52401-cats-225.jpg

Türkiye İngiliz Şiiliği meselesinde tefessüh ve münfesihler (Sabahaddin Türkyılmaz’a Açık Mektup)

İngiliz Şiiliği hakkında konuşulsun mu susulsun mu? Yoksa İngiliz Şiiliği hakkında susulsun ve sadece Amerikan Sünnliği’ne mi değinilsin?

29 Mayıs 2016 Pazar
TÜRKİYE İNGİLİZ ŞİİLİĞİ MESELESİNDE 
TEFESSÜH ve MÜNFESİHLER
(Sabahaddin Türkyılmaz'a Açık Mektup)
 
İNTİZAR- Bir konuda ilmî bir araştırma yapmadan bir iddiada bulunmak, iddia sahibini zor duruma düşüreceğinden, aklıselim araştırmacılar muhkem bilgi, sağlam belge ve analiz edilmeye elverişli gözlemlerle bazı tezler öne sürerler. Bunu dikkate almadan ileri sürülen tezlerin geçerliliği ise kimi zaman asırlarca, kimi zaman yıllarca ve bazen de çok kısa bir süre sonra peşinden gelen reddiye mahiyetindeki anti tezlerle tarihin karanlık dehlizlerinde çöp olurlar.
 
Bu nedenlerle de kendi cemaatinde isim yapmış kişilerin (bu cemaat epistemik bir cemaat olabileceği gibi, kendisine tabi olmuş topluluk da olabilir), çok azı iddia sahibi olabilmektedir. Zira sağlam deliller bulmak ve bunlara mebni bir kurguyla hakikati anlatmak kolay olmadığı gibi, akabinde karşılaşılacak tepkilere göğüs germek de sanıldığından daha müşküldür. Tabiri yerindeyse karizmayı kaybetme tehlikesi ile yüz yüze kalır.
 
Cuma günü gerçekleşen bir hadise -ne olduğunu aşağıda okuyacaksınız- İngiliz Şiiliği meselesini bu çerçevede ele almamız gerektiği hususunda derin düşüncelere sevk etti bizleri. Zira mesele Türkiye'de Arapsaçına döndürülmeye, gerçeği ifşa adına yapılan eylem ve tartışma havası, zihinleri bulandırmak için puslu hale getirilmeye çalışılıyor. 
 
Ele almak istediğimiz hadise, Berlin İmam Rıza İslam Merkezi Hocası Sabahaddin Türkyılmaz'ın Cuma hutbesidir. Sabahaddin Hoca hutbesinde “Emperyalist Batı ve özellikle de İngiltere desteğinde ortaya çıkan, müstekbirlere karşı uzlaşmacı, Müslümanlara karşı mutaassıp bu çevreler haklı olarak İngiliz Şiiliği olarak tanımlandı”ğını belirterek çok güzel bir noktaya temas etmiş; “Amerikan Sünniliği” ve “İngiliz Şiiliği”nin aynı kaynağa hizmet ettiğine değinmiştir. Bu hususta kendisine yüzde yüz katıldığımızı söylemek isteriz. 
 
Gelelim söz konusu hutbenin devamına. Hutbe şu şekilde devam ediyor: “Planlı ve kasıtlı olmaktan ziyade gaflet ve bilgi eksikliği dolayısıyla İngiliz Şiiliğinin maşaları ile görüşen bir grup âlimin bu görüşmesinden hemen sonra görüşmenin fotoğrafları bu maşalar tarafından internete servis edildi. Bu kardeşlerimiz hata yaptıklarını, oyuna geldiklerini anladılar ama iş işten geçmişti.”
 
Hutbenin bu kısmında Sabahaddin Hoca'nın şu hususları kabul ettiğini görüyoruz: Bir grup âlim, İngiliz Şiiliği'nin maşaları ile görüşmüştür; ancak bu, İngiliz Şiiliği'ne destek kastıyla gerçekleşmemiştir. Görüşen âlimler gâfil ve (konu hakkında) bilgisiz kimselerdi. Söz konusu âlimler de “hata” yaptıklarını anladılar.
 
Şimdi! Bu beyanatlarından hareketle Sabahaddin Hoca'ya aşağıdaki soruları yöneltmek istiyoruz: 
 
Birinci soru:  “Hata” yaptıklarını kabul ettiğiniz âlimlerin, bu hatasını nasıl ve kimlerin sayesinde kabul ettiklerini söyleyebilir misiniz?
 
İkinci soru: Kendinizin de ehemmiyetine işaret buyurduğunuz İngiliz Şiiliği gibi bir mesele hakkında “câhil” olan bu insanlar, nasıl oluyor da topluma yön versin diye bir yerlere geliyor/getiriliyor?
 
Üçüncü soru: Bizzat sizler bu ulemanın İngiliz Şiiliği maşalarıyla görüşme yaptıklarını nasıl öğrendiniz ve şimdiye kadar bu konu hakkında neden sessiz kaldınız? Görüşme, içinde bulunduğumuz ayın 15'inde sosyal medyaya yansıdığı halde konuya hassasiyetiniz neden ay sonuna kadar belirginleşmedi? Geçtiğimiz hafta Iğdır'a yapmış olduğunuz ziyaret mi böyle bir hutbe vermenize vesile oldu?
 
Dördüncü soru: Acaba bir âlim olarak sizin sosyal medyanın nelere yol açabileceği hususunda görüşleriniz nelerdir? Aziz Rehber'imizin Yumuşak Savaş kavramsallaştırmasıyla ortaya koyduğu bu harp esnasında, âlimlerin Şirazi'yle çektikleri fotoğrafı paylaşmalarının Türkiye Şiilerinin zihinlerini bulandırmaya yeteceğine kanaat etmediniz mi? (Etmediyseniz, Türkiye toplumunun ve hatta daha küçük ölçekte Türkiye'deki Caferi topluluğunun kılcal damarlarına nüfuz edemediğinizi üzülerek bildirmek isteriz.)
 
Beşinci soru: Şirazi'yle görüşenlerin “hata” yaptıklarını kabul ettiklerini belirttiğiniz halde, fotoğrafın yayımlandığı Iğdır Ehl-i Beyt adlı facebook sayfasında yer alan özür mektubunda neden sadece Musa Ada'nın adı yer almıştır? Musa Ada gibi bir istifa kararının söz konusu âlimlerden gelmediği ve özür yayımlamadıkları halde sizler hutbenizde neden buna değinmediniz? Yoksa onların sükûtunun yaptıkları işin arkasında durmaya işaret eden bir ikrâr göstergesi olacağı aklınıza gelmedi mi? Ve dahi ilişki ağlarında bulunan bazı ulemadan kapalı kapılar ardında özür dilediler de bizim mi haberimiz yok? Sadece ulema hazeratından dilenen özür mü geçerlidir yoksa? Bu âlimler, yanlış yönlendirdikleri toplumdan da özür dilemek zorunda değil mi sizce?
 
Altıncı soru: Ziyareti gerçekleştirenlerin “hata” yaptıklarını kabul ettiklerini nereden öğrendiniz? Bizzat kendileri mi söyledi veya birilerinden mi duydunuz? Çünkü 16 Mayıs'ta yaptıkları yazılı açıklamada böyle bir ibare bulunmamakta. Bu nedenle hata yaptıklarına dair bir durum sadece sizin bir temenniniz gibi  görünüyor. 
 
Muhterem hocam, metni okuduğunuzda sizin de rahatlıkla göreceğiniz gibi, söz konusu kişiler Şiraziler hakkında Rehber'in hiçbir açıklama yapmadığını(!) belirterek kendilerince gard almaya çalışmışlardır. İlla da Velâyet-i Fakih'in isim isim bu kişileri ifşa etmesini bekleyeceklerine İran'daki ilmi meclisleri, akademik sempozyumları, basın ve yayını takip etselerdi belki de böyle bir cehalete düşmeyeceklerdi değil mi? Ama onların Sadık Şirazi'yi diğer müçtehitler ile aynı kefeye koyan bu beyanından eminim sizlerin de haberi olmamıştır. Soruyoruz; bu açıklamadan haberiniz var mıydı? Varsa nasıl oluyor da arkalarında durmaya ve hatalarını kabul ettiklerini iddiaya çalışırsınız? Eğer bu açıklamadan haberiniz yoksa neden meseleyi bir alimin yapması gerektiği gibi derinlemesine çözümleyip iyi analiz etmeden bir takım insanları karalamaya çalışıyorsunuz?
 
Yedinci soru: Vermiş olduğunuz hutbede o cümleleri sarfederken, yazımızın başında izah etmeye çalıştığımız iddia sahibinin iddiasında olması gereken hususlara dikkat etmediniz mi? Maalesef bizde, dikkat etmediğinize dair bir kanaat oluştu. Zira eğer etseydiniz bu fotoğrafın, sizin ifadenizle “bu resimleri pazarlayan şeytani güçler”in eliyle değil de bizzat ziyareti yapan “ulema” tarafından yukarıda ismi verilen face sahifesinde yayınlandığını (gelen eleştirilerden dolayı daha sonra kaldırılmış ve yapmış oldukları ziyaretin de arkasında duramamışlardır) bilir ve iddianızın çöp olma özelliğinden dolayı üzülmemiş olurdunuz. Bu fotoğraflar konu hakkında hassas insanlar tarafından görülür görülmez, aziz Rehber'imizin verdiği demeçler doğrultusunda insanlar aydınlatılmaya çalışılarak, büyük bir komplonun önüne geçilmiştir. 
 
Sekizinci soru: İma ettiğiniz bu “servisçiler” kimlerdir? Sizin bizden daha iyi bildiğiniz üzere, iddia sahibi iddiasını ispat etmekle yükümlüdür; aksi takdirde iftira edilmiş olunmaz mı?
 
Dokuzuncu soru: İngiliz Şiiliği hakkında Rehberiyet makamına çok yakın isimlerin yazılarını okudunuz mu? Okumadıysanız intizar.web.tr adresinde bu mevzuda sizi aydınlatacak makalelerin olduğunu söylemeyi kendimize bir vecibe biliriz. Ayrıca, Kültür Devrimi Yüksek Konsey Üyesi Hasan Rahimpur Ezgadi'nin bu mesele hakkında  yapmış olduğu konuşmalardan ve Salih Kasımî'nin Şiraziler aleyhine yazdığı kitapta isimlerini zikretmek suretiyle bunlar hakkında bilgiler sunduğundan da haberiniz olması gerekir düşüncesindeyiz. Ama görünen o ki, sizin mantığınızla, Rehberiyet makamının direktifleri doğrultusunda da olsa böyle işler yapmak birilerine bir şeyler servis etmek ve Caferileri bölmek (bu arada, homojen bir yapıya sahip olduğunu da sizin sayenizde öğrenmiş olduk) anlamına geldiğinden, bu minvaldeki çalışma ve yazılardan uzak kalmak gerekmektedir.
 
Yukarıda zikrettiğimiz isimler de acaba Şiiler arasında tefrika çıkarıp Siyonizm ve emperyalizme hizmet mi ediyorlar? Yoksa kendi hanelerinde pislik kalsın istemediklerinden Rehber'in direktifleri ile mi bu gayreti gösteriyorlar? Yoksa yazınızdaki ifadeyle onlar da “karşı tavır almaları için de diğer Şiileri tahrik etmeye başladılar?” Medresede mantık dersi alan sizin gibi birisinin vermiş olduğu hutbenin İngiliz Şiiliği'nin bir uzantısı olarak algılanabileceğini düşünememesi gerçekten çok talihsiz bir durum. İşte bu bağlamda, hutbenizi bir kez daha gözden geçirmenizi tavsiye ederiz. Zira hutbeniz ne serden ne yârdan vazgeçiyor! Neden mi? Çünkü zımnen de olsa İngiliz Şiiliği hakkında kamuoyunda bir şey dillendirilmesini tasvip etmiyorsunuz. Oysa -bildiğiniz gibi-, bu tam anlamıyla Velâyet-i Fakih'in -hani şu hakkında kitap yazdığınız- beyanatlarına uymayan bir suskunluk olmaz mı?
 
Onuncu soru: “İngiliz Şiiliği'nin maşalarıyla görüşmek siyonistlerin oyununa gelmektir. Bu hataların tekrar edilmemesi umulur.” şeklindeki hutbenizde geçen ifadeye dayanarak şu soruyu sorma cüretimizi bağışlayın: Hiç bir kişi ve kuruluşun yapmadığı veya gerektiği gibi üzerinde durmadığı bir görevi, sorumluluk duygusuyla hareket eden bir vatandaş ve bilinçli bir Müslüman olarak, Türkiye'de yaşayan insanları uyaran kişileri mi kastettiniz? Yoksa İngiliz Şiiliği'nin ülkemize bir ur gibi yerleştirdiği Celal Meaş ile iş yürütüp boy boy fotoğraf çektiren ve bunda hiçbir sorun görmeyenleri mi? Bu konudaki merakımızı mazur göreceğinizi temenni ediyoruz.
 
On birinci soru:  Bırakın bu fotoğrafı, İngiliz Şiiliği konusunda bile tek bir cümleyle resmi bir açıklama yapmamış olan Caferi kuruluş ve dernekleri hakkında da neden hutbenizde birkaç kelama yer vermediniz? Böylece sayenizde, söz konusu kuruluşların İngiliz Şiiliği'ni deşifre etmesi; gerek Sünni ve gerek Şii, Türkiye toplumunu bu konuda aydınlatması ve uyarması gerekirken, nasıl oluyor da bu mühim mevzu hakkına tefessüh ettiğini anlamış olurduk.
 
On ikinci soru: Yukarıdaki sorumuzun devamı niteliğinde yine hutbenizdeki şu ifadeye dayanarak ve affınızı dileyerek suallerimize bir yenisini daha ilave etmek isteriz. Buyurmuşsunuz ki “İngiliz Şiiliği'nin maşalarıyla görüşmek siyonistlerin oyununa gelmektir. Bu hataların tekrar edilmemesi umulur. Amerikan İslamı'nın maşalığını yapanlarla görüşmek de siyonistlerin oyununa gelmektir. Birine tepki göstermek, ötekisine maslahat diye susmak da Ali Şiiliği asla ile bağdaşmaz.” Bu da sizce bir mantık çelişkisi değil mi? Hem meseleyi gündeme getirmenin Siyonistlerle işbirliği olduğunu iddia edip bunu yapanları servisçiler olarak töhmet altında bırakan bir tanımlama yapacaksınız; zımnen, bu konu hakkında susulması gerektiğini ima edeceksiniz; hem de biri hakkında susup öteki hakkında konuşmanın Ali Şiiliği ile bağdaşmadığını söyleyeceksiniz… Cenâb-ı âlînizden şu sorunun cevabını istirham ediyoruz: İngiliz Şiiliği hakkında konuşulsun mu susulsun mu? Yoksa İngiliz Şiiliği hakkında susulsun ve sadece Amerikan Sünnliği'ne mi değinilsin? Acaba Velâyet-i Fakih'ten bu minvalde bizlerin vâkıf olmadığı bir fetvaya mı eriştiniz?
 
On üçüncü soru: Yurt dışında kaldığınızdan dolayı  meseleye tam olarak vâkıf olamadığınızı görmekteyiz, ama evi yangın sarmak üzeredir. Suya ihtiyaç duymaktayız. Başka bir tabirle hanemizde Şirazi, İngiliz Şiiliği gibi bir pislik var; nasıl temizleyebiliriz bunu? Zât-ı âlîniz, bu hareket karşısında nasıl bir metot takip edilmesini önerir? Susmayı mı? Yoksa bir şeyler yapmaya çalışanları servisçi diye lanse etme metodu iyi bir metot mudur?
 
Sorularımıza cevap için ayıracağınız vakit için medyûn-ı şükrân olduğumuzu bildirir; sizi Yüce Allah'a emanet ederiz! 
 
Hutbenin tam metni için şu adrese müracaat edebilirsiniz:
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar