Temel bilimlerin çöküşü, sosyal bilimlerin yükselişi ve Ortadoğu

H.Hüseyin Güneş

1927 kere okundu
27 Aralık 2015 Pazar
742-7551-c6eb6ea5yazi.jpg

Türkiye’mizin birçok üniversitesinin temel bilimler olarak adlandırılan matematik, fizik, kimya ve biyoloji bölümleri son birkaç yıldan beri öğrenci alamamakta ve bu nedenle YÖK tarafından kapatılmaktadır. Zikredilen durum, bir anlamda temel bilimlerin çöküşü anlamına gelmektedir. Bizdeki ölçekte bir çöküş mesabesinde olmasa da, temel bilimlere olan ilginin tüm dünyada eskisi kadar sürmediği söylenmektedir.

Vâkıanın birkaç nedeni olduğu üzerinde durulmaktadır. Tüm dünyada biyokimya, biyomedikal, astrofizik, elektrokimya gibi hibrid meslekler denilen çoklu disiplinleri temel alan iş kollarının yükselmesi; bu aynı zamanda dünyada bir paradigma değişiminin gerçekleştiğini göstermektedir. Ülkemizde söz konusu paradigmaya uyarlanmayan temel bilimlerin çöküşü bu nedenle beklenmedik bir şekilde hızlı gerçekleşmiştir.[1]

Bir diğer neden ise, kapitalist piyasalarla özdeşleşebilip uyum sağlayabilecek insan tipolojisi ihtiyacını temel bilimlerin tam olarak karşılayamıyor olmasıdır. Nitekim dünyanın önde gelen itibar uzmanlarından Dr. Leslie Gaines-Ross tespitleri de bu kanaati güçlendirmektedir. Ona göre önümüzdeki yıllarda şirketlerin itibarı CEOlarının sosyal medyadaki etkinliğiyle doğru orantıda olacaktır.[2]

O halde temel bilimlerin çöküşü denilen durum, gerçekten de bir paridagma değişikliğinin ürünü; bir başka deyişle, kapitalizm kendine akacak yeni bir mecra buluyor. Tam da burada bir fizik kuralı hatıramıza geliyor ve soruyoruz: Doğa boşluk kabul etmediğinden temel bilimlerden boşalan alanı ne dolduracak?

Geçmişten günümüze bakıldığında, temel bilimlerle elde edilebilecek birçok keşfin yapıldığını ve bunlar sayesinde günümüze kadar devam eden teknolojik ilerlemenin sağlanabildiğini görmekteyiz. Yani, bundan sonraki keşifler şimdiye kadar yapılmışların çocukları oluyor/olacak.  Başka bir ifadeyle, insanlık dış dünyaya dair keşfedebileceği şeyleri ya keşfetmiş ya da onu keşfetmeye çalıştığı şeylere götürecek sâikleri temel bilimler sayesinde elde etmiştir. Modern zamanlarda bu icatlar askeri veya iktisadi savaşlarda başarı elde etmek üzere gerçekleşmiş, en azından bu amaçla yapılmamışsa bile bu doğrultuda kullanılmıştır. Mesela insanoğlu atomu bulmuş, sonra parçalamış ve atom bombasını icat etmiş ve ardından da bunu kendi hemcinslerini öldürmek için kullanmaktan geri kalmamıştır. Bu dış dünya merakı modern zamanlarda insan merakına doğru daha çok evrilmiştir.

Bu dünüşümü, insanın kendi ontolojik değerinin merakı, veya insanın kendi aidiyetini başka toplumlar ve başka toplumları da kendi aidiyetleri üzerinden tanımlaması, şeklinde de anlamak mümkündür. Bendeniz son zamanlarda meydana gelen paradigma değişiminin bu çerçevede düşünülmesi ve ele alınması gerektiğini düşünmekteyim. Temel bilimlerin mevcut durumunu bu bağlam içerisinde değerlendirmeye çalıştığımızda, dünya siyasetini ve Ortadoğu’da şekillenen/şekillendirilmeye çalışılan uygulamaların kökenini daha iyi anlayabileceğimiz kanaatindeyim.

Tüm bunlar bir araya getirildiğinde sosyal bilimlerin temel bilimlerden kaynaklanan boşluğu neden doldurduğu daha kolay anlaşılabilir. Türkiye ölçeğinde, bazı akademisyenler tarafından söz konusu duruma sadece mesleki kaygıların neden olduğu üzerinde durulmaktadır. Mesele gerçekten bu kadar kolay anlaşılabilecek bir durum mu? Tarih, Edebiyat, Çağdaş Türk Lehçeleri, Antropoloji, Sosyoloji vb. sosyal bilim mezunlarının ne kadarı kendi alanlarında çalışabiliyor ve bu nalanlarda iş bulabiliyorlar mı, sorularının cevabı sorunun mesleki kaygılar çerçevesinde değerlendirilemeyecek kadar panoramik olduğunu gösteriyor olmalıdır.

Zikredilen meslekte iş bulamama durumu yanında, dünya siyasi otoritelerinin yönetim kademelerinde sosyal bilimler alanında kendini ispatlamış kişilerin yer alması da mesleki kaygı yorumunu destekliyor gibi görünmektedir. Aslında gerek Avrupa ve gerek Amerika’da olsun sosyal bilimlerin siyasi otoriteye hizmetkârlık yapması Türkiye’nin aksine öncelere dayanmaktadır. Bu nedenle de yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız paradigma değişimi bizde yumuşak bir şekilde gerçekleşememiştir. [3]

Sosyal bilimlerin iktidarların hizmetinde oluşu iyi bir durum değil midir? Normal şartlarda iyi olması ve insanlığa hizmet etmesi gereken beşeri bilimler, bazı insanları sömürme hizmetini yerine getirmekte, emperyalizmin maşası hâline getirilmektedir. Edward Said’in Oryantalizm/Şarkiyatçılık adlı eserinde ortaya koyduğu gibi,  sosyal bilimlerin, oluşturulan Batı-Doğu ikileminde Doğu, Batı’yı takip etmesi gereken bir coğrafya olarak tasvir edilmeye çalışılmıştır. Bu minvalde Doğu toplumlarının batıdan ayrışmasını sağlayan -ilahiyattan edebiyat ve sanata kadar uzanan geniş yelpazedeki- tüm özellikleri olumsuzlanmaktadır.  Bu olumsuzlama “masum” bir şekilde kurgulanan sosyal bilimler aracılığıyla icat edilmekte, ardından bu bilim dallarının kitle iletişim araçlarındaki algı oluşturma ve yönetme araçlarıyla da toplumun gerçekliği olduğu gibi kavranmasını engellenmektedir. Oluşturulan “gerçeklik” artık fiilî olan gerçeklikle örtüşmeyen yeni bir “gerçekliktir” ve fiilî gerçeklikten daha kabul edilebilir bir düzeye erişmektedir. Jean Baudrillard’ın meseleyi ele alırken kullandığı simülatör kavramı, emperyalizme hizmet eden sosyal bilimcileri de kapsamaktadır.  Ona göre insanların hakikat olarak içinde yaşadıklarına inandıkları hakikatin ötesinde, onu da aşmış bir “hakikat”/hiper gerçeklik bulunmaktadır. Dolaysıyla insanlar âgâh olmadıkları müddetçe simülatörler tarafından kurgulanmış bir simülasyonda/simülakr dünyada yaşamakta, ama bunu kesinlikle fark etmektedir.

Yukarıda işaret etmeye çalıştığımız hususlar çerçevesinde, Orta doğudaki mevcut durumu düşünmemiz gerekmektedir. Bu düşünme eylemi hem bu coğrafyanın birer neferi ve hem de bilinçli bir insan olmanın gerekliliğidir. Irak’tan Lübnan’a ve Avrupa’dan Amerika’ya kadar gerçekleşen, gerçekleştiği söylenen/iddia edilen hadiseler hakikatin kendisine, yani gerçekten gerçekleşmiş olana ne kadar benzemektedir, onunla ne kadar örtüşmektedir. Bizlere aktarılan haberler ne kadar masumdur; “masumiyet”ini kimler onaylamaktadır? Kimin işgalci, kimin özgürlük destekçisi olduğunu hangi akademik çalışmalar üzerinden değerlendirmeliyiz? Haklı ve haksızı el-Cezire, Şarku’l-Avsat, el-Arabiyye misali batı emperyalizminin simülatörlerinin yansıttığı hiper gerçekliğe göre mi belirleyecek ve simülakr dünyada yaşamaya devam mı edeceğiz?



[3] Tasvir etmeye çalıştığımız bu durumun daha iyi anlaşılması için AK Parti’nin kurucu üyelerinin özgeçmişine bakmak belirli bir fikir verecektir. Söz konusu üyelerin sosyal bilimci mezunları ve bu kendi sahalarında yüksek lisans ve doktora yapmış kişiler oluşturmaktadır. Bkz. https://www.akparti.org.tr/site/yonetim/kurucu-uyeler# 27.12.15.

 

Öne Çıkan Haberler
İktibaslar