image10_329orj.jpg

Akli sahada sünnetin Kitabı açıklamasına bir örnek: Tevhid-i Efali

Tevhid-i efalî; âlemin illet ve malulleri, sebep ve sonuçlarıyla Allah-u Teala'nın fiilleri olduğuna, varlık âleminde meydana gelen bütün şeylerin O'nun izni ve meşieti dâhilinde gerçekleştiğine inanmak demektir. Varlık âleminde O'nun var oluşsal izni olmaksızın bir şeyin meydana geldiğine inanıyorsanız şirke düşmüşsünüz demektir. O'nun izni ve meşieti olmadan hiçbir şey gerçekleşmez...

24 Temmuz 2016 Pazar
Ayet'el-Kürsi - 4
 

 

                                                           Cevher Caduk (ilahiyatçı-öğretmen)

 

Akli sahada sünnetin Kitabı açıklamasına bir örnek: Tevhid-i Efali 

İNTİZAR - Önceki makalede tevhidî zatîye değinmiştik. Bu makalede tevhid-i zatînin vahidiyet boyutunun bir başka yönüne değinmeye çalışacağız. Tabi bununla bir başka amacımız daha var. Hayatta yığınlarca girift mesele var. Bu meselelerde doğruyu bulabilmek, akla kılavuzluk etmek ve aklın vardığı sonuçları test edebilmek için bir merciye ihtiyaç vardır. Bu mercî de insan türünden olması gerekiyor. Zira varlık âleminde hiçbir türe kendi dışından örnek ve kılavuz sunulmamıştır. Evrensel bir sünnet olan bunun insan türü için ıska edilmemesi gerekir. İşte tevhid-i zatîye geçen derste değindiğimiz gibi Ehl-i Beyt İmamlarının kılavuzluklarını da ortaya koymaya çalıştık. Bir diğer mesele de şudur: rivayetlerin Kitab'a arzı gibi bir kriterimiz var. Derin analizler sonucunda Kitab-ı Kerim'deki ayetler rivayetleri tasdik ediyorsa o rivayet doğrudur demektir. Çünkü metin açısından nasıl ki rivayetler eleştiriliyorsa aynı ölçüyle metin Kitab'ın hakemliğinde doğruluğu da ortaya konulabilir. Ama şunu hemen belirtelim ki, rivayetlerin Kitab'a arzı öyle kolay bir mesele değildir. Uzmanlık gerektiren bir alandır.

Ehl-i Beyt İmamlarının tevhidin bütün boyutlarına önem verdikleri gibi bu boyuta da önem verdiklerini rivayetlerden görebilmekteyiz. Önceki makalenin son bölümlerinde Rab Teâlâ'nın kayıtsız bir şekilde ‘vahid' kelimesini kullanmadığını belirtmiştik. Zira vahidiyet noktasında mahlûkat ile Rab Teâlâ aynıdırlar. Eğer Allah-u Teâlâ kendisini salt olarak bir/vahid kelimesiyle nitelendirseydi tevhide aykırı bir durum olurdu. Kitab-ı Kerim, Allah-u Teâlâ hakkında ‘vahid' kelimesini ya ‘ilah' veya ‘el-kahhar' ismiyle birlikte kullanarak tevhide aykırı bir durumun oluşmasını engeller.

Her neyse, Kitab'a arza örnek olacak birtakım hadisleri sunmak istiyoruz. İnancımız gereği sünneti/hadisi sadece Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) sözleri, eylemleri ve onayları olarak sınırlandırmıyor, Ehl-i Beyt İmamlarının söz, eylem ve onaylarını da aynı kategoride görüyoruz.[1] Sünnette tevhid-i zâtîye ilişkin açıklamaları sunmak istiyoruz.

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Tevhidin (Allah'ın birliğinin) zahiri batınındadır, batını da zahirindedir. Zahiri nitelenir, görülmez; batını vardır, gizli değildir. Her yerde aranır, hiçbir yer bir anlığına olsun O'ndan boş değildir. Hazırdır, sınırlı değil; gaiptir, yitirilmiş değil.[2]

Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: Hamd, kendisinden önce bir şey olmayan Evvel, ken­dinden sonra bir şey olmayan Ahir, O'ndan daha açık bir şeyin olmadığı Zahir ve O'ndan daha gizli bir şeyin olma­dığı Batın olan Allah'a mahsustur.[3]

Şehitlerin Serdarı İmam Hüseyin (a.s.) Arefe günü duasında irfanın da zirvesinde olduğunu gösterircesine şöyle buyurur:  Ne zaman gaip oldun ki sana delalet edecek bir delile ihtiyaç duyulsun! Ne zaman uzak oldun ki eserler sana ulaştırsın!? Senin rakîb olduğun görmeyen göz kördür.[4]

Hz. Emirü'l-Müminin ‘Gördüğüm her ne varsa muhakkak öncesinde Rab Teâlâ'yı gördüm.'[5]

Hakim Sebzevarî şöyle der: Ey nurunun şiddetinden dolayı zuhurunda gizlenen zahir ve batın.[6]

Hadid Suresinde Allah-u Teala'nın O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir' buyruğu zihinsel jimnastik isteyen ayetlerdendir. Zıt şeyler nasıl bir arada toplanmaktadır? Zahir olan bir varlığın batın olması, evvel olan bir varlığın ahir olması nasıl mümkün olabilmektedir? Bunlar birbirine zıt varlıklardır. Normal varlıklarda bunlar bir arada bulunamazlar.

Zira Gazzalî'nin de el-Maksadü'l-Esna adlı eserinde ifade ettiği gibi evveliyet ve ahiriyet diğer varlığa göre ancak olabilir. Buna göre önce olan bir varlık son olamadığı gibi son olan bir varlık da önce olamaz. Varlık silsilesine bakıldığında Allah-u Teâlâ'nın bir olduğu ve bütün mevcudların varlıklarını ondan aldıkları görülür.[7]

Gazzalî bir başka yerde şu muazzam tespiti yapar: “Bu batınlık, zahirliğin şiddetinden kaynaklanmaktadır”.[8]

Evveliyet-ahiriyet, zahiriyet-batınıyet gibi zıt özellikler Rab Teâlâ'da nasıl bulunabilmektedir?

Bu sorunun cevabı basittir; çünkü Rab Teâlâ sınırlı ve sonlu değildir. O mütenahîdir. Bir varlığın ilk olduğunda son olmaması için mütenahî olmaması gerekir. Ama mütenahî bir varlık ilk olursa son olamaz, çünkü kendisinden sonra bir varlık daha vardır. Zahirlik ve batınlık da böyledir, bir varlık sınırlı olursa bir noktada durur. Zaten bundan sonra da bir varlık gelir.

Allame Tabatabaî Hz. Resul'ün hadisini aktardıktan sonra şu tespitte bulunur: Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu sözü yüce Allah'ın herhangi bir sınırla sınırlı olmamasına dayalı sayısal olmayan birliğini beyan etmek için serdedilmiştir. Yüce Allah'ın tevhidi ve tavsifinin (O'nu birleme ve nitelemenin) zahirinin batınından, batının da zahirinden ayrı olmamasını sağlayan, bu sınırsızlığıdır. Zahir ile batın, ancak sınırla başkalaşır, birbirinden ayrılır. Sınır kalktığında zahir ile batın birbirine karışır, "bir" olur.[9]

Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: Hamd Allah'a ki hiç bir sıfatı diğer sıfatlarından önce­likli değildir. Dolayısıyla ahir (son) olmadan evveldir, ba­tın (gizli) olmadan zahirdir. O'nun dışında vahdetle isimlendirilen bütün şeyler azdır. O'ndan başka her aziz, zelildir. O'ndan başka her güçlü, zayıftır. O'ndan başka her malik (sahip), memluktur (sahip olunandır) O'ndan başka her alim, öğrencidir[10] Bir olarak ifade edilen bütün şeyler iki, üç dört karşısında azdırlar. Ama O (c.c.) sınırsız ve sonsuz olduğundan dolayı ikincisi bulunmamaktadır ve az değildir. İlginç bir diğer nokta Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s.) ‘kesir/çok' sözcüğü yerine kalil/az sözcüğünü kullanmasıdır. Zira çok sözcüğünü kullanacak olsaydı Hz. Emir terkiblik akla gelecekti. Muvahhidlerin Emiri, O'nun yapısının basit olduğuna vurgu yapmak için de kalil/az ifadesini kullandı.

Tevhidde mahdudiyetsizlik önemli bir konudur. Mahdudiyet anlaşılmadan tevhid-i zatînin anlaşılması da zorlaşmaktadır. Bu konuya geçmeden önce Tevhid-i zatînin iki konusu olan ‘mahdudiyetsizlik' ve ‘vahdet-i ğayr-i adediyye' hakkında Allame Tabatabaî'mnin şu tespitlerini aktarmak istiyorum: Bundan dolayı eski Mısır, Yunan ve İskenderiye filozofları ile onlardan sonra gelen diğerlerinin bize kadar ulaşan sözlerinin sayısal birliği destekledikleri görülür. Hatta Ebu Ali İbn-i Sina gibi biri de, eş-Şifa adlı eserinde bunu açıkça ifade etmiştir. Yaklaşık Hicrî bin yılına kadar gelen diğer filozofların da görüşleri bu yönde olmuştur.[11]

Vahdet-i gayr-i adediyye Resul ve Ehl-i Beyt İmamlarının insanlığa bir hediyesidir. Gerçekten de dilsel açıdan tevhidi ele alıp da açıklamaya gidecek olursak sıkıntıya gideriz. Birleme anlamına gelen tevhidin zatîlikte birliği tam bir çıkmazdır. Allah-u Teâlâ'nın zatî olarak bir olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Beri taraftan biz bireyler de bir olduğumuza göre bir şirk gerçekleşiyor. Buradan tevhide nasıl ulaşacağız. İşte Ehl-i Beyt İmamları burada kasdedilenin sayısal bir birlik olmadığını ortaya koymuşlardır. Sayısal olmayan birliği kabul ettiğiniz zaman meselenin seyri değişiyor. Bu birliğin sayısal birlik olmadığını ilk olarak dillendirmeye başlayan Sebzevarî ve Molla Sadra gibiler de aklî çıkarsamalarla değil Hz. Emir'in (a.s.) hutbeleriyle ancak bunu dillendirebilmişlerdir. Tevhid-i gayr-ı adediyye aklî bir konu ve Kur'an'dan çıkartılan bir konu. Ancak Hz. Resul'un (s.a.a.) vefatından sonra Molla Sadralara gelinceye kadar Kitab'tan çıkartılması gereken bu derin analiz çıkartılabilmiş değildir. Hatta günümüz Türkiye'sinde dahi tevhid-i gayr-ı adedî meselesine değineni pek de göremedik. Tevhidin diğer boyutlarına şu veya bu şekilde değinilmişse de bu noktaya pek değineni görmedik. Nur, mübin ve hidayet menbaı olan Kur'an-ı Kerim'den ve Sünnet-i Nebeviyye'den bunu çıkartabildiniz mi? Ama Risalet mesajının hamillerinin sözlerinde buna ilişkin yığınlarca değini var. Konu önemli görülmeyebilir, ancak biz aynı kanaatte değiliz. Rab Teâlâ'yı bütün boyutlarıyla tanımak insanda bir hayranlık uyandırmaktadır. Bu tanımanın kadar her bir boyutunun (zatî, sıfatî ve efalî) ayrı önemi vardır.

Rab Teâlâ'yı tanıma noktasında önceki makalede Ali'nin (a.s.) hutbesinden, o okyanustan bir katre sunmuştuk. İbarelerin cezb ediciliğine dikkat çekmiş, şaşmaz bir sistematiği arz ettiğini sunmuştuk. Aynı dönemde yaşayan sahabe, tabiun ve sonraki kuşaklarda hatta insanlık tarihi boyunca böyle bir açıklamanın olduğunu göremiyoruz. Böyle bir olgunun, açıklamaların bulunması aslında ilahî makamın insanlar arasında bulunduğunun bir diğer kanıtıdır. Kitab-ı Kerim, canlı şekli insanlar arasında bulunmaktadır.

Kimileri Nehcü'l-Belağa'nın uydurma olduğunu söylemektedirler. Senedin problemli olup olmadığını bir yana bırakıyorum. Ama şunu sormadan da edemeyeceğim. Biz Müslümanlar İslam'ın bütün boyutlarda en mükemmel bir din olduğuna iman etmekteyiz ve böyle bir iddiayı bütün insanlar karşısında dile getirmekteyiz. Bu açıdan, birilerinin/düşünce ekollerinin bir veya birkaç konuda ortaya koyduğu öğretiler İslam'ın o konudaki öğretilerinden daha üstün olursa bu iddianın altından nasıl kalkabileceksiniz? İnsanın kemale doğru yolculuk yaptığı bu evrende daha alt seviyedeki ilkeler ve öğretilerle yetinmesi insan fıtratına aykırıdır. Şimdi bu çerçevede Ali'ye (a.s.) nispet edilen eşi benzeri ortaya konulmamış ve hala da ortaya konulamayan bir takım öğretileri görmemezlikten gelmek bir sıkıntıdan başka bir şey değildir. Bu böyle bir şey olmasın demektir.    

 

Tevhit-i Efali

Önceki makalede tevhidin makamlarına ve türlerine ismen değinmiş ve bunların bütününü ele alamayacağımızı, böyle bir çalışmanın sınırlarını aşacağını, dolayısıyla bir iki tanesiyle yetineceğimizi belirtmiştik. Tevhid-i zâtînin ‘vahdet' boyutuna değindik, ancak ‘ehadiyet' boyutuna değinmedik. Aslında ikinci olarak tevhid-i sıfatîyi ele almamız gerekiyor. Fakat biz biri düşünsel, diğeri de eylemsel olan iki mertebeyi ele almak istedik. Bundan dolayı ilkine örnek olarak tevhid-i zatînin vahidlik makamını ele aldık. Şimdi ise ikinciye örnek olarak da tevhid-i efalîyi ele alıyoruz. Tevhid-i efali kanaatimizce oldukça önemli. Çünkü birçoklarının şirk, küfür diye belirttikleri şeyin aslında niteledikleri gibi olmadığını aksine tevhid inancı olduğunu görmeye çalışacağız.

Tevhid-i efalî; âlemin illet ve malulleri, sebep ve sonuçlarıyla Allah-u Teala'nın fiilleri olduğuna, varlık âleminde meydana gelen bütün şeylerin O'nun izni ve meşieti dâhilinde gerçekleştiğine inanmak demektir.[12] Varlık âleminde O'nun var oluşsal izni olmaksızın bir şeyin meydana geldiğine inanıyorsanız şirke düşmüşsünüz demektir. O'nun izni ve meşieti olmadan hiçbir şey gerçekleşmez. Tabi buradaki ince ayrım, teşriî izin ile tekvinî iznin birbirinden farklı olduğunu bilmek ve O'nun varlık âleminin özü olan insana ihtiyar ve irade seçkisi verdiğinin farkında olmaktır. Böyle bir ayrımla hem şirkten hem de kötülüğün Ona nispetinden korunmuş oluruz. Örneğin, içki içmek. Biz içkiyi kendi kudretimizle içtiğimizi düşünecek olursak varlık âleminde birbirinden bağımsız iki kudret tasavvur etmiş oluruz ki bu bir şirktir. Beri taraftan içki içmek gibi çirkin bir eylemi Rab Teâlâ'ya nispet edemeyiz. Çünkü Rab Teâlâ teşriî olarak O'nu insana yasaklamıştır. İnsana irade ve hürriyet vermiştir. İnsan iradesiyle O'nun tekvinî izni dâhilinde yerine getirebilir. İnsan bu eylemi yerine getirirken O'nun teşriî emrine karşı gelerek ama O'nun tekvinî izniyle yerine getirir. Çünkü O, insanın irade sahibi olmasını dilemiştir.

Diğer varlıklarda da aynı durum söz konusudur. Güneş ve aydınlığı, ateş ve yakıcılığı, su ve bitki yetişmesine neden olması vd. Varlık âlemindeki bütün şeyler Ona ait olduğu gibi bu varlıkların fiili de Ona aittir. Tevhid-i efalî de nedensellik nizamının inkârı değil Ona ait olduğu dile getirilir. Bu âlemin bir parçası olan insan da fiilleriyle Ona aittir. Şu var ki O fiillerini hür iradesiyle ve O'nun verdiği güç ve kuvvet ile gerçekleştirir.

Bir diğer örnek verelim. Yazı yazdığımızı düşünelim. Bu yazıyı ben mi yazmışım Allah-u Teâlâ mı yazmıştır. Eğer bu fiilin bağımsız bir şekilde bize ait olduğunu söyleyecek olursak ‘Mutezile' düşüncesine sahip olmuş oluruz. Eğer bu fiilin Allah-u Teâlâ'ya ait olduğunu söyleyecek olursak bu da ‘Eşarî' düşüncesi olur. Eğer bu fiilin bize ve Allah-u Teâlâ'ya ait olduğunu söyleyecek olursak ortaya şirk çıkar. Çünkü aynı fiilde iki kişiyi ortak kılmış oluruz. Ehl-i Beyt Mektebi ise bu konuda şöyle düşünür: Fiiller Allah-u Teala'nın bize verdiği güçle tarafımızdan yerine getirilir. Hatta namazda ayağa kalkarken okuduğumuz tesbihatlardan birisi olan ‘bi havlillahi ve bi kuvvetihi ekumu ve ekudu'[13] tam da buna işaret etmektedir. Görüldüğü gibi kalkma ve oturma eylemlerini kendimize, ama bu eylemin nedeni olan gücü Allah'a nispet etmekteyiz.

Bu dediklerimizin ispatı sadedinde Mutezile ve Eşarî ekollerinden büyük bilginlerinden birer pasaj aktaracağız.

Mutezile'nin büyük bilgini Kadî Abdülcebbar şöyle der: Şeyhimiz Ebu Ali şöyle der: “Bütün adl ehli (Mutezile) kulların tasarruflarının, kıyam ve oturuşlarının kendi cihetlerinden hadis olduğu, Allah-u Teala'nın onları buna kadir ettiği hususunda ittifak etmişlerdir. Yine Allah-u Teâlâ'nın bu fiillerin faili ve muhdisi olmadığı, Allah-u Teala'nın bu fiillerin faili olduğunu söyleyenin büyük bir hataya düştüğü hususunda ittifak etmişlerdir”.[14]

Bunun gerekçesi olarak Kadî Abdülcebbarın mantıkî bir açıklaması vardır. Ona göre eğer ‘cebr' görüşü sahih olmuş olsaydı Resul ile İblis aynı seviyede olacaktı.[15] Kâfirlerle mücahedede çirkin bir şey olacaktı.[16] Ayrıca Onlar varlıkların yaratılışları esnasında Vacibü'l-Vucud'a ihtiyaç duyduklarını, varlık sahasına geldikten sonra fiilleri için yaratıcıya ihtiyaç duymadıklarını söylerler. Kadî bu ve kaderle ilgili iddialarını ispatlamak için tam 20 bab açar. Hasımlarının görüşlerini tartışır.[17]

Bu olayı uzatmak istemiyoruz, ama Rab Teâlâ'ya zulüm nispetinden kurtulabilmek için Mutezile bu yola başvurmuştur.

Karşıt noktada bulunan Eşarîler ise “Allah her şeyin yaratıcısıdır” (13/er-Ra'd/16) ve “Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır (37/es-Saffat/96) ayetlerine dayanarak bütün fiillerin Allah-u Teâlâ tarafından yaratıldığını ileri sürerler. Ancak bu yaratma eyleminde tevhidî kendi açılarından korumak için hiçbir varlığa faaliyet unsuru vermezler. İnsandan da diğer tabii varlıklardan da faaliyet kabiliyetini alırlar. Onlara göre ateş ile yakıcılık, güneş ile aydınlatma arasında zarurî bir bağ yoktur. Onlara göre yaratıcılık sadece Allah'a ait olduğundan en ince ayrıntılarına kadar bütün varlıklar vasıtasız bir şekilde O'nun tarafından icat edilmiştir. Bundan dolayı kâinatta cereyan eden ve varlıkların meydana gelişinde etkili olan zorunlu bir illiyet ilkesinden söz edilemez.[18] Bundan dolayı tabiat hadiseleri arasında ontolojik bir zorunluluk yoktur.

Bir tarafta Halikiyette tevhidi ispat edeceğim diye evrendeki sebep-sonuç dairesini inkâr eden Eşarîler, diğer tarafta Allah'a zulüm nispet etmemek gayesiyle hareket eden ama şirk çukuruna düşmekten kurtulamayan Mutezîle. Peki, bunun çıkar yolu yok mu?

 

Kur'an'da Tevhid-i Efali

Peki, Kur'an-ı Kerim bu konuda ne demektedir?

İlk önce Eşarîlerin sebep-sonuç silsilesini inkâr eden nazariyeleri Kur'an'ın hiçbir yerinde destek görmez. Zira Kur'an birçok ayette açıkça sebep sonuç dairesine işaret eder. Bir diğer nokta da Kur'an-ı Kerim açıkça fiilleri kullara nispet etmektedir.

Örneğin; “Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. (2/el-Bakara/22). Su ile bitkilerin yetişmesi arasında sebep-sonuç ilişkisine dikkat çekmektedir.

“Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. (30/er-Rum/48) Rüzgâr ile bulutların kaldırılması. Beri taraftan Kur'an-ı Kerim'de eylemlerin insanlara, cinlere, tabii varlıklara nispet edildiği yığınlarca ayet vardır.

Mutezile'ye gelince ise Eşarîlerin delil olarak kullandığı ayetlerin yanı sıra “iznihi (O'nun izni, iznîk (senin izninle)” gibi ifadeler var oluşsal sahada gerçekleşen bütün şeylerin Onun iradesine bağlı olduğunu göstermektedir.

Biz burada ayrı bir noktanın üzerinde durmaya çalışacağız. Kemal ve cevad olan Rab Teâlâ kemalliğinin gereği olarak bütün özellikleri, varlıkları ve kemalî varlıkları mevcudata vermektedir. Ancak mevcudat bu özelliklerden kapasitesi oranında yararlanmaktadır. Bu bağış İlahî yönden sınırı bulunmamaktadır. Ama kulların kendisi sınırlı olduğundan dolayı bu bağıştan kapasitesince yararlanabilmektedir. Şimdi bunu Kur'an-ı Kerim'den görmeye çalışalım.

Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda herhangi bir varlık veya kemalî varlığın (bilme, işitme, görme, kudret, öldürme, diriltme vd) ilk önce Allah-u Teâlâ'ya nispet edildiğini sonrasında da insana nispet edildiğini görürüz.

Örneklerle açıklamaya geçelim.

İhya/diriltme ve miras: “ve inna lenehnu nühyi ve nümîtü ve nahnu'l-varisun/Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz. (15/el-Hicr/23) Bu ayet hasr ifadesi tarzındadır. Yani dirilten de öldüren de varis olan da biziz.[19] Bu ayete bakan bir kimse Allah-u Teâlâ'dan başka bir diriltenin, öldürenin ve varis olanın olmaması gerektiğini söyler.

Aynı Kur'an-ı Kerim iki ayette Allah-u Teâlâ dışında bir varlığa ihya eylemini nispet eder. Al-i İmran/49. Ayette ve Maide/110. Bu ayetler ihya eylemini Hz. İsa'ya nispet etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de suya da ihya eylemi[20] nispet edilmekteyse de mecaz olabilir itirazının gelmemesi için bu ayetleri zikretmedik. Varis olma olgusuna gelince günlük hayatta herkes ölen yakınından miras almaktadır. Yığınlarca olayla karşılaşmaktayız. Kitab-ı Kerim Hz. Süleyman'ın Davud'a, toplumların birbirine varis olmasına, Allah'ın kullarından dilediğini yeryüzüne varis kılacağına, cennete varis olanlara [21] işaret etmektedir.

Allah-u Teâlâ kemal olan ihya ve miras olmayı kullara da nispet etmektedir.

Mevt: “Allah-u Yeteveffa'l-enfüse hine mevtiha…/Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır.” (39/ez-Zümer/42) Bu ayette canları alma Allah-u Teâlâ'ya nispet edilmekteyken başka ayetlerde aynı eylem ölüm meleğine ve elçilere nispet edilmektedir.

“kul yeteveffaküm melekü'l-mevti…./Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak” (32/es-Secde/11)

“teveffethu rusuluna ve hüm la yuferritun/Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar.” (6/el-Enam/61)

İzzet de bütünüyle Allah-u Teâlâ'ya aittir. “Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir” (4/en-Nisa/139)[22] Dipnotta gösterdiğimiz diğer başka ayetlerde de izzet sadece Allah-u Teâlâ'ya özgü kılınır. Bu ayetlere bakan kimse sanki Allah dışında başka hiçbir kimsenin aziz olmadığını, bütün kulların ve mevcudatın zelil olduğunu zanneder. Kişi ön yargılarından sıyrılarak bu ayetlere bakacak olursa bu ayetleri “Gaybı sadece Allah bilir” türünde bir ayet gibi görür.

“Halbuki asıl izzet, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (63/el-Münafikun/8)

Velayet: “Hünalike'l-velayetü lillah/İşte burada velayet, Hak olan Allah'a mahsustur.” (18/el-Kehf/44)

“Fallahü hüve'l-veliyy/Halbuki veliy sadece Allahtır” (42/eş-Şura/9)

“Sizin veliniz ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” (5/el-Maide/55) Yine Nisa Suresinde bazı kullara ‘veliy' ismini nispet eder. “Biz kendi katından bir veli tahsis et” (4/en-Nisa75)

El-Ğına: “Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O'dur.” (35/el-Fatır/15) bu ayet gına özelliğini Rab Teâlâ'ya vermekte ve bütün mevcudatın Ona muhtaç olduğunu belirtmektedir.

“ve ma nekamu en eğnahumullahu ve resuluhu min fadlih/Ve sırf Allah ve Resûlü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar.” (9/et-Tevbe/74) Bu ayet ‘iğna' özelliğini Allah ve Resulüne vermektedir. Bu ayette ilginç olan nokta şudur ki “min fadlihima” şeklinde olması gerekirken, Rab Teâlâ Resulünün iğnasını kendi iğnasıyla aynı saymakta ve O'nun iğnalıkta mutlak masum olduğuna işaret etmektedir.

Gayb: “ve indehu mefatihü'l-ğayb. La yalemuha illa hu/gaybın hazineleri[23] Onun katındadır.” (6/el-Enam/59) Gaybı sadece Allah-u Teala'ya özgü kılarken el-Cin suresinde O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği elçiye açar.” (72/el-Cin26) Resullerin de gayb bilgisinden yararlandıklarını belirtir.

Tedbir: “yüdebbirü'l-emre mine's-semai ile'l-erd/Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar” bu ayetlerde işlerin tedbirini Rab Teâlâ kendisine ait saymaktadır. Başka bir ayette ise işleri tedbir edenlere yemin ederek şöyle der: “felmüdebbirati emra/ iş düzenleyenlere” (79/en-Naziat/5) Yani Rab Teâlâ dışında tedbir edenler vardır. Biz de zaten gündelik hayatta birçok işlerimizi düzenleriz.

Kuvvet: “Bütün kuvvet Allah'a aittir” (2/el-Bakara/165) buyururken bir başka yerde “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet..” (8/el-Enfal/60) müminlerin kuvvet sahibi olduğundan bahseder.

Şefaat, teşri, itaat, hüküm, halk/yaratma, rahmet bunların bütünü de bu kategoridedir. Zaten şefaat, bu ayetin bir bölümünü oluşturacağından bunu etraflıca ele alacağız.

Özetle tevhid-i efalînin bu boyutunda feyz nazariyesi devreye giriyor. Bu nazariyeye göre Allah-u Teâlâ bütün kemali özellikleri ve varlıkları kullara ve varlığa verir. Varlığın yapısı buna yeterliyse bundan alır, aksi takdirde bundan alamaz. İlahî bir men söz konusu değildir. İlahî bir menin söz konusu olduğunu söylemek Allah-u Teâlâ'nın sevmediği bir sıfat olan buhl/cimrilikle nitelenmesi ve sınırlı olması anlamına gelir. Varlığa lazım olan bütün kemalleri Rab Teâlâ vucubun anh[24] olarak mevcudata verir.

Bu noktada değinilmesi gereken bir diğer husus, burada tevhid ile şirk arasındaki ince ayrım şudur: Rab Teâlâ bütün bu kemalî özelliklere bizzat ve bağımsız sahipken, kulların hiçbirisi bunlara bağımsız bir şekilde sahip değildir. O'nun bağışı ile buna sahip olurlar.

Peki, Rab Teâlâ bütün bunları neden kula verdiğinin bir diğer cevabı şudur: Çünkü O (c.c) zatı gereği sınırlı değildir. Bu kemalî özellikler Ona nispet edilmediği zaman O'nun mahdud olduğu sonucu ortaya çıkar. Dolayısıyla tevhid-i efalî de tevhid-i zatînin vahdet-i gayr-ı adediyyesinde gelip durmaktadır.

Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) bu bağışı tevhid-i zatîye bağlayarak şöyle der: Delili ayetleridir. Varlığı ispatıdır. Tanınması birlenmesidir. Birlenmesi yaratıklarından ayırt edilmesidir. Yaratıklardan ayırt edilmesi, onlardan uzakta, onlardan kopuk olması değil, onlar gibi olmaması anlamındadır. O, yaratan, yönetendir; yaratılan yönetilen değildir. Tasavvur edilen her şey O'nun tersinedir... Zatı ve özü bilinen, ilâh olamaz. O, delil ile kendine delâlet eden, bilgi ile kendine ulaştıran ilâhtır.[25]

İmam (a.s.) burada Rab Teâlâ'nın varlıktan ayrı oluşunu “beynunet-i izle/onlardan ayrı oluşuluk” olarak değil, sıfat ayrılığı olarak nitelendirmektedir. Eğer onlardan ayrı olacak olursa bu bir sınırlı olmayı getirir. Ama sıfat yönünden mevcudattan ayrı olacak olursa her özelliğini varlığa akıtır.

“Her şey iledir; eşleşmeksizin. Her şeyden baş­kadır; ayrılmaksızın.”[26]

Bu ifadeler “ve hüve meeküm eyne ma küntüm/nerede olursanız o sizile birliktedir” (57/el-Hadid/4) ayetinin dakik bir şekilde tefsiridir. Rab Teâlâ ile evren arasındaki maiyete/birlikteliğe İmam (a.s.) hulul ve ittihada varmayan bir açıklamayla meseleyi vuzuha kavuşturmaktadır. Yoksa böyle bir ayetin tefsiri gerçekten güçtür. 

Makalenin başından beri aktardığımız rivayetler Kur'an'a arz edildiğinde bu rivayetlerin sağlamlığın yanı sıra aklî sahada Kitab'ın dakîk nüktelerinin anlaşılması noktasında Masum Zat'a duyulan ihtiyacı göstermektedir.

Rab Teâlâ tevhidin hakikatini anlayabilen kullarından bizi eylesin.

Selam ve dua ile

 

 

 

 

 

 



[1] Sübhanî, Şeyh Cafer, Usulu'l-Hadis ve Ahkamuhu fi İlmi'd-Diraye, s.19, 1428-Qum

[2] Es-Saduk, Ebu Cafer Muhammmed b. Ali b. el-Hüseyin Babeveyh el-Qummî (h.381), Meani'l-Ahbar, s.10, Tevhid ve Adaletin Anlamı Babı, Hadis no:1, 1399-Beyrut.

[3] Nehcü'l-Belağa, 96. Hutbe, s.178

[4] El-Qummî, Şeyh Abbas, Mefatihü'l-Cinan, s.377, 1425-Kuveyt.

[5] Sebzevarî, Şerhü'l-Manzume, S.263, Taşbaskı, Derleyen ve notlandıran: Hasanzade Amulî.

[6] Age, s.5

[7] Gazzalî, Ebu Hamid, el-Maksadü'l-Esna fi Şerhi Meanillahi'l-Esmai'l-Hüsna, s.146 Beyrut-1986

[8] Age, s.147

[9] El-Mizan, c.6, s.103

[10] Nehcü'l-Belağa, s.99, 65. Hutbe.

[11] El-Mizan, s.104

[12] Mefahimü'l-Kur'an, c.1, s.15

[13] Anlamı: Allah-u Teâlâ'nın verdiği güç ve kuvvetle oturuyor ve kalkıyorum.

[14] Abdülcebbar, Kadî, el-Muğnî, c.6, s.41 ve c.8, s.1, Mısır, Darü'l-Mısriyye.

[15] Kadî, Abdülcebbar el-Hemedanî, Şerhü Usuli'l-Hamse, s.336, Mısır-1384

[16] Age, s.336

[17] El-Muğnî, c.8, s.109-161

[18] Gazzalî, Ebu Hamid, Tehafütü'l-Felasife, s.60-8, Kahire-1326

[19] Cümlede mübtedadan sonra hasr zamirinin ve lam edatının bulunması özgülük ifade etmektedir.

[20] Bakara/164; Nahl/65

[21] 27/en-Neml/16; 7/el-Araf/169; 7/el-Araf/128; 23/el-Müminun/11 vd.

[22] Ayrıca bkz. Fatır/10 ve Yunus/65

[23] Birçok mealde gaybin anahtarları şeklinde çevrilen bu ayet, biz kasıtlı bir şekilde böyle çevirdik. Çünkü mefatih sözcüğü kanaatimizce anahtar anlamına gelen miftah kelimesinin çoğulu değil hazine anlamına gelen mefteh kelimesinin çoğuludur.

[24] Vucubun anh ile vucubun ela arasındaki fark şudur: Rab Teâlâ'nın şanına yakışanı yerine getirmesi vucubun anhdir. Hiçbir mümkün varlığın Rab Teâlâ üzerinde bir hakkı yoktur. Ama Rab Teâlâ'nın şanı gereği ortaya koyması gereken fiiller vardır. Şia ile Mutezile'nin ayrıldığı konulardan birisi de budur. Vucubun ela, mümkün varlığın Allah-u Teâlâ'ya bir şeyler yüklemesi, bazı şeylerle zorunlu tutmasıdır.  

[25] Tabersî, Ebu Mansur Ahmed b. Ali b. Ebu Talib, El-İhticac, c.1, s.266, 1380-İran

[26] Nehcü'l-Belağa, s.14.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar