35851-Adsız.png

Dinde zorlama yoktur

İlahî iradenin tekvine bakan boyutunda kimseyi zorlamaz iken, Rab Teâlâ teşrie bakan boyutunda insanları inanmakla yükümlü kılmıştır. Risalet, nübüvvet, imamet ve vahiy gibi.. Bu tekvini hakikat de içinde bir yol göstericiliği bir irşadı barındırmaktadır. Bu öğüt de şudur: ‘Ey insanlar ve ey iman edenler, insanları dine davet ettiğinizde kesinlikle ikrah ve icbar kullanarak davette bulunmayınız’.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Bakara 256. ayeti tefsirine giriş

 
 
 
 

 

                                                           Cevher Caduk (ilahiyatçı-öğretmen)

 

 

Bakara 256

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir” (2/el-Bakara/256)

Ayetlerin anlaşılması noktasında hem Kur'an bütünlüğü hem de ayetin içinde bulunduğu ayetler bütünlüğü önem arz etmektedir. Tevhidi en genel boyutlarıyla ele alan Ayetü'l-Kürsî ile bu ikinci ayet arasında nasıl bir bağ bulunmaktadır. Bazı tefsirlere bakmaya çalıştık ancak bu iki ayet arasındaki münasebete değinen bir tefsire rastlayamadık.

Kanaatimizce bu iki ayet arasındaki münasebet şöyledir: Allah azze ve celle Ayetü'l-Kürsî'de tevhidin zat, sıfat ve fiil boyutlarını doyurucu, kusursuz ve noksansız bir şekilde ortaya koydu. Rab Teâlâ bu niteliklere sahip bir İlaha işaret ettikten sonra kulluğa ve bu kulluğun zorlamaya dayalı olmadığına işaret etti. İbadet ve kulluğun daha doğrusu inancın en üst seviyesine yani serbestiliğine işaret etti. Nasıl ki, Rab Teâlâ kemal sahibi ise bunun karşılığında yapılacak inanç ve kulluğun da kemaline işaret edilmesi gerekmektedir ki bu ikrah/zorlama sınırlarının dışında bütünüyle hür iradeye dayalı bir inançtır ki, bu ikinci ayet serbest inancın önemine dikkat çekmektedir. Ortaya çıkan tablo şu: Kamil İlah ve Kamil ilaha yapılabilecek en kâmil kulluk, yani hür ve özgür iradeye dayalı kulluk ki bu da rızaya dayalı ve isteğe bağlı kulluk.

İnsanın evrenin merkezinde olduğuna bu makalelerin ilk bölümünden itibaren vurgu yapmaya çalıştık ve hala da vurgu yapmaya çalışıyoruz. İnancın ve kulluğun zirvesini oluşturan hür iradeye dayalı kulluğu kim ve hangi canlı tarafından yerine getirmektedir: İnsan.

Evrene bakıp da dünyanın evrende bir nokta dahi olmadığını göz önüne alarak, evrendeki insanın kapsadığı maddî boyutu insanın değeri olarak takdir etmek büyük bir yanılsamadır. İnsanın kalbî ve aklî boyutunu ve bunun evreni potansiyel olarak kuşatabilecek bir yapıda olduğunu göz ardı edenler, engin boyutlara sahip ayetlerin insanı muhatap almasını ve insanın idrakine sunuluşunu nasıl açıklıyorlar acaba!?

 

İhtiyari iman

Evreni tevhid gibi eşsiz bir sistematik üzerine kuran Rab Teâlâ'ya karşı iki türlü iman söz konusudur.

İlki: İcbarî iman. İradenin devre dışı kaldığı bir iman. Rab Teâlâ dileseydi biz bu şekilde iman ederdik.

“ve levşae le hedakümecmain/Rabbiniz dileseydi kuşkusuz bütününüz iman ederdiniz” (10/Yunus/99)

Zamahşerî bu ayetin tefsirinde şöyle der: O dileseydi sizi imana zorlardı. Ancak O (cc) böyle yapmamış iman etme konusunu hür irade üzerine bina etmiştir.[1]

İlahî kudret buna kadir olsa da ilahî hikmete aykırı düşmektedir. Ancak burada şöyle bir yanılgıya düşülmemelidir: ‘Rab Teâlâ birilerinin iman etmesini istedi birilerinin de inkârını istedi'. Asla, bu ayet böyle bir anlamı ifade etmiyor. Rab Teâlâ iman olgusunun insanın irade ve ihtiyarına bırakıldığını söylüyor. Bütün insanlar hür iradeleriyle iman da edebilirler inkâr da. Yoksa cebre varacak bir şekilde Allah-u Teâlâ ‘insanların bir bölümünün mümin bir bölümünün ise kâfir olmasını istedi' türü bir anlam çıkmaz.

İkincisi: Rızaya ve isteğe dayalı iman. İşte bizden istenilen rızaya dayalı bir iman ve kulluktur.

Ayet-i kerimeye ikrah olgusuyla başlanmaktadır. Dinde ikrahın olmadığı belirtilmektedir. İkrah olgusunun anlaşılabilmesi için ilk önce ayette geçen ‘din' sözcüğüne değinmek gerekmektedir. Yani ayette olumsuzlanan veya nehy edilen ikraha konu olan din nedir?

Din sözcüğünün dilsel tahliline girerek konuyu uzatmak istemiyoruz. Bizim için önemli olan verilmek istenen mesaja ulaşabilmek.

Biz biliyoruz ki, din ana hatlarıyla iki türlü olgunun bileşiminden oluşmaktadır.

İlki: Bir takım inanç ilkeleri. Her dinin inanç olarak belirlediği bir takım ilkeler vardır. Bu ilkeler doğal olarak inanca konu olduklarından dolayı kalple bağlantılıdır. Kalbin kabul ve reddi söz konusudur.

İkincisi: Eylemler. Bedenin organları tarafından yerine getirilen bir takım fenomenler.

Kur'an-ı Kerim'de geçen “ellezineamenu ve amilu's-salihat/iman edip salih eylemleri yerine getirenler” ifadesi bu noktaya vurgu yapmaktadır.

Ayetin giriş cümlesinde geçen “dinde zorlama yoktur” ifadesi dinin hangi boyutuna yöneliktir. İnanç mı eylem mi?

Doğal olarak üç sonuç ortaya çıkacaktır.

a- İnanç ilkeleri

b- Eylemler

c- İnanç ve eylemlerin bütünü.

Soru: Ayette geçen dinden murad nedir?

Biraz daha açacak olursak, ya yasak olan zorlama hem inanç hem de eylem bütünlüğünün ikisine birden yöneliktir, ya da sadece inanca veya sadece ibadete yöneliktir.

Kanaatimizce burada zorlama ve icbarın yasak olduğu dinden murad dinin kalbî ve inanç ile ilgili boyutlarıdır. Bu hususlar için kişi zorlanamaz. Eylemlere ve zahirî amellere yönelik değildir. Zira din, zorunlu olarak iyiliği emretme ve kötülüğü nehy etmeden, bir takım had ve tazirlerden bahsetmektedir ki, bu da son derece doğaldır. Zira din sonuç itibariyle hak ve hukukun inşa edilip gözetildiği, bireylerin salih ameller dediğimiz doğru davranışları yerine getirmeyi arzuladığı bir toplumu inşa etmek ister. Bunun için de doğal olarak yanlışlıklara ve toplum düzenini bozan davranış ve eylemlere bir takım cezalar getirir. Toplumda hak gaspına giden, başkasının alın terini sömüren, hırsızlığa başvuran, insanların onur ve haysiyetleriyle oynayan, iffet sahibi bireylere iftiralar atan, Rab Teâlâ'nın mukaddes saydığı insan canını öldürmeye kast edenlere elbette ki bir takım kurallar ortaya koyması kadar doğal bir sonuç olamaz. Aksi takdirde toplumda taş üstünde taş kalmaz, güçlünün hukuku dediğimiz tablo ortaya çıkar, inleme ve şekvalar alıp başını gider. Bu açıdan bakıldığında toplumun hem korunması hem de toplumsal sıkıntıların giderilmesi gerekmektedir. Bireylerin ve toplumun korunması için İslam Dini emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkeri, toplumsal sıkıntıların giderilmesi için de had ve tazirleri teşri etmiştir.

Bu konuda yerinde tespit Muhammed Sadıkî'ye aittir. O şöyle der: “Zorlama yoktur ifadesi hem zorlamanın mümkün olmadığı hususları hem de zorlama ve icbarın sahih olmadığı hususları kapsar… Dinin bir bölümünde ikrah olanaksızdır. İnanmaya zorlama gibi. Bir bölümünde ise mümkündür ve bulunmaktadır. İyiliği emretme ve kötülüğü nehy etmedeki ikrah gibi. İslam sistematiği içindeki ikrahın amacı mümin toplumda bulunan dinin fenomenlerini amacını gütmektedir”.[2]

Özetle bunların bütünü bir şekilde zorlamadır, ikrahdır ve eylemlerle bağlantılıdır. Konu ile ilgili fıkıh kitaplarının iyiliği emretme, kötülüğü nehy etme, had ve tazirler bölümlerine başvurulabilir. Dolayısıyla ikinci ve üçüncü olasılıklar kendiliğinden düşmektedir.

Kanaatimizce bu ayetin ifade ettiği anlam şudur: İslam'a tümden karşı olabilir ve bu dini kabul etmeyebilirsiniz. Bu noktada serbestsiniz, kimse sizi dini kabul etmek için zorlayamaz. Ancak aziz İslam Dinini kabul ettikten sonra O'nun ortaya koyduğu ilkelere ve hükümlere –ki bu hükümler ve ilkeler kesinlikle insan fıtratıyla uyumludur- de uymak zorundasınız. Kanaatimizce de ayetin anlamı şöyle şekilleniyor: “la ikrahefi'd-din ( la ikrahe ela itikadifi'd-din/dine inanma noktasında zorlama ve icbar yoktur)”

Müfessir Nesefî de bu anlamı benimsemiştir. O şöyle der: “Yani hiçbir kimse hak dinine girsin diye icbar olunamaz”.[3]

 

Dinde zorlama yoktur (la ikrahe fi'd-din) 

Ayetin bu giriş bölümünün kısaca gramatik analizini yapacak olursak şöyle deriz: Bu analizi zorunlu olarak yapıyoruz. Zira buradan ayetin mesajını anlamaya yönelik bir tartışma ortaya çıkıyor.

La; türü olumsuzlayan bir sözcüktür. Bu sözcük kullanıldığı cümleye o türden hiçbir şeyin olmadığı anlamını verir. Yoksa değildir, ‘…maz' gibi olumsuz anlamlara gelmez. Örneğin ‘la raculefi'l-beyt/evde adam türünden hiçbir kimse yoktur'

İkrahe: La edatının ismidir, nasb mahallinde fetha üzere mebnidir.

Fi'd-din: türü olumsuzlayan la edatının haberinin ilişiğidir.

Ayetin bu bölümünün anlaşılmasına ilişkin olasılıklar.

İlk olasılık; Ayetin bu bölümü yapısı itibariyle ihbarîdir ve insan yapısına ilişkin bir gerçekliği daha doğrusu bir olguyu haber vermektedir. Örneğin ‘çocuk evdedir, tatlı güzeldir' ‘hiçbir öğrenci uçamaz' türünden bir şeyin durumuna ilişkin bir cümledir. Bu cümleyi olduğu gibi ihbar anlamıyla mı ele almalıyız. Yani Allah-u Teâlâ bize bir olguyu mu haber veriyor. Bu durumda cümlenin anlamı şöyle şekillenir: Dine zorlama olmaz. Kabul noktasında zorlamanın yararı yoktur. Zira dini kabul akıl ve gönül işidir. Ne kadar zorlasanız da boş ve beyhudedir. Din ikrahı kabul etmeyen bir olgu ve kabuldür. Bu yaklaşıma göre ayetin bu bölümü nehy ve şerî bir hüküm değildir. Yani ayet ‘dine girmeleri için zorlamayın' anlamına gelmemektedir.

Öyle anlaşılıyor ki ayetin bu bölümünden olgunun haber verilişi olduğu noktasında büyük bilgin Huî (ks) kısmen bu görüştedir. O kaleme aldığı tefsirinde[4] şöyle der: Ayette geçen ikrah, ihtiyarın zıddıdır. Bu cümle ihbarî bir cümledir. Ayet-i kerimenin mesajı şudur ki; Kur'an-ı Kerim'de çokça tekrarlanan ilahî şeriat ne usul ne de furuu' açısından cebre dayanmaktadır. Resullerin gönderilmesi, semavî kitapların inzalı ve ilahî hükümlerin açıklanmasından murad helak olanın kanıt üzere yaşayanın da kanıt üzere yaşamasıdır ki Rab Teâlâ karşısında herhangi bir mazeretleri kalmasın.[5]

Diyanet İşleri başkanlığının hazırladığı tefsirde de bu görüşe eğilim gösterdiği söylenebilir. Onlar da açıklamalarının bu görüşe uygun olduğunu söyleyebiliriz. Bu tefsirde şu ifadeler geçmektedir: Bir insana zorla bilgi verilebilir, fakat zorla inanması sağlanamaz. Çünkü iman kalbin tasdikidir, bildirilenin doğru olduğuna insanın içten kanaat getirmesi ve inanmasıdır. Bu inanma ancak serbest irade ile karar vermeye ve tercih etmeye dayanır. Ayrıca kalbin ve zihnin içinde olup bitenleri başkasının bilmesi mümkün olmadığından, zora mâruz kalan kimsenin ‘İnandım' demesi halinde bunun içteki duruma uygun olup olmadığı kontrol edilemez.[6]

 

Bu görüşün kanıtı 

Bu olasılığa göre din yani inanç ikrah ve icbarı kabul etmeyen bir durumdur. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ insana insan yapısıyla ilgili bir gerçeklik ve hakikati haber vermektedir. Kalbî eylem ve kabullerde zorlama olmaz. İnsana zorla bir şeyi sevdiremez ve kabul ettiremezsiniz. Dış görüntü itibariyle kabul etse de kalp ve gönül yine de kabul ettiğini ve sevdiğini devam ettirir. İnanç ve akide insan için ihtiyarîdir, zarurî ve cebrî değildir. İnsan benimseyerek inanır. Ama ilim ve bilgi böyle değildir.

Örneğin 2+2:4 sonucu insan kabul etse de etmese de aynıdır ve insan için bir zorunluluktur. İster dinî nasslar olsun ister pozitif bilimin kesinleşmiş verileri ve doneleri olsun, insanın buna karşı konumu zorunluluk içermektedir. İnsan bu veriler karşısında çaresizdir.

İşte burada dine kabul noktasında şu olasılıklar ortaya çıkıyor;

a- Bilgiye dayalı iman

b- Bilgiden yoksun iman

c- Bilgiye dayalı inkar (bile bile inkar)

d- Bilgiden yoksun inkar.

Bu şıkların bilgi ile ilgili bölümü zorunlu iken iman ve inkâr ile ilgili bölümü hür iradeye dayalıdır. Bunların hepsini ele alacak değiliz. Zira okuyucu kafasında bunu hemen somutlaştırabilir. Sadece üçüncü maddeye Kur'an'dan bir iki ayet sunacağız.

Şöyle ki insan bir şeyin hak ve hakikat olduğunu kesin bildiği halde inkâr edebilir. Onun hakikatini kabul etmeyebilir, yani inkâr eder.

Allah-u Teâlâ “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler.” (27/en-Neml/14)

İmam Sadık (a.s.) “Küfr-ü cuhud (inkârcı küfrün) bir diğer türü bilgiye dayalı küfürdür. Hakkı inkâr eden kimsenin kendisine yerleşik olan hakkı, bilerek inkâr etmesiyle olur” buyurduktan sonra örnek olarak Neml Suresinin 14. Ayeti ile el-Bakara Suresinin 89. Ayetlerini tilavet eder.[7]

İblis'in inkârını da bu kategoride değerlendirebiliriz. Bile bile hak olduğunun farkında ola ola inkâr etmemek ve savaş açmak.

İmanın ihtiyarî olduğuna dair bir diğer delil “Ey iman edenler iman edin” (4/en-Nisa/136)

Buyruğudur. Bu buyruk iman ve kabul olgusunun insanın ihtiyarında olduğunu göstermektedir.  Zira emirler, o sahada seçki ve iradenin bulunduğunun delilidir. Bu seçki ve hür irade olmazsa yöneltilen emir ve direktifin bir anlamı olmaz.

“bilgisine rağmen Allah'ın kendisini şaşırtmış olduğu” (45/el-Casiye/23)

Casiye Suresinin ayetinin bu bölümüne ilişkin yorumlardan birisi de şöyledir: “Allah, o bedbaht, hakkı bildiği ve ondan câhil olmadığı halde, onu saptırdı”.[8]

Bu olasılığın diğer bir kanıtı ise Ammar b. Yasir'in ikrah altında kaldığı inkâra zorlandığı olayı konu edinen Nahl Suresinin 106. Ayet-i kerimedir.

Allah-u Teâlâ bu ayette şöyle buyurmaktadır:

“Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır” (16/en-Nahl/106)

Bu ayete göre Ammar her ne kadar inkâr etmeye zorlanmışsa da bu zorlanma yarar sağlamamıştır, zira Ammar'ın kalbi bu zorlanma esnasında iman ile dolup taşmaktadır. Dolayısıyla ilk olasılığı destekler mahiyettedir bu olay. Ne kadar zorlansa da ve bu zorlanma olayında dil ve organlar başka bir şeyi söylese de kalp bambaşka bir şeye inanmaktan vazgeçmez.

Zorlamaya gücü yeten bir tek varlık vardır, o da mümkinü'l-vucud olan sizin gibi bireyler değil Rab Teâlâ'dır. O dilerse zorlayarak iman edersiniz. Ancak O dahi böyle bir şeyi yapmamakta ve imanın kemali olan özgür iradeye dayalı imanı kulundan istemektedir.

İşte yukarıda geçen “şayet Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin bütünü iman ederdi” (10/Yunus/99) ayeti bu olgunun bir başka bir boyutuna vurgu yapmaktadır.

Şu sonca varmamızda hiçbir engel olmasa gerek: Evren sistematiğinde ikrah olgusu bulunmamaktadır. Sanki bütün bunlardan amaçlanan şey şudur ki; tekvini ve teşriî hareket sözlüğünde ikrah düşüncesi ilğa edilmiştir. İkrah kudreti olan Rab Teâlâ buna kadir olduğu halde ihtiyarî varlığı icbar etmemektedir. İnsanları icbar etmeye çalışanlar ise buna acizdirler ve güçleri yetmemektedir.

İlahî iradenin tekvine bakan boyutunda kimseyi zorlamaz iken, Rab Teâlâ teşrie bakan boyutunda insanları inanmakla yükümlü kılmıştır. Risalet, nübüvvet, imamet ve vahy sistematiğinin bütünü bu teşriî boyutun birer ürünüdür.

Bu tekvini hakikat de içinde bir yol göstericiliği bir irşadı barındırmaktadır. Bu öğüt de şudur: ‘Ey insanlar ve ey iman edenler, insanları dine davet ettiğinizde kesinlikle ikrah ve icbar kullanarak davette bulunmayınız'.

Bu noktada davette şu üç noktayı dikkate almak lazım.

a- Hikmet

b- Güzel öğüt

c- En güzel şekilde mücadele

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir” (16/en-Nahl/125)

Davetin içinde ikrah ve icbar yoktur.

 

Bir sonraki makalede bu görüşün doğruluk ve yanlışlığını ve ayetin sonraki bölümünün ayetin baş bölümüyle uyum içinde olup olmadığını ele alacağız.

Selam ve dua ile



[1]Zamahşerî, Ebü'l-Kasım CarullahMahmud b. Ömer, El-Keşşaf An Hakaiki't-Tenzil, s.146, Darü'l-marifet Beyrut-1430;

[2] El-Furkan fi Tefsiri'l-Kur'an, c.2, s.226

[3]Nesefî, Medarikü't-Tenzil ve Hakaikü't-Tevil, c.1, s. 211

[4] Üzüntü vericidir ki, Huî maalesef böyle bir tefsire giriş yapmış fakat devamını getirememiştir. Böyle bilgin bir şahsın Kur'an tefsiri sahasında kalem oynatmamış olması bir kayıptır.

[5]Huî, SeyyidEbü'l-Kasım el-Musevî, el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, s.307, 1428-Tahran

[6] Komisyon (Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sareddin Gümüş), Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.1, s.403, Ankara-2006

[7] El-Usul mine'l-Kafî, c.2, s. 219 (Bab-u Vucuhi'l-Küfür, Hadis no:1)

[8]Cafer es-Sübhanî, Münyetü't-Talibîn fi Tefsiri Kur'ani'l-Mübin, c.25, s. 358; Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetü't-Tefasir, c.3, s. 186, Dersaadet, İstanbul. 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar