İHTİLAFÎ UHUVVETİN GEREKLİLİĞİ

H.Hüseyin Güneş

3218 kere okundu
4 Eylül 2014 Perşembe
742-7551-c6eb6ea5yazi.jpg

بنی آدم اعضای یک پیکرند
که در آفرينش ز یک گوهرند

Ademoğlu bir diğerinin uzvudur

Yaratılışları aynı cevherdendir

Sadî Şirazî

Sadî’nin yıllar önce şiire döktüğü bu rafine kelâmı, son zamanlarda Müslümanlar için indirgeyerek düşünmeye çalışıyorum. Müslümanlar aynı vücudun farklı farklı uzuvları; aynı bedende aynı ruha hizmet ediyorlar.  Hatıra gelen bu tasvir, uzvî birlikteliğin başka bir şekilde Resul-i Kibriyâ (s.a.a.) tarafından da dile getirildiğini anımsatıyor:

Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.

Eğer insan vücudu azalarından birini/birkaçını kendi parçası olarak görmeye başlamaz ve oraya kan akışını sağlamazsa, bu uzuvlar zamanla felç veya kangren olmaya mahkûm olur. Felç olan bir uzuv her ne kadar bedenden bir parça gibi görünse de aslında bu birliktelik sadece görünüştedir.

Günümüz cemaat, vakıf, platform, yayınevi vb. İslamî oluşumlar arasında en bariz eksikliklerden biri, aralarında olması gereken uhuvvetin bu şekilde felce uğramış olmasıdır. Yapılan dedikodular, sû-ı zanlar ve benzeri tavır alışlar, felcin kangrene dönüşmesine neden olmaktadır. Oysa Yüce Rabb’in bizlerden istediği bu tür suflî bir ahlakî eğilim değildir.

İyilikte ve takvada yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın. Allah'tan sakının, şüphesiz Allah cezası pek şiddetli olandır.[1]

Hiç şüphesiz yardımlaşma eylemi -özellikle de takvada yardımlaşma- birlikte çalışmayı ve gayret göstermeyi gerekli kılmaktadır. Zikredilen gerekliliğin Müslümanları ne şekilde birbirine perçinleyeceği Kur’ân-ı Hakîm’de şöyle resmedilmiştir:

Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.[2]

Birlikte olma durumu Nebevî usûle uygun olduğu müddetçe farklı metodolojilerle gayret göstermek engel teşkil etmez. Farklılıklar binadaki çimento ve çeliğin farklılıkları gibi görülmelidir; ancak bu nazariye ile sağlam bir İslamî uhuvvet binası birbirine kenetlenebilir. Farklıların rahmet oluşu da bu bağlamda düşünüldüğünde kavranabilir. Aksi takdirde Câhız’ın şu çıkarımı doğru kabul edilirdi: “Eğer ihtilâf rahmet olsaydı, ittifak azap olurdu.” Oysa Müslümanlardan beklenen Allah’ın ipine beraber sarılmalarıdır:

Toptan Allah'ın ipine sarılın da ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın. Hani düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz de sizi oradan kurtardı. Allah, hidayete erişesiniz diye size ayetlerini böylece açıklar.[3]

O halde ihtilaf, rahmettir. Buradaki ihtilaf kelimesi karşıt bir konumlanma edinmek anlamında kullanılmamıştır. Nitekim imam Cafer-i Sadık (a.s.) da bu konudaki tüm şüpheleri ortadan kaldırmıştır. Kendisine Hz. Peygamberin (s.a.a.) ümmetin arasındaki ihtilafın rahmet olma durumu sorulduğunda, bu ihtilafın birbirine taban taban zıddiyet teşkil etme hâlinden başka bir şey olduğunu buyurmuştur. Bunu da ayetlerde geçen gece ve gündüzün ihtilafı[4] tabiriyle şerh etmiştir. Bu ayetlerde gece ve gündüzün birbirine muhalefet etmesi değil, bir biri ardınca gelmeleri şeklinde anlaşılması gerektiğinin altını çizen İmam Sadık (a.s.), aynı şekilde Müslümanların ilim ve fikir talebi için gece ve gündüz misali birbirilerine gidip gelmelerinin rahmet olduğunu ifade etmiştir.

Oysa Müslümanlar kendi çatıları altında olmayan diğer Müslüman kardeşlerine muhalefet etmektedirler. Üstelik aynı fraksiyondan olan yapılarda bile başka bir zümre kendince bir şeyler yapmaya çalışmaya çalışırsa muhalefet baş gösteriyor. Oysa, yukarıda işaret edilen ayet-i kemrelerin ve ihtilaf hadisinin buyruğu, bunun tam tersi ile amel edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Kur’ânî, Nebevî ve İmamî düsturlarla amel edilmediği, Müslümanlar birbirlerine tahammül göstermediği sürece Allah’ın emri dışına çıkılmış olmaz mı? Allah’ın emri dışına çıkılarak, nasıl olur da Allah’ın emrini en iyi kendimizin temsil ettiğini iddia edeceğiz.

Allahu Teâlâ kötülüğü en güzel şekilde def edilmesi gerektiğini salık vermişken,

Kötülüğü, en güzel olanla uzaklaştır; biz onların nitelendirdiği şeyleri en iyi bileniz.[5]

Allah Teâlâ kötülüğün en güzel şekilde def edilmesi gerektiğini salık vermişken, bizler, Müslüman kardeşlerimizin hizmetlerini şer gördüğümüz için, onlara en ağır ithamlarda bulunmaktan geri kalmayabiliyoruz. Oysa şer sayılan bir pratik bile en güzel şekilde def edilmelidir. Bunun yanı sıra hiçbir Mü’min elbette Firavun’un alçaklığı kadar hakir olamaz. Buna rağmen Yüce Allah, Hz. Musa ve Hz. Harun'u (aleyhimusselâm) Firavun gibi bir tağuta gönderirken ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür ya da içi korkarak ürperir[6] demiştir. Peki, bu ihtilafî uhuvvet sağlanmazsa, koşulları hazırlanmayıp nefret ve adavet yaygınlaştırılırsa ne olur?

Allah’a ve elçisine itaat edin, çekişmeyin; yoksa gevşersiniz de gücünüz gider. Sabredin! Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.[7]

Tüm bunlar üzerinde düşünüldüğünde Müslümanlar arasında muhalefete dayalı, felç olmuş sözde bir birlikteliğin değil; ihtilafî bir uhuvvetin hareket metodu olarak gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

 


[1] Mâide Sûresi: 2.

[2]Saff Sûresi: 4.

[3] Âl-i İmrân Sûresi: 103.

[4] Mesela Yûnus Sûresi: 6.

[5] Mu’minûn Sûresi: 96.

[6] Tâhâ Sûresi: 44.

[7] Enfâl Sûresi: 46.

 

Öne Çıkan Haberler
İktibaslar