Yuvası yağmalananlar, elleri nasır tutmuşlar, asgari ücrete iş bulmak için devreye adam koyma zorunda kalanlar, evleri yakılanlar, ocakları söndürülenler, dul kalan kadınlar, yetim kalan çocuklar, evlatsız bırakılan ana babalar, evlerine kuru ekmek götürmekte zorlananlar, işe gitmek için kilometrelerce yolu yayan yürümek zorunda bırakılanlar, ekmek parası için zabıtadan kaçıp araç altında can veren seyyar satıcılar, fakirler, miskinler, yolda kalmışlar, ayakkabı alamayanlar, yeni elbiseleri olmayanlar, aynı gömlek ve pantolonu her gün giymek zorunda kalanlar, elektrik, su ve kirasını ödeyemez halde olanlar, akşam eve gitmek istemeyen mahzun babalar, geleceği değil “bu günü nasıl geçireyim”in hesabını yapanlar, zenginlik ve rahat yaşamın hayalini bile kuramayanlar, çadırlarda yaşam süren aileler, sokaklarda yaşayanlar…
Toplu taşıma araçlarına binmek için yol parası olmayanlar, mahalle bakkalına ekmeği borç yazdıranlar, manav ve kasabın yolunu unutanlar, kırmızı eti ve meyveleri sadece camda seyretmek zorunda kalanlar, perişan olanlar, borç batağına saplananlar, iftar ve sahuru bir kaç dilim peynir ve bir kaç adet zeytinle açanlar, çöplerden ekmek toplayanlar, çocuklarının isteklerini karşılayamayan boynu bükük babalar, boğazı düğümlenmişler, kahrolmuşlar, hiç bir geliri olmayan kimsesizler, dışlanılmışlar, ötekileştirilmişler, ekmeği ile korkutulanlar, elinden işi ve aşı alınanlar, asgari ücretli çalışmasına rağmen işine son verilenler, rahat yaşamı sadece filmlerden ibaret bilenler, gündüz ayrı gece ayrı iş bulma telaşında olanlar, eşine çocuğuna mahcup olanlar…
Çocuklarının isteklerine karşı tek sermayesi "yarın alırız çocuklar" deyip yalan konuşmak zorunda kalan babalar, anneler, unutulanlar, emeği sömürülenler, adaletsizliğe uğrayanlar, umutlarını yitirenler, dilenmek zorunda kalanlar, psikolojisi alt üst olanlar, gururu yerle bir edilip ayaklar altına alınanlar, ezilmişler, horlanmışlar, umutlarıyla oynanılanlar, kuru ekmek ve soğana muhtaç olanlar, hüzünlenmişler, gözyaşıları hiç dinmeyenler, gülmeyi unutanlar, feryat ve figanları arşa yükselenler, ahlar çekenler, bir şey yapamayışının ezikliğini yaşayanlar, mutsuz ve huzursuz olanlar, ayağında ayakkabı üzerinde düzgün elbisesi olmayanlar, üstü başı yırtık ve eski diye okulun kapanmasına sevinç çığlıkları atan çocuk ve gençler, eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kalanların yaşadığı bir ülkede;
Ramazan ayında devlet kurum ve kuruluşlarının iftar organizasyonlarını düzenlemekte yarıştıklarını, hatta iftar yemeği adı altında şova dönüştürdüklerini görmekteyiz. Organizeyi yapan kurum ve şahıslar yapılan masrafları ceplerinden değil kurumun bütçesinden karşılıyor olması da ayrı bir sevap!
Yani kendi alın teriyle hak ettiği paradan değil, milletin parası ile sevap üzere sevap organizasyonunu yapar hale geldiler.
İşin diğer bir sevap yönü hatta en önemli olan yönü de, davet edilen zatların özellikleri…
Mide, kalp tansiyon ve şeker sorunu olup oruçlu olmamalarıdır. Ya da bağırsakları dolu gözleri aç, kalın enseli, kravatlı, smokinli, parfümlü, rujlu, şık elbiseli, pahalı ayakkabılı, saçları jöleli, korumalı, pasaportlu, kredi kartlı, lüks jeepli, kaliteli gözlüklü, modacı, gazeteci, sporcu, dernek başkanları, sanatçı, bürokrat, müdür…
Sunucu, sinemacı, tv programcısı, nazik ve narin elli, yüksek topuklu, silikonlu, yat kat sahibi, şirket sahibi, patron, banka hesapları dolu, ismi cismi yüksek kariyerli, villa sahibi, ihaleci, bankacı, gazete ve dergilere poz veren, Avrupa’yı avuçlarının içi gibi bilen, tatil yerlerinin olmazsa olmaz müşterilerinden olan, araçtan çok uçaklarla seyahat eden, markaların sahipleri, kumarhanelerin müdavimleri, kibirli olan, insanları küçük gören, geldikleri yeri unutan, iltifata bayılan, kendilerini insanüstü gören, ihanetçi olan, kişilik ve karakterden nasipsiz olan, bir benim bir ben diyen, ahlaksızlığı ahlakmış gibi gören veya kuru ekmek, yağ, çay, şeker, pirinç gibi temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarından haberdar olmayanlardan oluşması da ayrı bir hizmet ve sevaba işaret ediyor!
Şimdi o şatafatlı sofralara davet edilen; Yavuz, İbrahim, Rıdvan, Rıza, Petek, Bülent, Orhan, Hande, Serdar, Cengiz, Engin, Tanju, Burcu, Necati, Seda, Uğur, Ece, Fikret... gibi insanlara eğer Allah rızasını kazanmak için bu daveti yaptıysan..!?
Yok ülkedeki sorunları bunlarla hal edebileceğini düşünüyorsan..!?
Oysa o sofralarda oturması, ağırlanması, elleri öpülmesi, ayaklarına kapanılması, dualarında yer almak için ricada bulunulması gereken kaç kişi vardı?
Yetim, yoksul, yolda kalmış, dilenen, köle, zorda olan, hasta, savaşın kızışmasında sabredenlerden kimse var mıydı?
Zenginlerin sofrasına icabet ettiği için valiyi görevinden azleden yüce şahsiyete selam…
Bu dinin içini ve kavramlarını değiştiren Yezitlere de lanet olsun.