4-5 günlük kara yolu ile yaptığımız yolculuk süresi hariç tutulmak kaydıyla yaklaşık olarak bir hafta süren Erbâin ziyaretimizi kıymetli arkadaşlarımız, dostlarımız ve grubumuzla gerçekleştirmiş olduk.
Geleneksel ve rivayete dayalı dinî–tarihî bir yürüyüş olan Erbaîn yürüyüşümüz içerisinde elbette birçok güzellikler bulunduğu gibi bazı can sıkıcı, yürek yaralayıcı, olumsuzluk diyebileceğimiz durumlar da gerçekleşti.
Hak ve Hakikatin hakkı her kesin ve her şeyin hakkından âli olduğundan bu okumalarımızda gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi, olanları ve olması gerekenleri, güzel insanlarla paylaşacak daha iyiye, daha güzele, kemâlâta doğru yol alınması gayesiyle yürek sızıntılarımızı, yürek sıkıntılarımızı ortaya koyacağız.
Malum Erbaîn; Kırk demek. İmam Hüseyin’in 10 Muharrem’de şehit edilişinin kırkıncı gününde kendisini selamlamak üzere Necef’ten Kerbelâ’ya yürüyüşün adı da “Erbaîn Yürüyüşü” oluyor.
Erbain;
Hüseyin’e doğru yürüyüş…
Hüseyin’leşmeye yürüyüş…
Hüseynîliğe yürüyüş…
Hüseynî ahlaka yürüyüş…
Hüseynî duruşa yürüyüş…
Hüseynî direnişe yürüyüş…
Hüseynî bilince yürüyüş…
Hüseynî fedâkarlığa yürüyüş…
Hüseynî îmâna yürüyüş…
Hüseynî renge bürünüş…
Hüseynî erdem, fazilet, cesaret, şecaat, basiret, takvâ vb’ye yürüyüş…
Milyonlarca canın katıldığı muhteşem yürüyüşte herkes kendi çapı ve yüreğinin el verdiği oranda Hüseynîleşmeye adım atarak içinde bulunduğu kısır döngüyü terk etmeye, nefsin kabuğunu çatlatmaya çalışmıştı.
Küçüğünden büyüğüne, kadınından erkeğine, çocuğundan yaşlısına, fakirinden zenginine, sağlamından sakatına, yerlisinden yabancısına herkes bir nebze Hüseyinleşmek derdinde idi…
Kim ne derece bunu başarabildi tartışılır olsa da herkesin bu aşk ve sevdayla zerreden küreye çeşitli boyutlarda nasiplendiği bir hakikatti.
İmam Hüseyin, “Rahmeten lil âlemin”den sonraki dönemde kendi zamanının İmamı ve İslam’ın mücessemleşmiş hâli idi. O, zamanında saf İslam idi. Yaşayan Kurân idi.
O, kanının tüm zerresini riyasız, şirksiz, tertemiz bir niyetle Hak yoluna feda eylemiş. Bu nedenle de “Sârallâh / Allah’ın Kanı” (Her zerresi Allah yolunda dökülmüş kimse) olarak bilinmişti…
Erbaîn yürüyüşüne dâhil olanlar da bu makamda Sârallâh’tan zerre olmaya niyetlenmiş olmakta idiler… Hak rengine boyanmak, yaşayan Kurân olmak, Kurânî yaşayış sergilemek, Muhammedî-Hüseynî İslam’ın mensupları olmak derdinde idiler…
Ve yine, her can gücü nispetinde; çilesiyle, derdiyle, hüznüyle, göz yaşıyla, çaba ve gayretiyle, aşkıyla, fedâkarlığıyla, cömertliğiyle, paylaşımcılığıyla, özverisiyle, sabrıyla, himmetiyle, ikram ve ihsanıyla, güler yüzü ve hizmetiyle, tahammül ve hoşgörüsüyle Mümin-i Kâmil, İnsan-ı Kâmil olma yolunda İmam’a bir nebze de olsa benzemeye gayret etmekte idi…
Bu hâlde Ehli Erbaîn olmak çeşitli alanlarda Direniş ve Sabır ehli olmak ta demekti…
Yeryüzünün tüm özgür ruhlu direnişçileri Erbain’de cem olmuş, Nehr-i Hüseyin olarak Hüseyin’e, Aşk’a, Özgürlüğe akıyorlardı…
Erbain meydanı, er meydanı idi. İstişare, tanışma, buluşma, görüşme ve zulme karşı direnişte bileylenme ve güç birliğine erme meydanı idi.
Yani, Alevi Müminlerin deyimiyle; Bir olma, İri olma ve Diri olma meydanı idi…
Erbain meydanı; Nefis Yezid’inin istek ve arzularına karşı duruş, şeytanî ve İblisî denaatten uzak kalmaya söz verme meydanı idi.
Bizlere bu bilinçle, güzellikler yaşatan Allah’a sonsuz hamd eder, İmam Hüseyin ve Hüseynîlere selamlarız.