Dün, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın, IŞİD’in Lübnan’da gerçekleştirdiği terör saldırısına dair bir konuşması vardı. Konuşma Lübnan’ın, Fransa’nın tarihsel sömürge hinterlandı olduğunu anımsatan Ortadoğu’nun Paris’i olarak tabir edilen başkenti Beyrut’taki saldırıya yönelikti. Daha önceki konuşmalarında Seyyid Hasan Nasrallah, bu örgütün yaptığı terör faaliyetlerinin onu destekleyen ülkeleri de bulacağına birçok defa değinmişken, -üstelik eline iyi de bir fırsat geçmişken, en azından hadise bu kadar taze iken- bu defa bu kabilden ifadelere hiç yer vermedi. Bunun nedeni muhtemelen Fransız vatandaşlarının acılarını sükûnetle yaşamalarına saygı duyduğu içindi. Seyyid Nasrallah, duygusal ve zafiyet içerisinde olan Fransız ve diğer Avrupaları halkalara “bakın ben sizi birçok kere uyardım ama aklınızı başınıza almadınız” benzeri cümleler sarf etmeyerek bile aslında birçok şey anlattı ve bu şekilde insanlık dersi verdi.
Beyrut’taki saldırı Filistin mülteci kampı olarak kurulmuş Berranice banliyösünde gerçekleştirildi. Çarşıda ve insanların camiden namaz çıkışlarına denk getirilmesi de tabii ki tesadüf değildi. Bazı yorumlara göre IŞİD, Kalamun’da verdiği ağır kayıpların intikamını bu şekilde almak istedi.[1] Nasrallah’ın da işaret ettiği üzere, bu saldırının asıl hedefi Lübnanlılar, Filistinliler ve Suriyeliler arasında bir kargaşa çıkarıp ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemekti. Ancak Lübnan’ı böyle bir uçuruma sürüklemek eskisi kadar kolay görünmüyor. Mesela Hıristiyanlar Müslümanlarla iyi anlaşıyor ve birçoğu direnişe destek veriyor. Sünni ulemanın birçoğu Hizbullah’ın tertip ettiği merasimlere iştirak edip, Direniş eylemlerine sahip çıkan açıklamalar yapıyor. Son olaydan sonra Ehli Sünnet müftülerinden Müftü Abdullah, terör saldırısından sonra, Direnişe verilen desteğin ardında durulması gerektiğine dair açıklama yapması da bu birlikteliğe işaret eden bir başka gösterge.[2] Yine bir başka Ehli Sünnet âlimi Şeyh Cuayd, söz konusu terör saldırısını gerçekleştiren terörün mantığıyla mücadele edilmesi gerektiğini ifade etti. Ayrıca tüm bu yaşananların Filistin’e yönelen dikkati de dağıtmaması gerektiğini belirtti.[3]
Bunun yanı sıra alArabiyya ve elCezire gibi bazı medya kuruluşları ise Lübnan’daki bu saldırıyı kendi gündemlerinde çok tutmadılar. Öyle ki söz konusu saldırıya ilişkin haberleri web sahifelerinde bulmak neredeyse imkânsız bir hâl aldı. Direniş eksenine olan tutumları göz önünde bulundurulunca bunu anlamak pek de güç değil. Herhalde kendi halklarına, Katar ve Suudların desteklediği terörün, masum insanları bu şekilde ansızın yakaladığını çok da hatırlatmak istemediler.
Peki, Avrupa’nın Paris’inde olanlardan sonra ne oldu? İlk olarak fatura mültecilere kesildi. Bundan sonra özellikle Suriye’den gelecek mülteciler için daha sıkı bir uygulama söz konusu olacak. Üstelik bu uygulama sadece Fransa tarafından değil birçok Avrupa ülkesi tarafından uygulanacak gibi görünüyor.[4] Fransa Cumhurbaşkanı Holland, ilk tedbiri aldı ve tüm sınır kapılarını gelenlere kapattı. Belçika, İtalya ve daha başka ülkeler de güvenliklerini arttırdıklarına dair sinyaller verdi. Rusya ise vatandaşlarına bazı ülkelere gitmelerinin sakıncalı olabileceğini istihbarat kaynaklı bir bilgi olarak sundu. Bu ülkeler arasında özellikle Türkiye, Mısır ve Tunus en çok dikkat çekenler oldu.[5]
Suudlar, hem hanedanıyla hem de ulemasıyla Paris terör saldırısının İslam ile bir alakasının olmadığını açıklamaktan geri kalmadı.[6] Lübnan saldırısına gösterilmeyen bu hassasiyet, Kral Selman’ın resmi twitter hesabına da yansıdı ve Paris’te meydana gelenleri aklın ve de dinin uygun görmeyeceğini belirtilerek bir kınama mesajı yayımlandı.
Yıllar önce Dünya’nın mecrasının iki kutuplu dünyadan çok uzakta olduğu anlaşılmıştı. Sonra bir ara tek kutuplu dünya tezleri ileri atıldıysa da son zamanlarda ise çok kutuplu dünya üzerinde duruluyor. Her üç tasnifte de bir dünya dengesini belirleme, bu dengede yer alma özelliği en önemli olan husus. Ama artık bu çok kutupluluğun seyrinde devlet gibi legal yapıların haricinde illegal yapılar da söz konusu. Bunu bir nebze olsun el-Kâide ile tanıdı dünya; bu örgüt tam olarak hâkim olamadığı Afganistan’dan dünyaya saldığı dehşet ile bir kutup merkezi olmaya çabaladıysa da bunu tam olarak gerçekleştiremedi.
Bunun en önemli sebeplerinden birinin dünyanın çatısı olarak nitelendirilen Afganistan’ın coğrafyasından kaynaklandığını düşünülebilir. el-Kâide, evin çatısından tam olarak bahçeye inip gerçek bir aktör olamadı. Tabii bu durum A.B.D. ve büyük kapitalist petrol şirketlerin yanı sıra İsrail’in Ortadoğu’daki güvenliğini sağlama hususunda zafiyetler gösterdi. Bunun için örgüt üzerinde bazı rötuşlar yapılarak Ortadoğu adındaki bahçede bir minik kutup olmasına ve burada kendi korku krallığını kurmasına izin verildi. Bu izin verenlerin de işine gelmişti.
Ancak her şey istenildiği gibi gitmedi. Bir “İslam Devleti”ne dönüştürülen bu örgüt, son zamanlarda aldığı ağır kayıplar nedeniyle selefi gibi vadesinin dolduğunu anladı ve devletini imparatorluğa dönüştürmeye karar verdi. Bu dönüşüm, müesses bir devlet olmayı da gerektirmeyen korku imparatorluğu şeklinde oldu. Bu hâliyl,e kendini destekleyenlere varlığını ne şekilde devam ettirebileceğini; hem yeni kullanım şeklinin ne cihete sevk edilebileceğini ve hem de kendisinin istediği zaman neler yapabileceğini gösterdi. Böylece içine sıkıştırıldığı devletini, kendi içerisinde de çok merkezli saldırı alanları haline getirdi. İntihar saldırılarıyla çok kutuplu dünyanın önemli bir figürü olduğunu mu kanıtladı? Hayır! Bu eylemler saman alevinin sönmeden önceki hararetinden başka bir şey değil!