İnsan özünde olanı imtihanı sırasında ortaya koyar. Çoğunlukla da imkanlarla imtihan olur. İnsan imkan sahibi değilken rahat konuşur. Kesin ve kat’i kararlar verir. Teorik olarak adaletten miskal sapmaz.
Bu çerçevede Türkiye siyasetine baktığımızda tüm siyasi oluşumların imkanlardan uzak oldukları dönemde insan hakları savunucusu, hukuk, adalet ve özgürlük heveslisi olduklarını görürüz. Ezilen, mağdur olan, mazlum olanlarla yan yana duruşlar sergilerler. İktidara vurdukça vururlar.
Muhalefet durumundayken demokrasi havarisi kesilenlerin iktidarın kıyısından geçerken nasıl ‘evrimleştikleri’ ülkenin siyasi tarihine bakılınca gün gibi aşikar olur. Maalesef ki bu pozisyondan uzak duran hareket/parti neredeyse yok gibidir.
Kuruluşundan bu yana şahitliğini yaptığımız iktidar çevresi yaşayan en somut örnek olarak önümüzde duruyor. Hangi süreçlerden geçtiklerini, bugüne nasıl geldiklerini detaylı anlatmaya gerek yok. Yaşı yirmi beş üstü olan herkes şöyle bir hafızasını yoklasa geçilen cendereleri kolayca anımsar.
Mağdur ve mazlum konumdan halkın umudu haline gelinen hızlı süreçte dillerden demokrasi/hak/hukuk düşürülmezken bir yandan da dünya siyasetine yön verenlerce Ortadoğu için rol model ülke yakıştırmaları ve planlamaları yapılıyordu yakın zamana dek. Bu yakıştırmalar birilerinin aklını başından alırcasına heyecan da veriyordu.
Milleti ve millet egemenliğini dillerine pelesenk edenlerin foyası uzun sürmeden ortaya çıktı ki imkanlar kendi heveslerine hizmet ettiği sürece makbuldür. Kendilerine bu imkanları sunan değerler de kendilerine alan açtığı sürece ‘değer’dir.
7 haziran seçim sonuçları yüzlerdeki maskeleri bir daha takılamayacak şekilde düşürdü. Halk iradesinin ne anlam ifade ettiği de bu süreçte iyice aşikar oldu. Heveslerine hizmet etmeyen iradenin halk iradesi sayılamayacağını da böylece öğrenmiş olduk.
Gelinen noktada önümüzdeki seçimlerde istenen sonucun elde edilmesi için her yol mübah görülmekte; kendilerini yıllardır iktidarda tutan tüm değerler çiğnenmektedir. Yasaların izin vermediği sandıkların taşınma işlemi zorlamalarla gerçekleştirilmek isteniyor.
Aslında bu durumun acziyetin ve çaresizliğin fotoğrafı olduğu gözlere ve idraklere sirayet etmiş hırstan dolayı fark edilemiyor demekki.
Bir devlet düşünün ki bölgesinde modern hukuk devleti iddiasında. Bölgesinde model ülke iddiasında. Dünyanın ilk yirmi ekonomisinden biri. Dünyanın en büyük askeri güçlerinden olma iddiasında. Ama gel gör ki ülkenin birçok il, ilçe ve köylerinde sandık kurup seçim yapacak kudretten yoksun.
Batman gibi milyonluk bir şehrin 12 mahallesine, Cizre’nin 3 mahallesi ile 23 köyüne, Hakkari’nin 20 köyüne, Bitlis’in 16 köyüne ve daha ilan edilmemiş onlarca mahalle ve köye kurması gereken sandıkların güvenliğini sağlamaktan aciz.
Aslında bu durum şu gerçeğin itirafıdır: ‘Ben bu seçim bölgelerinde hakimiyet kuramıyorum. Buralarda beni barındırmak istemeyen bir güç var ve ben bununla baş edemiyorum. Dolayısıyla bu yöntemi seçmek zorundayım.’
Bu durum “Ortadoğu’da bizden izinsiz yaprak kımıldamaz, Kimse Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü ve kudretini test etme haddine sahip değildir!” efelenlemlerinin nasıl da afaki ve ham hayal olduğunu gösteriyor. Demezler mi adama ‘ Sen daha köyüne, mahallene sahip çıkamıyorsun nerde kaldı ki bölgeye düzen verecek büyüklüğün!’
Birkaç kelam da Suriye meslesine değinecek olursak… beş yıldır Esed ile oturup Esed ile kalkan zat-ı muhteremler; “Bana ne bana ne Esed varsa ben oynamam” diye tutturan ergen hevesliler; “Emevi Camisi'nde namazımızı kılacağız, Selahaddin-i Eyyübi’nin mezarında Fatiha okuyacağız” diyenler… sonunda tüm oyun arkadaşlarınca terk edildikten sonra hülyalarının mezarına fatihayı okuyuverdiler. “Esed’li geçiş dönemi olabilir ama sonrası asla kabul edilmez” tam da zengin Anadolu kültürünce ‘şapa oturmuşluğun’ ifadesidir. Yenilmiş zılgıtın ve yutulmuş zokanın diplomatik ifadesidir .
Engin Anadolu kültüründen bir Kürt atasözü geldi aklıma “Babasının alacağına gitti üstüne anasını verip geldi.” Bu noktada sivrisinek ile ‘saz’ın işi kolay da Allah davulcuyla zurnacıya kolaylık versin…