İslam tarihine kısa bir seyir gerçekleştirdiğimiz de “tarih tekerrürden ibarettir” sözünün doğruluğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Şöyle ki, çarpıtılan gerçekler, hakkın batıl ve batılında hak gösterilmesi, dezenformasyonların ne şekilde ve kimler tarafından yapıldığını görmemiz mümkün.
İmam Ali’nin hilafete makamına geçmesiyle İslam tarihi yeni bir dönemece giriyor ve ilk defa karşıt üç kesim (Nakisin, Marikin, Kasitin) ve düşünce aleni bir şekilde tezahür ediyor.
İmam Ali (as) bunlar hakkında şöyle buyuruyor: "Halife olduğum zaman şu ümmet arasından bir taife çıkıp biatini bozdu (Nakisin, Cemel ashabı), bir güruhu dinden çıktı (Marikin, Hariciler) ve bir güruh ise işin başından beri hep isyan edip tuğyanda bulundu (Kasitin, Sıffîn ashabı).”
Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Bilerek hakka ihanet eden hainler, hakkı bilmeyen bilinçsiz, şuursuz ahmaklar ve bunların en tehlikelisi olan hakkın düşmanları.
Üzüntüyle belirtmeliyim ki, Resûlullah (saa) zamanında müşriklere ve İslam düşmanlarına karşı kılıç sallayan, her alanda bunlarla mücadele eden Ali, hilafete geldiğinde kendisinden önceki 25 yıllık süreçte içi boşaltılan bir din anlayışıyla, bidat ve hurafelere duçar edilmiş, dünya metaına giriftar olmuş bir ümmetle karşı karşıya kalıyor. Manevi değerlerden yoksun bırakılmış, uzaklaştırılmış, hak ve hakikatten mahrum edilmiş bu toplum, hak şiarıyla ortaya çıkan Ali (as)’ı yadırgıyor, kendine ve yaşantısına yabancı görüyor.
Maksadım tarihi kurcalamak değil, tarihin seyrinden ders almak, düşülen hatalara tekrar düşmemek... Acaba yukarıda zikrettiğimiz üç kesimi ortaya çıkaran ana etkenler nelerdi? Bunların hemen İmam Ali (as) döneminde oluştuğunu iddia etmek aklen kabul edilemeyeceği gibi tarihi gerçeklerle de örtüşmemekte. Bir toplumun böylesi bir değişime uğraması için daha uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Yani o günün Müslümanlarında yaşanan söz konusu hastalıkların nedenlerini İmam Ali öncesi dönemlerde aramak gerekir.
Hz. Ali, bu üç cepheyle savaşmak zorunda kalıyor. Hakkı bildikleri halde sırf çıkar, menfaat, mevki ve makam peşinde olan Cemel Cephesinin ihaneti çok sürmedi. Şuursuz, bilinçsiz ahmaklar olan Haricilerin cephesi, İmam Ali (as)’ı ve dostlarını üzse ve bir süre yıpratsa da bunlara karşı gerçekleşitirilen tek bir savaşla dağılıp gittiler.
Ama hakkın düşmanı olan üçüncü cephe, Sıffin Cephesi, hile, desise ve dezenformasyonlarla İmam Ali (as)’a ve İslam’a tahrip gücü yüksek darbeler vurdu. Ve o gün yapılan bu tahribattan dolayı bugün ümmet halen belini doğrultamıyor.
O gün mertçe, delikanlıca yüz yüze hak cephesini yenemeyeceklerini anlayan Sıffin Cephesi, namertliğe, kahpeliğe, üç kağıtçılığa, hile ve desiseye başvurdu. Ali (as) ve Ehl-i Beyt’i yıpratmak için elindeki tüm psikolojik savaş araçlarını, hiçbir değer ve sınır tanımadan kullandı. Öyle ki hakkın mihveri olan Ali ve evlatlarının dinden çıktığını bile yayıp halkın ciddi bir kesimine kabul ettirmeyi başardılar. O günün “Karadavileri” eliyle Ehl-i Beyt aleyhinde hadis bile uydurdular.
Tabi ki, bugün en büyük dezenformasyon aracı olarak kullanılan tv, radyo, gazete, internet vb o gün yoktu. Fakat o gün de mescit ve minberler bu görevi icra ediyordu. Buraları ele geçirmiş olan saray mollaları –tıpkı Doha’nın din memuru Karadavi gibi- yapmış oldukları konuşmalarla cahil halk kesimi üzerinde çok büyük etki bırakıyorlardı. Bugün doların gücüyle zalim mazlum, mazlum ise zalim gösterildiği gibi o gün de dinar ve dirhemin gücü herkesi herşeye dönüştürebiliyordu.
Hak, batıl olarak, batıl da hak olarak gösterildi. Muaviye “emirelmüminin”, hakkın mihveri olan Ali (as) ise haşa “zalim ve isyankar biri” olmuştu. Bu süreç öylesine çirkefleşti ki bir sonraki aşamada, Şam mescitlerinde Ali ve evlatlarına lanet edilmeye başlandı.
Hakkın düşmanı olan bu cephe, Şam’da (Şam, bugün olduğu gibi sadece Suriye’nin başkentiyle sınırlı değildi, çok büyük bir coğrafyayı içine alıyordu) öylesine derin ve sinisi dezenformasyon yöntemlerine başvurdu ki, Şamlılar Ali ve evlatlarının dinden çıktığına inandırıldı.
Örnek olarak tarihte yer alan şu olayı verebiliriz: Bir gün Şamlının biri Medine’ye gelir. Medine pazarını gezerken uzun boyu ve nurlu simasıyla insanlar arasında hemen fark edilen bir şahsı görür.
Medineli bir esnafa sorar: “Kim bu nurlu şahıs?”
Medineli: “Tanımıyor musun? Bu Ali’nin oğlu Hasan’dır.”
Şamlı, İmam Hasan’ın önünü keser ve “Dinden çıkan Ali’nin oğlu Hasan sen misin?” diyerek hakaretler etmeye başlar.
İmam Hasan (as), bu şahsın küstah tavırlarından Muaviye’nin zehirli propagandalarına maruz kalmış bir Şamlı olduğunu anlar ve Ehl-i Beyt’in yüce ahlakının mazharı olan tavrıyla adama şöyle karşılık verir: “Sen Şamlı mısın? Yiyeceğin, giyeceğin, kalacak yerin var mı? Benim evim Medine’nin falan yerindedir, kalacak yerin yoksa gel misafirim ol.”
Şamlı, İmam Hasan (as)’ın bu güzel davranışı karşısında şaşkınlığa uğrar. “Ben ona hakaret ettim o ise bana güzellikle cevap verdi” der ve merakla İmam Hasan’ı görmek için evine gider. Kapıyı çalıp İmam Hasan’la görüşmek istediğini söyler. Kapıyı açan hizmetçi, İmam Hasan’ın namazda olduğunu söylediğinde Şamlı adam şaşkınlık içerisin de “Namaz mı kılıyor?!” deyip içeri girer. Odaya girdiğinde İmam Hasan’ın namaz kıldığına gözleriyle şahit olur.
Şamlı adam hayatında ilk defa böylesine güzel bir namaza şahit olur. Namazdan sonra İmam Hasan (as)’ın ayaklarına kapanır ve af dileyerek şöyle der: “Vallahi Muaviye bize, sizi böyle tanıtmadı, dinden çıktığınızı, namazı terkettiğinizi söyledi.”
İkinci bir örnek ise herkesin bildiği Kerbela faciasından: Resûlullah’ın evlatlarına karşı başlatılan kötü propagandaların tesirinde kalan İslam toplumu, dört bir yandan Hüseyin bin Ali’ye karşı cihat etmek için Kerbela’ya akın eder. Rivayetlere göre 30.000 bin ile 70.000 kişi Kerbela’da Evlad-ı Resulü kuşatır. Kimisi ganimet elde etmek, kimisi zamanın zalimi olan Yezid’in gözüne girmek ve kimisi de bu savaştan sevap elde etmek için gelmiştir Kerbela’ya…
Görüldüğü gibi Sıffin Cephesinin maddi ve manevi olarak yapmış olduğu tahribat, onarılamayacak ölçüde büyüktür.
Günümüze yansımasına baktığımızda da bu üç cephenin aynısını veya farklı bir versiyonunu görmemiz mümkün. Nakisin, Marikin ve Kasitin Cephesine ilave olarak “Emperyalist Kâfirin Cephesi”ni de ekleyecek olursak, hakkın cephesi dört koldan kuşatılmıştır.
Bugün de hakkı temsil eden cepheye, birinci cephe olan çıkar, menfaat, mevki ve makam peşindeki hainler,ikinci cephe olan şuursuz, kuru akıl ehli ve hakkın düşmanı olan üçüncü cephe yani Nakisinler (Sıffin ashabı) dördüncü cephe olan “emperyal kâfirin cephesi”yle ittifak kurarak savaş açmıştır.
Bu dörtlü grup el ele vermiş, İslam'a karşı küfrün, sömürünün, şirkin, zulmün, istikbarın, tuğyanın zaferi için savaşmaktadır. Dolar, dinar ve ellerindeki tüm propaganda araçlarını da devreye sokarak, mazlumu zalim, zalimi mazlum, hakkı batıl, batılı da hak göstererek, İslam toplumu ve mustazaflar üzerinde hegemonyalarını kurmuşlardır. Dünyanın ezilen Müslüman ve Mustazaaf halkları bu dörtlü çeteyi iyi tanımalı ve bunlara karşı hakkın safında yer almalıdırlar.