MÜMİN KÂFİR OLABİLİR AMA KÂFİR MÜMİN OLAMAZ-I

H.Hüseyin Güneş

3584 kere okundu
27 Ocak 2015 Salı
742-7551-c6eb6ea5yazi.jpg

Mümin kelimesi Arapça asıllıdır ve امن/Emn kelimesinden türetilmiş ism-i fâildir. Emn kelimesi emniyet, güven, barış, sükûn, huzur anlamına geldiğinden مؤمن/mü’min de bu özellikleri yerine getiren kişi olmaktadır; emniyet, güven, barış, sükûn, huzur veren kişi. Tabiidir ki bir özelliği başka bir şeye verecek şeyin, o şeye bizatihi kendinsin sahip olması gerektiğini doğurmaktadır.

“Hakikate hidayet eden mi, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine hidayeti bulamayan mı uyulmağa daha layıktır? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yûnus:35).

Mü’min olmak isteyen ve emniyet, güven, barış, sükûn, huzur verebilmek muradında olan kişi de öncelikle bu kapasiteyi kendi için bilkuvve/potansiyel olarak gerçekleştirmek zorundadır. Bu şekilde iman ederek manen terakkî etmiş olur. Ancak imanın sadece bilkuvve aşamasında kalması yeterli değildir. Bilfiil/aktüel düzleme de terakkî etmesi gerekmektedir. Bu nedenle olsa gerektir ki Kur’ân-ı Azîz’in birçok yerinde iman’ın bilkuvve ve bilfiil hâlinin birliktelik durumuna işaretler bulunmaktadır.

“Asra and olsun Gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.” (Asr sûresi)

Dolayısıyla potansiyel bir iman durumunun mü’min olmak için yeterli olmadığı ve bu potansiyelin ikrar ve salih amele büründürülerek deklare edilmesi gerekmektedir. Mü’minin bu deklarasyonu düzlemsel hakikat sathında, yani, insan eylemlerinin yine bizzat insanların kendilerine dönük olduğu varlık mecrasında kabul görse de boylamsal hakikat mihenginde bunun değeri olmamakta ve kabul edilmemektedir.

“Bedeviler dedi ki: ‘İman ettik.’ De ki: ‘Siz iman etmediniz; ancak “İslâm (Müslüman) olduk’ deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.” (Hucurât:14).

Mü’min olma durumuna mutlak anlamda bilfiil ve bilkuvve hâiz olan Zât-ı Akdes-i İlâh’tır -celle celâluh-. Nitekim O’nun esmâ-yı hüsnâsından biri de المؤمن/el-Mü’min’dir. Yüce Allah bu ismiyle, iman deklarasyonuyla mutabık yaşayan kuluna tecelli pırıltıları nakşederek, insanı varlık âleminde kendi isminin görüngüsü kılar ve kendini kulu üzerinden temaşa eder.

“Mü’min, mü’minin aynasıdır.” (Hadis-i Şerif)

Mü’min kulun ilahî âlemin ışıltılarını yansıtabilmesi için her şeyden önce yerine getirmesi gereken bir pratik vardır: KÂFİR OLMAK!

“Her kim tâğuta kâfir olur ve Allah'a iman edip (mü’min olursa), böylece kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır” (Bakara: 256).

Tüm bunları yerine getirmek enfusî/içsel bir arınmayı gerektirdiği gibi, âfâkî/dışa dönük bazı eylem repertuarlarını yerine getirmeyi de elzem kılmaktadır.

“Şüphesiz hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun diye biz hem afakta ve hem de enfüste (iç ve dış âlemde) onlara ayetlerimizi göstereceğiz” (Fussilet: 53).

İman ve mü’min arasındaki ilişkinin aynısı küfür ve kâfir arasındaki ilişkide de bulunmaktadır. Bilindiği gibi كف/küfür kelimesi de Arapça asıllıdır ve gizlemek, saklamak anlamına gelmektedir. İnsan, kendi içindeki tâğuta mağlup olup dış dünyada da tâğutî bir eylem ve söyleme hizmet ederse; böyle bir düzenden razı olup içerisinde yer sadece kendisine değil, içinde bulunduğu topluma da alırsa Zât-ı Akdes-i İlâh’tan gelecek feyizleri engellemiş ve dolayısıyla da gizleyip saklamış olur. Ferdî ve içtimaî hayatta iman hakikatlerini örmek için gayret eden kâfir olmuş demektir. Bu küfür çeşidi, mü’min kulun sahip olması gereken kâfirlik hususiyetinden farklılık arz etmektedir; zira selbîdir. Yani Allah’a imanı olumsuzlamaktadır.

Enbiyâ-i Kirâm (aleyhimu’s-selâm)’ın gönderilişindeki hedef de ilahî rahmetin bir tecellisidir. Allah, aynalarının üzerindeki tozları silebilmeleri için onlara yardımcı olacak uzman kişilerle kullarına yardımcı olmuştur. Peygamberler selbî küfür ile mücadele eden en iyi mü’min kâfirlerdir.

Öne Çıkan Haberler
İktibaslar