Batı emperyalizmi ve Siyonist işgal karşısında oluşan direniş ekseninin en önemli cephelerinden biri olan Hizbullah hakkında son yıllarda neler düşünüyoruz? Seyyid Hasan Nasrallah ve yarenleri gerçekten Siyonizm’e karşı mücadele edip direnenlerden mi hâlâ? Yoksa Beşşar Esad’a verdiği destekle “karizmasını mı çizdirmiştir”?
Suriye’de, Esad yönetimine karşı oluşturulan muhalefetin ülkeyi kaosa sürüklemesine kadar geçen sürede, gerek Hasan Nasrallah ve gerekse Hizbullah’a gösterilen müspet bir ilginin varlığı, Türkiye’deki tüm Siyonizm aleyhtarı İslamî çevrelerde mevcuttu. Ancak bu ilgi ve alaka Suriye’de meydana getirilen karışıklıklar akabinde bazı mahfillerde değişti. Seyyid Hasan Nasrallah’a övgü dizenler bile onun izlediği duruşu basiretsizce eleştirdi. Bu Peygamber torunu âlim insan hakkında, neden ve nasıl bu denli bir algı değişimi meydana geldi/getirildi? Türkiye’nin Suriye politikasına muhalefet ettiği için mi? Tabii bu gerçeğin sadece küçük bir boyutu. Seyyid Nasrallah böyle bir “gaflet” siyasetini neden izlesin? Neden öyle bir tercihte bulundu o halde?
Bunun tek bir nedeni var! Seyyid Nasrallah olacakları basireti sayesinde gördü ve patlak veren Suriye hadisesinin direniş eksenini ilk etapta zayıflatmak ve sonra da yok etmek için tezgahlandığını -Türkiye yetkilileri de dahil olmak üzere- çeşitli mahfillerde dile getirdi.
Ama haklı olduğu anlaşılan bu uyarısına rağmen neden Seyyid’in üzeri tek kalemde çizildi? Para, makam, mülk, itibar, yönetim sevdası mı onu direniş eksenini korumaya sevk etti? Şunu artık herkesin bilmesi gerekiyor: Onun Lübnan halkının kalbinde edindiği yer öylesine derin bir saygı ve sevgiyi meydana getirmiştir ki, şu an Lübnan yönetimi için adaylığını açıklarsa şeksiz şüphesiz kazanır, bundan emin olun! Onun istediği tek itibar da Zât-ı Akdes’in rızasına nâil olmaktır. Birileri oğullarına bedelli askerlik için yasalar çıkarırken, Seyyid Nasrallah, oğlu Hadi’yi cephede şehit olarak rabbine kurban sunan kişiydi.
Direniş ekseni yıkılmak isteniyor. Bu amaçla yapılan son hamlede Şehid Hacı İmad Muğniye’nin oğlu Cihad da şehadet makamına nâil oldu; babası ve iki amcası gibi. Bu insanların fedakarlık dolu hayatlarına, İslamî mukaddesâtın muhafazası için gösterdikleri gayrete ibretle bakacak olursak Müslümanlığımızdan şüphe ederiz!
Terörizmi kınayan devlet yöneticileri acaba Cihad Muğniye’yi hangi kefeye koymaktadır. Onun katledilmesi emrini veren bizzat Benjamin Netanyahu’dur! Bu şahsın yanında aynı safta duran el-Fetih başkanı -Filistin önderi yazmaya utanıyorum- Mahmud Abbas ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, elli kanlı bu caninin ve yandaşlarının Paris’ten, İslamî cihadı terörizm ve şehit Cihadları da terörist olarak gördüklerini bilmiyorlar mıydı?
Benjamin Netanyahu ve emsallerinin Paris’ten gördüğü, ortadan kaldırılması gereken ve Amerikan İslamına boyun eğmeyen direniş eksenidir. Bu kan emici yarasaların Seyyid Abbas Musevî’nin Şiî bir din adamı olması ve Şeyh Ahmned Yasin’in Sünnî bir âlim olmasıyla bir alıp veremedikleri bulunmamaktaydı. Eğer bu iki şehit âlim Paris gafletine düşebilecek türden insanlar olsaydı, Siyonist rejim asla onları suikastla ortadan kaldırmazdı.
Bugün onların bayrağını devralanlar herkesin malumudur! Mal, makam kısacası dünya hayatına dalanlar ve ondan bir anda vaz geçebilenleri Paris gafleti ortaya koymuştur. Cihad Muğniye, şehadetle düşünmeyi bir mektep olarak kabul etmiş direniş ekseninin İslam alemine sunduğu bir hediyedir. Paris’te toplanan cemaatin insanî değerler için değil, insanî ve İslamî tüm değerleri yok etmek isteyen bir “Mescid-i Dırar” toplantısı olduğunu kanıyla anlatmıştır bize.
“Paris Mescid-i Dırarı”nda toplanılmasını isteyen kimlerdi, hangi güçlerdi? Resul-i Kibriya (s.a.a.)’e hakaret içeren pankartların olduğu Paris Mescid-i Dırarı câhiliyye cemâatinin imamı olan Benjamin Netanyahu’nun arkasında, Müslüman devlet adamları neden saf tuttu? Şehid Cihad Muğniye’nin katledilmesinde sadece bu cemâat önderi değil, “Paris Mescid-i Dırarı”nda onunla aynı cemâtte saf tutan herkes sorumludur ve Kahhâr Allah’a da en ince ayrıntısına kadar hesap verecektir.