“Anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ekonomi Ödülleri 2015 Töreni”nde yaptığı konuşmadan.
Birçokları için şaşırtıcı gelse de aslında malumun ilanından öte anlam ifade etmeyen bir ifadeydi. Özellikle AKP iktidarının üçüncü dönemi olan ustalık dönemini yakından takip edenler için şaşılacak bir cümle değil.
Genel seçim sürecinin sıcaklığını hissettiğimiz bu günlerde sanırım başkanlık tartışmaları yerini CEO’luk tartışmalarına bırakacak.
Şirket tartışmalarının yoğunlaşacağı günlerde neyi tartışacağımızı bilme adına birkaç ticari kavramı öğrenmemizde fayda var.
Anonim Şirket; sermayesi belirli ve paylara bölünmüş ve borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.
Kollektif Şirket; ortakların kişisel emek ve gayretlerinin önem kazandığı ticari işletmeler bakımından düşünülebilecek bir türdür. Bununla birlikte şirkete ortak olan kişiler, şirketin borçlarından ötürü tüm mal varlıkları ile sorumludur.
Ortakların, şirketin borçlarından dolayı tüm kişisel mal varlıklarıyla sorumlu olmamaları anonim şirket tercihini daha anlamlı hale getiriyor ama neyse konu bu değil.
CEO; İcra kurulu başkanı ya da genel müdür, (İngilizce Chief Executive Officer, CEO), bir şirket, örgüt ya da acentenin en üst dereceli yöneticisidir.
Mal veya emtia; ekonomide insan gereksinimlerini ve isteklerini gidermek amacıyla alınıp satılan somut araçlar. Hizmetten farkı olarak, malların dağıtımı yapılabilir, el değiştirebilir ve üreticiden tüketiciye aktarılır.
Taşeron veya tali işveren, alt ısmarlanan, alt işveren, alt işletici gibi isimler ile de anılan, birçok durumda bir işin veya işin bir kısmını gerçekleştirmek ya da işverenin sözleşmesindeki tüm yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla anlaşma imzalayarak üstlenen diğer yüklenicidir.
Müşteri, sunulan bir ürün ya da hizmetin tüketicisidir.
Başlangıç için bu kavramlar yeterli sanırım, devir ekonomi devri nasıl olsa.
Şirket halka açık mı, açıksa ne kadarı açık, herkese açık mı, bir şekilde şirketin ortağı olmayan, olamayan geniş halk kitlesi hangi ticari kavram ile tanımlanıyor türünden sorular bu süreçte tartışılacak galiba.
Gelelim şirketin bilançosuna.
Küresel holdinglerin Suriye ihalesinin taşeronluğunu alan şirketin, krizi fırsata çevirme beklentisi son yıllarda bu ülkeye ihraç ettiği malların piyasa değerinin, özellikle ABD resmi makamlarından peş peşe gelen Esad ile masaya oturmak zorundayız açıklamalarından sonra hızla düşmeye başlaması, cari açıkta anormal bir artışa yol açacak.
Kriz ortamından umduğu beklentilerini karşılayamayan taşeron firma yetkilileri ise “ben zaten demiştim bu mallar orda gitmez, zarar ederiz” türünden manevralarla zararın neresinden dönersek kardır ilkesince çıkış yolu arıyor.
Şirket, dış ticaret açığını şimdilik içeriden piyasa değeri düşen paralel yapı hisselerini alarak bir ölçüde kapatmayı düşünüyor.
Öte yandan dışarıdan taşeronluğunu aldığı işlerin çoğundan zarar eden şirkete iş verilmeme ihtimalinin güçlenmesi de ayrı bir risk faktörü olarak ortaya çıkıyor. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca kredi notunun düşürülecek olması da işleri daha da zorlaştırmakta.
Dışarıda bu risklerle boğuşan şirket, içeride de laf dışında hiçbir şey üretmeyen, gereksiz ve abartılı övgülerle kendilerini dış piyasalara açılma noktasında cesaretlendiren gazetecilerin, danışmanların, sivil toplum kuruluşlarının vs. tüketicilerin fazlalığı nedeniyle ne yapacağını bilemez durumda. İhtiyaç fazlası üretilen mal her zaman risktir.
Bir diğer risk faktörü de özellikle Suriye’ye ihraç edilemeyen fazla malların ne yapılacağı.
Görüldüğü gibi şirketin bilançosu pek demeyeyim hiç iç açıcı değil. Sermayeyi tüketti, cepten yemeye başladı.
Buna rağmen şirket için her şey bitmiş değil, krizden çıkış hala mümkün. Hem dışarıda hem de içeride kaos, sömürü, ölüm getiren taşeronluktan vazgeçmesi, sınırsız tüketim, doymak bilmeyen hırslar yerine kendi öz kaynaklarıyla paylaşımcı, adil ekonomik politikalar üretmesi.
Eskilerin deyimiyle, bilmediğin işe girmeyeceksin….