alkışlanmadığı zaman Hak ve Allah Teala ile ilgili sohbetleri istenen canlılıkta olmayacak. Bir yerde Kur'an-ı Kerim okunuyorsa ve yine aynı toplantıda Kur'an'a saldıran, düşman olan kimselere dua ediliyorsa Kur'an-ı Kerim'in orada asaletinin olmadığı anlaşılır. Orada münacat olunuyor, Allah katına dua ve yakarışta bulunuluyor, ama aynı yerde zalim kimselere destek veriliyorsa bu münacatın, raz-ü niyazın asıl ruhundan boş olduğu anlaşılır. Ahir zamanla ilgili nakledilen rivayet ve hadislerde bu husus hakkında bolca söz edilmiştir.

Geçen haftaki vaazımda da söz konusu etmiştim. Demiştim ki, biri gelip haram yoldan kazandığı, zulüm ve haksızlıkla elde ettiği malla büyük bir saray yapıyor ve işi bitince de çok kaliteli bir çini üzerine “هَذَا مِن فَضلِ رَبی” yani “Bu Rabbimin lütfundandır” ayetini yazarak binanın en üst girişine vuruyor. Bunun bir anlamı ve değeri yoktur. Zira Kur'an'ın okunduğu, ama Kur'an ruhunun hâkim olmadığı ve Kur'an'dan suistifade olunduğu yerde tüm bunlar birer slogandan ibarettir. Kur'anî gerçeklerin olmadığı, adaletin olmadığı, ama Kur'an'ın olduğu ve Kur'an'ın okunduğu yerde biliniz ki, işin içinde bir hile ve oyun mevcuttur ve bu Kur'an okumanın hiçbir yararı yoktur. Bu kesin olan bir husustur. Fakat “iktisadî adalet” ve “sosyal adalet”in olduğu, tüm karınların tok olduğu, aç bir insanın bulunmadığı, tüm hastaların tedavi olduğu, doktorsuz ve ilaçsız bir hastanın bulunmadığı, tüm insanların bir teskin edici, sığınağı olduğu, tüm insanların giyeceğinin olduğu, soğuğun titreteceği veya sıcağın terleteceği elbisesi olmayan insanın kalmadığı bir toplumda peki gerçek nasıldır. Böyle bir toplamda acaba insanın asil, soylu arzu ve isteği saldırıya uğramaz mı? Böyle bir toplamda acaba insanlar kendi maddî gereksinimlerini temin etmek hususunda hiç haksızlığa ve saldırıya uğramıyorlar mı? İnsanların bir toplumda tüm bu ihtiyaçlarının temin edilmesine paralel olarak diğer bazı asil ve manevî ihtiyaçlarına gereken ilginin gösterilmemesi ve hatta bastırılması durumunda böyle bir toplumda insanın ihtiyaçlarının bir bölümüne tecavüz edildiği söylenemez mi?

Ben burada Mevlana'dan bir şiir aktarmak istiyorum.

Mevlana diyor ki:

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,

Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

 

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan

Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.

 

Eğer gerçekten insan melekût bahçesinin kuşuysa, eğer gerçekten insan, “Nefesu'r-Rahman” ve “Ruhullah”, yani üflenmiş bir yaratıksa, sonsuz ve ebedi vücuda eğilim varlığının bir zarureti ve gereği ise ve daha sonra biz kültür alanında, akide ve amel alanında, sosyal bir düzende insanın varlığının bu özelliğini bir kenara itmiş isek ve hatta ona karşı savaş açmış isek acaba böyle bir toplamda kıst, adl ve adaletin var olduğunu söylemek mümkün mü? Böyle bir toplumda  adalet ve kıstın bir bölümünün noksan kaldığı veya unutulduğu sorusunu gündeme getirebilir miyiz? Orada da zulmün var olup olmadığını söyleyebilir miyiz?

Kur'an açısından ve bizim de Kur'an'dan elde ettiğimiz öğrenim ve değerler dikkate alınarak bizim açımızdan  nerede ve hangi toplumda  insanların ihtiyaç ve gereksinimleri, ihtiyaçları tam olarak dikkate alınmıyorsa o toplumda adilane bir düzen yoktur demek.

«الَّذِینَ یَأمُرُونَ النَّاسَ بِالْقِسْط»

Onlar ki insanları adalete davet ediyorlar” ifadesinde kendiliğinden

«یُؤمِنُونَ بِااللهَ والْیَومِ الاخره و عمل صالحاً»

Allah'a, kıyamete ve salih amele iman edenler” manası da çıkmaktadır. Bu aşamada Kur'an-ı Kerim'in bu ayeti çok daha kolay anlaşılmaktadır:

«لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَیِّنَاتِ وَ اَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْکِتَابَ وَالْمِیزَانَ لِیَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ»

Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla berâber de kitap ve terâzi indirdik, insanların ilişkileri adalet üzere olması için.”

Ayetin devamında şöyle buyruluyor:

«وَاَنْزَلْنَا الْحَدِیدَ فِیهِ بَأسٌ شَدِیدُ وَ مَنَافِعُ لِلنَّاِس »

Ve demiri de indirdik ki, onda çetin bir azap var ve insanlara faydalar”.

Bu ayetlerde demirin hikâyesi dillendirilmiştir. Burada  “demir”in, “resûl”, “kitap” veya “mizan” ile nasıl bir irtibatının olabileceği sorulabilir. Sebebi ise demir olmaksızın Allah Resûlü'nün amacı tamamlanamadı. Zira Allah Resûlü de Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği kıst ve adalet uğrunda kıyam etmesi ve sürekli bir gayret göstermesi için demire ihtiyacı vardı. Dikkat ettiğinizde, Kur'an-ı Kerim'in tüm zamanları kapsayıcılığını bu tek bir ayet de gösterildiğini görürüsünüz. Resûl'den, kitap ve mizan indirilmesinden sohbet olunduğu yerlerde insanlara “Hadid” demirin de ellerinde olmasını hatırlatmaktadır.

Burada soru sahibinin bu konuda aydınlanıp aydınlanmadığını bilmiyorum, ama kanaatimce Kur'an'ın bu konudaki görüşünün yeterince açıklandığı kanaatindeyim. Kur'an açısından, Müslümanlık, kıst, adl, insanî adalet tüm boyutlarıyla birbiriyle iç içe ve irtibatlı meselelerdir ve sanki bu soru her hangi bir anlam ifade etmemektedir.

. «وَيَقْتُلُونَ الَّذِینَ یَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ »

Allah'ın âyetlerini inkâr edip haksız yere peygamberleri öldürenlere…

Materyalizmin kıst'a emr meselesini de kapsamaktadır, çünkü Kur'an-ı Kerim'de kıst'a emreden artık materyalist değil.

 

Kaynak: beheshti.org

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar