Sekülerizm
Sekülerizmi; dinin/ilahî kaynağın, ekonomik, sosyal, hukuk ve siyaset gibi hayatın bütün alanlarının dışında tutulması, maddeci/pozitivist bir anlayışın hayata hâkim kılınması diye tanımlayabiliriz.
Ötesi olmayan, yalnız dünyevi/dünyalık olan bir hayat.
Sekülerizm, düşünsel olarak birey/insan aklını önceler, onu ve onun tarafından üretileni, hümanist/insancıl olanı kutsar. Ya da başka bir tabirle ilahî olanı kabul etmediği gibi, onu akılla izaha çalışır, yorum yapar. Kendini ilahî olanın yerine koyar. Bu düşüncede olan bir kişi de nefsi ile hareket eder ve kendi kolayına/işine/menfaatine/çıkarına uygun olan fetvaları, ilahî olan adına vermeye başlar.
Daha sonra da hatasını, eksiğini dini kötülemek adına ilahî kitabın ve önderlerinin eksiği ve hatası olarak aktarır/yansıtır.
Sekülerizm; insanın rehberinin ilahî kaynaklar değil, ancak insanın aklı olduğunu ve aklı ile bulduğu, amelen/hayata geçirdiği, elle tutulur/maddi varlıklar ve değerler olduğunu savunur. Ama bu yüzden ilahî olandan uzaklaşma sonucu rehber edindiği/taptığı aklının yanlışları, sapıklıkları ile girdiği dertler ve bunalımlarının izahını bir türlü yapamaz veya suçu yine ilahî olana atar. Güzeli, doğruyu, iyi olanı kendinden, yanlış, çirkin, kötü olanı ,se ilahî olandan bilir.
Sekülerizm, ilk görünüşte kendine özgü bir şekilde ilahî olana/dine karşı olmayan bir duruş/felsefe/yaşam tarzı öngörse de özünde ilahî olanı/yaratıcıyı reddediş vardır. Seküleristler için insan aklı her şeyin kaynağı ve kendisidir, bunun dışında bir kaynak yoktur, yani ilahî/dinî diye bir şey yoktur.
Bu seküleristlerin yaşam felsefesi/tarzı, hayata bakış gerçeğidir. Başı, sonu ve hesabı olmayan, yaptığı iyilik ve kötülüklerin yanına kâr kaldığı, başı ve sonu insan olan bir hayat.
Doğum, yaşam, ölüm, o kadar.
İnsan, dünya, varlık âlemi, doğum-ölüm, neden-nasıl-niçin, sebep-sonuç vs. sekülerizm de cevabı biliniyormuş/varmış gibi addedilen, ama cevabı bulunamayan/verilemeyen/olmayan sorulardır.
İradesi/inisiyatifi/bilgisi dışında bir yaratıcı tarafından yaratılan, dünyaya gelen/gönderilen, dünyadaki gelişmelere –külli/genel manada, cinsiyet, anne-baba seçimi, doğduğu coğrafya, tabii olaylar vs.- dahli olmayan/olamayan, sürece seyirci kalan, dünü-bugünü ve yarınına dair hiçbir bilgisi/yaptırımı olmayan, iradesi dışında bir ömür sürüp bilmediği/bilemediği bir zamanda hayatı son bulan, ancak bütün bunlara rağmen yine de aklını kutsayan/ululayan, bu öncesi ve sonrasını bilemediği/irade kullanamadığı sürece başkaldıran/isyan eden/ reddeden, garip/ilginç/marazi bir anlayış ve duruş söz konusudur sekülerizmde.
Külli iradeye hiç bir dahli olmayan, ama onu inkâr eden cüzi iradeli aciz insana güç atfetmek/kutsamak sekülerizmin en büyük çelişkisi ve çıkmazıdır.
Sekülerizm insanlara, ilahî/dinî olanın karşısına, aklı önceleyen/insanı ululayan, bireye sınırsız/hesapsız özgürlük veren alternatif bir hayat modeli, karşı duruş/isyan sunmaktadır.
Sekülerizm/Kapitalizm/Laisizm
Seküleristler, tanrıtanımaz, ateist, deist vs. olarak kendilerini ifade etmez, gerektiğinde kendilerine yakıştırılan bu tanımları reddederler.
Çünkü dini afyon olarak gören, dindarları çok önemli bir tüketim aracı/malzemesi olarak kullanan kapitalizme payandalık yapan, dinamizm katan, hayati güç veren sekülerizm, dini ve dindarları karşısına almak istemez/almaz. Özellikle Batı’da bozulmuş/yozlaşmış/tahrif edilmiş Hıristiyanlığa karşı Protestanlıkla uç bulan ve Fransız ihtilali ile modern dünyada daha da farklı bir anlam kazanan, şekillenen din ve dünya işlerinin ayrı tutulması, yani laiklik anlayışının bu gün geldiği nokta sekülerizmdir.
Protestanlığın ortaya çıkışında/dinamiklerinde, ilahî/dinî olanı tümden reddediş olmayıp, hayatın ve ahiretin her alanına müdahil yobaz, çıkarcı, dini kullanan, ondan menfaat sağlayan papazlara, kiliseye karşı bir duruş, başkaldırı söz konusudur. Ama Protestanlığın bugün kapitalizmle, laiklikle devşirilerek geldiği sekülerizm, dinî/ilahî olanın karşısına maddeci bir akılla çıkmakta/durmakta, özünde ilahî olanı reddetmektedir. Artık insanlar seküler bir toplumda kendilerini/varlıklarını akılla, madde ile ifade ve tatmin etmeye çalışmaktadır.
İnsanı var eden hisler, duygular, fıtrî akıl, inançlar yok olmuş, yerini elle tutulur, gözle görülür maddî varlıklar üzerinden insan, varlığını ispata/ortaya koymaya, kendini ifade etmeye, hissetmeye, hayata tutunmaya/var olmaya çalışmaktadır.
Güç, iktidar, makam, para vs. kapitalizmin/sekülerizmin varlık sebebidir. İnsanlar ancak bunlarla var olduklarını hissetmektedirler. Ancak bunlar var ise insana saygı gösterilmekte, itibar edilmekte, elit/ayrıcalık tanınmakta, yoksa bir birey/kelle, bir oy, bir tüketici muamelesi yapılmaktadır.
İnsanın ahlaklı, dürüst, adil, güvenilir, iyi niyetli, doğru olmasının seküler bir toplumda ayrıcalığı yoktur. Kapitalizm/sekülerizmde kişiliği ne olursa olsun insan, yediği, içtiği, giydiği, eğlendiği, tükettiği ölçüde diğerlerinden elit/ayrıcalıklı konuma gelmektedir. Bu nedenle medya üzerinden insan beyni kırbaçlanarak daha da çok tüketmesi sağlanmakta, sözde toplumda ayrıcalıklı konuma geldiği, değer kazandığı empoze edilmektedir.
Sekülerizmin müşterisi
Peki, küresel kapitalist/sekülerist/müstekbirler (Allah’a karşı kendini yeterli gören, onu reddeden, insanlara büyüklük taslayan, zulmeden, onlar üstüne zorla egemenlik kurmaya çalışan günümüzün sömürücü, emperyalist, Siyonist zalimleri) tarafından sunulan/teklif edilen bu dünyevî hayata, bu davete kimler icap etmekte veya ettirilmektedir. Yani bu hayatın müşterisi/alıcısı/talep edeni kimlerdir? Önemli bir soru. Sorumuz, ilahî/dinî olanı reddeden, laik/seküler/kapitalist, öteyi düşünmeyen, dünyevî bir hayatı tercih edenlere değildir. Sorumuz, kendilerine teklif edilen bu hayata nasıl baktıkları merak edilen Müslümanlaradır. Müslümanlar sözde değil, amelen/yaşamlarında bu teklife nasıl bakmaktadırlar? Sunulan bu gayri İslamî teklife inançları gereği hiçbir Müslüman’ın evet demesi mümkün görünmemektedir.
Sekülerizmin sunduğu bu dünyevî tekliflere ancak ilahî/dinî olanı kabul etmeyen, inanmayanların teveccüh göstereceği, talep edeceği beklenir. Ama fiilî durum tamamen tersini göstermektedir. Sekülerler tarafından sunulan bu dünyevî teklifleri İslam dünyası/Müslümanlar bırakın reddetmeyi, koşarak bu hayatı kucaklamakta, özümsemekte, dinini, inançlarını bu hayata göre yeniden belirlemekte, dizayn etmekteler.
Günümüzde seküler, kapitalist, laik hayatın en büyük alıcısı Müslümanlar/İslam dünyasıdır. Bu dönüşümde/devşirmede/entegrede/tuzakta yerli iş birlikçilerin hakkını vermek gerekmektedir! Ülkelerine ve halkına karşı yaptıkları ihanetleri ve ikiyüzlülükleri, müstekbirlerle işbirlikleri olmasaydı sekülerizm bu kadar başarılı olamaz ve bu kadar hızlı İslam’a/Müslümanlara sirayet edemezdi. Bütün bunlara rağmen sekülerizm İslam dünyasını, Müslümanları nasıl bu kadar etkiledi, kendine çekti, hemhal oldu? Durum onu gösteriyor ki; İki taraf da memnun ve mutlu!
İslam ve Müslümanların sekülerleşme nedeni
İslam dünyasının/Müslümanların sekülerizmden bu kadar şiddetli etkiletişimin sebebini ve köklerini, Peygamberimiz Hz. Muhammed (saa) hayatının son dönemi ve vefatı ile yaşanan süreçte görebilir ve tespit edebiliriz. Yani bozulma daha Allah’ın elçisi hayatta iken başlamıştır. İslam, kaynağından koparılmaya o gün başlamıştır. O gün yaşananları aklıselimle tahlil eder, ezberlerimizi bozar, resmi İslam tarihini bir kenara koyarsak, o günden bu güne kadar yaşananlar ve gelinen noktada/süreçte hiç de hayrete düşülecek, anormal bir durumun olmadığı görülecektir.
Burayı açmalı ve sorgulamalıyız. Çünkü sekülerizm, yani ilahî olmayan ile İslam’ın bir arada telaffuzunda hayrete düşecek bir şey olmadığını söylüyoruz.
İslam’ı ve Müslümanları sekülerizme götüren iki ana/temel neden mevcuttur.
Birinci neden:
Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar bütün peygamberler sünnetullah gereği, hayatta iken kendinden sonrası için halife/vasi tayin etmişler, Peygamberimiz de hayatta iken Allah (cc)’nün ayetlerde emri/buyruğu gereği kendinden sonra yerine halife/imam olarak Hz. Ali’yi vasi tayin etmiş/bildirmiştir. İşte esas kırılma burada yaşanmış ve başlamıştır. Bu kırılmada iki önemli taraf ve sonuç ortaya çıkmıştır.
Birinci taraf; Allah (cc)’nün “O, nefsinden konuşmaz.”, “Resulüne itaat edin.”, “Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, Mümin olan bir erkek ve kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Resulü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” ayetlerini bildikleri, Peygamber Efendimizin (saa) sözlerini kulakları ile duydukları halde, ayet ve hadisleri tevil ve tahrif ederek, yok sayarak, görmezden gelerek “Allah’ın Kitabı bize yeter” demişler ve Peygamberin vefatından sonra hiçbir halef/imam/yol göstericinin tayin edilmediğini, halife seçiminin insanlara bırakıldığını, yani Allah ve Resulün’nün sözünün üstüne söz söylemişler, Allah’ın seçtiği/tayin ettiği ve biat ettikleri halifeyi/vasiyi/imamı reddederek kendilerine halife seçmişler ve -cebren- kabul ettirmişlerdir.
Sonuç ta ise Allah’ın seçtiği, Resulullah’ın ilan ettiği ve biat aldığı imamı/halifeyi reddeden Müslümanlar o günden bu güne din adına kan, gözyaşı, terör, çatışma, katliam, ayrılık, fitne ve zulüm tohumları ekmişler/ekmektedirler.
İkinci taraf ise; yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah’ın sünnetinde kıyamete kadar sapma/değişme görülmeyeceğini, bu nedenle de imamların yani Halife’nin (Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi/vekili), Allah’ın Kur’an’da ve Resulullah’ın sahih sünnetinde bildirdiğine göre mutlaka Allah tarafından tayin edilmesi ve peygamberler gibi masum/günahsız olmaları gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü “Halife Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ve vekili olacak ise temsilci ve vekili seçme ve atama hakkı da sahibine ait olmalıdır” demişlerdir.
Birinci grup; halife tayinini Allah’tan alıp insanlara vererek, aynı zamanda Allah’ın Kitabı ve Resulullah’ın sünneti dışında hareket ederek kaynağı insan/akıl/nefis olan bir dinin kapısını da açmışlardır. Bu kapıdan günahkâr, hata yapan, aciz, muhtaç, yaratılmış, çaresiz, esfele safilin (hayvanlardan daha aşağı) olan insan, sözde aklını/nefsini kutsayarak girmiş, kendini dünyanın halifesi ilan etmiştir. Aklını ilah edinerek dini sekülerleştirmiştir. Sekülerleşen, insanın emrine/hizmetine giren din dünyevileşmiş, “halifeler” makam, mevki, para, güç, iktidar peşinde koşan firavunlar, karunlar, sultanlar, krallar, padişahlar olmuşlardır. Bunu gören avam da menfaatleri için tabi oldukları, emri altına girdikleri sözde halifeler ve onların dizinin dibinde oturan âlimlerden/imamlardan(!) aldıkları fetvalar ile Allah’ın dininden ve Resulünün sahih sünnetinden uzaklaşmışlar, kopmuşlar, dünyevileşmişlerdir.
Dünyevileşen bu insanlar sekülerizmin nefislerine cazip/hoş gelen dünyalık tekliflerini reddedememişler, fetvalarını olabildiğince genişletmişlerdir. Sekülerizm hiç zorlanmadan bu insanların dinlerine/hayatlarına sirayet etmiştir.
Kapitalist/seküler hayat, güçle, iktidarla, para ve makamla, yani dünyalıklarla Müslümanları kandırmakta/cezbetmekte, sekülerleştirmektedir. Daha doğru ve gerçekçi bir tanımla; sekülerleşmiş bir “İslam’a”(!) tabi olan insanlar/toplumlar sekülerizmin yaptığı nefsanî/dünyalık tekliflere açık olup bunu reddedememektedirler. Sekülerleşmiş “İslam’a”(!) tabi olan bu insanların İslam ile bağları/inançları sığ ve zayıftır. Dedelerinden, babalarından duydukları, gördükleri ile dini taklit ettiklerinden, aklî/imanî bir din arayışları/inanışları yoktur. Dolayısıyla dünya ile her hemhal oluşta zaten zayıf olan inanç kaleleri direnememekte/yıkılmakta/ işgal edilmekte, bir süre sonra da vahşi kapitalizm/sekülerizm o inanç sahibini tamamen eline geçirmekte/fethetmektedir.
İkinci neden:
Sekülerizme kayışta İslam ve Müslümanları bekleyen en büyük ikinci tehlike ise özellikle soğuk savaş metotlarını çok iyi kullanan müstekbirlerin hâkim oldukları dünya kamuoyunda yaptıkları algı operasyonlarıdır. Kurdukları katil terör örgütlerine yaptırdıkları vahşi katliamlar, İslam adına aşırı yorumları ile insanları/toplumları/Müslümanları birbirine düşürmekte/kırdırmakta/parçalamaktadırlar.
Müstekbirler tarafından İnsanlara/Müslümanlara empoze edilen her gerici, yobaz yorum/eylem/cebir gibi aşırılıklar, Müslümanları sekülerizme götüren yolda kilometre taşları ve kuruluşmuş tuzaklardır. Müstekbirler özellikle kurmuş oldukları selefi/vahhabi/tekfirci/yobaz IŞİD, el-Kaide, Taliban gibi vs. örgütlerin yaptıkları vahşi katliamları Müslümanlara/İslam’a mal ederek insanların dinden soğumalarını, İslam’a/Müslümanlara cephe almalarını ve dinden/İslam’dan uzaklaşmalarını istemektedirler. Müstekbirler, İslamî uyanışın önünü kesmek, Müslümanların birliğini/vahdetini engellemek, en önemlisi ise Müslümanları sekülerleştirmek istemektedirler.
Hedef
Uyanan Müslümanlar sekülerize edilerek dünyevileştirilmeye ve İslam’ın emir ve daveti yozlaştırılmaya, susturulmaya ve yok edilmeye çalışılmaktadır. Müslümanların sünnetullahı terk edip nefislerine uymaları ve akıllarını ilahlaştırarak dünyanın halifeliğine soyunmaları, nass varken kıyas yapmaları söz konusu bu sekülerleşmenin birer ürünüdür. Mezhep çatışmaları, İslam beldelerinde tefrika ateşinin yakılması ve aşırı örgütlerin kurulması, tüm bu komplolar Müslümanların dinden soğumaları için Allah’a savaş açmış müstekbirlerin projeleridir.