New York’taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda 10 Eylül’de yapılan oylamada, üye ülkelerin çoğunun ‘evet’ oyuyla kabul edilen tasarı uyarınca, Filistin bayrağının da diğer ülkelerin bayrakları arasında temsil edilmesi kararlaştırıldı. Tasarıda Vatikan bayrağının da aynı şekilde temsil edilmesi öngörüldü.
Dün itibariyle BM’de diğer üye devletler gibi -her ne kadar ABD ve İsrail tarafından üye oldurulmasa bile-, üye ülke bayraklarının yanında hak ettiği yeri alacak. Hak ettiği ifadesinin altını neden çizdiğimi izah etmem gerekiyor. Bayraklar ülkelerin bağımsızlıklarının ayırt edici alametlerinin önde gelenlerinden biridir. Söz konusu bağımsızlık o vatanda yaşamış olanların bizzat kendilerinin birçok fedakârlıklarıyla elde edilmiştir. Dolayısıyla bağımsızlığı kimse kimseye veremez; vatanın bağımsızlığı/hürriyeti/özgürlüğü, kendi kazanılan bir haktır.
Bunun yanı sıra bayrak dediğimiz simgenin modern dönemde de neyi simgelediğini iyi tetkik etmemiz gerekiyor. Yukarıda dikkat çektiğimiz gibi bağımsızlık göstergesi olan bu simge, zamanımızda daha çok bir ulusu temsil etme evresine geçmiştir. Tabii bu bir genelleme olmaktan çok, devleti bir ulus üzerine inşa eden yapılar için söz konusudur; bu da ayrı bir tartışma konusudur.
Tüm bunlar bir yana Filistin bayrağı meyi temsil ediyor? Bağımsız bir devleti veya bir ulusu mu? Gazze ve Batı Şeria’nın Ramallah şehri hariç her kentine İsrail askerlerinin rahatlıkla girdiği bir devlet mi bağımsız?[1] Milyonlarcası dünyanın muhtelif yerlerine iltica etmiş bir insan yığını mı millet? Öyle bir millet ki İsrail ile baş edememekte, kendi bağımsızlığı için mücadele edememekte ve git gide zayıflamaktadır. Modern devlet aklı Machiavelli’nin üstatlığında her iki soruya, Filistin’in bir devlet ve Filistinlilerin de bir millet olmadığı cevabını verir. Bu cümleden olmak üzere, BM’de temsil edilme salahiyetinden de yoksun olmalıdır.
O halde ne oldu da BM’de Filistin bayrağı göndere çekildi? Tam da Mescid-i Aksa başta olmak üzere Kudüs’ün ve Filistin’in başka şehirlerinde İsrail-Filistin arasında ateşli günler yaşanmakta iken bu hadisenin cereyan etmesi bizlerde kuşku uyandırmaktan çok alkışlanmalı mı? Kimileri bunu kuşku duymaksızın alkışladı ve söz konusu günün Filistin için tarihi bir günü olduğunu açıkladı. Bu açıklamayı yapan Mahmud Abbas idi; ancak tören konuşmasında “Filistin milliyetçiliği için bugün gurur ve onur günü. Bu onuru, tutuklularımız, yaralılarımız, gazilerimiz ve hayatını bu bayrağın göndere çekilmesi uğruna feda eden şehitlerimize adıyoruz” şeklinde ifadelere de yer verdi. Mahmud Abbas her ne kadar Filistin milliyetçiliği diye bir şeyden bahsetsin bu “süper güçler” ve İsrail nezdinde nominal bir değerdir; buna binan de adı var ama kendi mevcut olmayan bu milliyetçilikin bir temsiliyeti söz konusu olmayacağından, onu simgeleyen bayrağın da BM binası önünde dalgalanmasının hiçbir kıymeti olmayacaktır.
Mahmud Abbas da bunun farkında olacak ki -olmaması mümkün değil zaten-, İsrail’in illegal işgalci yerleşimcilerinin ve radikal Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya girmesini amaçladığını ve Müslümanların ibadetlerini engellediğini dile getirdi. Konuşmasında “İsrail, Mescid-i Aksa’ya girerek büyük hata yaptı. Çünkü biz buna izin vermeyeceğiz. Filistin halkı, tüm dünya Müslümanlarını üzen İsrail’in bu yasa dışı planını uygulamasına izin vermeyecek" dedi. Peki nasıl izin vermeyecek? Kendi ifadesiyle “Bu bayrak ve tören amaca ulaşıldığı yanılgısına düşürmemelidir. Filistin Devleti hedefine ulaşmak için ulusal birliğin temin edilmesi gerekir. Öncelikle Gazze ve Batı Şeria tek otorite altında birleştirilmelidir.” Bu tek otoritenin kendi yönetiminde olan el-Fetih Partisi’nin hâkimiyeti altına girmek olduğunu kendi kadar HAMAS da biliyor, ABD, İsrail ve BM de.
Mahmud Abbas İsrail ile ayrıştığını uzun yıllardır ortaya koyan HAMAS’ı neden otoritesi altına almak istiyor? Bu sorunun cevabı işçin Mahmud Abbas’ın kimin otoritesi altında olduğunu idrak etmemiz gerekmektedir. İsrail tarafından Mescid-i Aksa’ya son günlerde gerçekleşen saldırılar haricinde yıllardır süren cinayet, hapis ve çocuk alıkoymaların yaşanmasına rağmen, el-Fetih ve dolayısıyla da Mahmud Abbas tarafından bir intifada hareketinin neden başlatılmadığı sorusunun cevabını aramak gerekir; bu cevap önceki sorunun da cevabına götürecektir bizleri.
Mahmud Abbas’ın dünkü konuşmasında aslında örtük bir cevabı vardı bu soruların. Konuşmasında “BM Genel Merkezleri'nde Filistin bayrağının asılması için oy veren herkese teşekkür ediyorum. Filistin Devleti'nin Başkenti Doğu Kudüs’te Filistin bayrağını dalgalandıracağımız günler uzak değil. Bizi henüz tanımamış olan ülkelerden de Filistin Devleti’ni tanımasını istiyorum” dedi. Konuşmanın italik şeklinde vurguladığım “Filistin Devleti'nin Başkenti Doğu Kudüs” ne anlama geliyor biliyor musunuz? Sadece Eski Kudüs denilen tarihî sur içi Kudüs’ün Filistin’in başkenti olacağını; ama bunun yanı sıra tarihi olmayan sur dışı modern Kudüs’ün ise İsrail’e bırakılması anlamına geliyor. Bu zihniyet, konuşma, sarf edilen cümleler bizlerin alkışlayan safta değil kuşku duyan cephede -ki bu direniş eksenidir- yer almamıza neden oluyor.
Doğu Kudüs Filistin toprağı oluyor da Batı Kudüs başka bir şey mi? Elbette ki hayır. Ey Mahmud Abbas ve onun gibi düşünenler! Kimlerin kavramlarıyla konuşuyorsunuz? Doğu Kudüs-Batı Kudüs ayrımını, Kudüs’ü işgali akabinde İsrail ürettiği halde nasıl oluyor da bu Siyonist ayrıştırmayı yaparken vicdanınız sızlamıyor?
[1] İsrail askerlerin neden Ramallah’a girmediğini soracak olursanız şöyle cevaplarım; Ebu Mâzin (Mahmud Abbas)’a olan hürmetlerinden!