3 Kasım 2002 seçimleri sonrası gazete manşetleri;
"Bu da halkın muhtırası"
"Sosyal patlama sandıkta oldu"
"Artık merkez biziz"
"Tarihi tasfiye"
"Evde tek başına….."
4 Kasım 2002 sabahı bu duygularla uyandı Türkiye. Haksız da sayılmazdı aslında. 80 yıldır ülkeyi yöneten Jakoben Kemalist Elitlerle hesaplaşma günüydü. AKP’nin sloganı da Yeter Söz Milletin değil miydi?
Kemalist rejimin baskısını en yoğun hisseden kesimlerden İslami camia artık iktidardı. Devleti önceleyen refleks gitmiş, yerine millet gelmişti. Artık devlet millet için vardı.
Jakoben Kemalist elitler darbe yapamayacak, balans ayarı çekemeyecek, tankları yürütemeyecekti.
Milletin tepesine kimse inemeyecek, dışlayamayacak, hakir göremeyecekti. Artık İslami camiayı zorbalardan koruyacak 'Kasımpaşalı' bir abisi vardı.
Meclisten, burası devlete baş kaldırılacak yer değildir tezahüratlarıyla kovulan millet artık çoğunluk olarak meclisteydi.
"Göbeğini kaşıyan," "bidon kafalı" adamlar artık meclisteydi.
Jakoben Kemalist elitler tedirgindi. Nihayetinde 80 yıllık iktidarlarını kaybetmişlerdi. Hem de göbeğini kaşıyan bidon kafalılar karşısında kaybetmişti. Rejim değişmişti artık.
AKP yeni Türkiye’yi inşa edecek reformlarla gelmişti. Anayasa değiştirilecek, seçim barajı kaldırılacak, sadece ülkemize değil bölgeye de adalet getirilecek, komşularla sıfır sorun politikası hayata geçirilecek, yolsuzlukla, yoksullukla mücadele edilecek, yargı siyasetin etkisinden kurtarılarak bağımsız karar vermesi sağlanacak, gelir dağılımındaki adaletsizlikler giderilecek……
Bu duygularla 4 Kasım 2002 sabahına uyanmıştı "Yeni Türkiye."
İktidarın çıraklık dönemi bu beklentilerle geçti, rejimin tümden değişemeyeceği kredisiyle programdaki birçok hedefe ulaşamasa da.
Ardından 22 Temmuz 2007 tarihinde tekrar bir genel seçim ve %46 oy oranı ile iktidarını daha da perçinleyen AKP, 23 Temmuz 2007 günü aynı vaatler ve duygularla ikinci Yeni Türkiye’ye uyandık. Bu dönem vaatler kesin olarak gerçekleştirilecekti, artık çıraklık dönemi de bitmiş, kalfalık dönemi başlamıştı.
Ama bir şeyler sanki ters gidiyordu, oy oranı arttıkça halka daha da yakınlaşması gereken iktidar sermaye çevrelerine, küresel güçlere daha yakın hale geliyordu. İkinci yeni Türkiye eski Türkiye’nin izlerini nedense silemiyor, reformları hayata geçiremiyordu. Ama olsun, nihayetinde 80 yıllık iktidarın izlerini silmek kolay değildi. İktidarın çevresinde kümelenen yazarlar, çizerler, ilahiyatçılar, STK’lar, kanaat önderlerinin de izahı ile bu dönem de köklü değişiklikler hayata geçirilemeden bitti.
Ezilen, sömürülen, horlanan halkın talepleri her ne kadar karşılanamasa da üçüncü dönem kesin hayata geçecekti artık.
13 Haziran 2011’de üçüncü defa "Yeni Türkiye"ye aynı duygular, beklentilerle uyandı Türkiye. Bu defa kesin olacaktı, hem %49,83 oranı ile en güçlü olunan dönemdi. Artık ustalık dönemi başlamıştı.
Bu defa gerçekten söz milletin olacaktı, hiçbir engel ve mazeret kalmamıştı.
Jakoben Kemalist elitlerle hesaplaşma vaktiydi artık. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak umuduyla başlamıştı ustalık dönemi.
Zaman geçtikçe aslında öze taalluk eden hiçbir değişikliğin olmadığı, eski Türkiye’ye yeni elbise giydirmekten başkaca bir farklılığın olmadığı anlaşılacaktı. Yeni anayasa yapılamamış, seçim barajı düşürülememiş, yolsuzlukla, yoksullukla bırakın mücadele etmeyi meşrulaştırılmış, ezilen, sömürülen halk kitlelerinin talepleri karşılanamamış, zengin fakir uçurumu kapatılamamış, ülke kaynakları adil bir şekilde dağıtılamamış, işsizlik sorunu çözülememiş, işçi ölümleri artmış….
Komşularla sıfır sorundan sıfır komşu düzeyine gelinmiş, küresel güçlerin Ortadoğu’da sürdürdüğü vekalet savaşının gönüllü taşeronları olunmuştu artık.
Bir şeyler değişmişti aslında AKP iktidarının özellikle üçüncü dönemi olan ustalık döneminde. Ama değişen rejim değildi, değişen İslami camiaydı. Rejim ele geçirilmemiş, bilakis İslami camia rejim tarafından ele geçirilmiş, kirli işleri yeni kadrolara yaptırılır hale gelmişti.
İktidarın ustalık döneminde kutsanan devlet söylemleriyle halkı yerlerde tekmeleyen, en küçük sokak gösterilerine bile tahammül edemeyerek güvenlik güçlerince halkı sindiren, eleştirilere, farklı seslere kulak tıkayan, halka tepeden bakan, dinlemeyen…. kitle jakoben Kemalistler değil, iktidarın yeni sahipleriydi veya iktidarın sahip olduğu kişiler, kadrolardı.
Göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalı hakaretlerini, aşağılamalarını artık jakoben Kemalistler değil, iktidar beslemeleri yapıyordu.
Yine aynı şey olmuş, büyük umutlarla üç dönem tek başına iktidar verilen kadrolar muhafazakarlaşmış, rejimi değiştirme, dönüştürme, halkın sesi olma iddiası unutulmuş; bilakis kendileri rejim tarafından dönüştürülmüştü.
Böylesi bir krediyi üç dönem sonunda heba eden iktidar 7 Haziran seçimlerine inandırıcılıktan uzak aynı vaatlerle girdi. Aslında oylanan vaatler vs değil, iktidarın kibriydi. Umarım iktidar ve ilişikleri Mevlana’dan alıntıladığım hikayenin de yardımıyla gerekli dersleri çıkarırlar.
Dil bilgininin. biri, yola çıkmış gemiyle,
Gemiciye seslenmiş, içinde kibir ile! ..
"Hiç nahiv okudun mu?" kaptan şaşkın "hayır" der,
"Hayatının yarısı boşa gitti ne haber! .."
Kaptan üzüldü sustu, içten "ya sabır" dedi,
Gönül koydu bu söze, amma cevap vermedi. ..
Sert bir rüzgar çıkınca, denizde dalga coştu,
Gemi beşik gibiydi, kaptan dilciye koştu.
"Yüzme biliyor musun, o ilim sende var mı?"
"O ilim yok ey evlat, Gramer işe yarar mı?"
"İşte şimdi ömrünün, tamamı gitti baba,
Biraz sonra gemimiz gömülecek girdaba ...
Mahvolmayı bilmeli, nahvi sen koy bir' yana,
Yok olmayı bilirsen, sudan korku yok sana ...
Deniz suyu ölüyü, baş üstünde taşıyor,
Dirilerin deryadan kurtulması daha zor.
Nefsini öldürdüysen, dünya arzularından,
Taşır seni sırtında, deryanın sırrı ayan ...
Boş gurura kapılıp, ey halka eşek diyen!
Şimdi buz üstündeki, eşek gibi oldun sen.
En büyük bilgesi ol, istersen günümüzün,
Dünyanın ve zamanın, yokluğunu gör' hergün!."
Nahivcinin öyküsü, ders olsun anlayana,
Yok olmanın nahvini, anlatmış oldum sana!