Bir tarih ekolü olan maduniyet ekolü, kolonyal ve milliyetçi tarih yazımlarının taraflı olduğunu iddia eder. Zira toplum seçkinlerine dâhil olmayanların toplumsal katkıları bu iki tarih yazım ekolünce görmezden gelinmiştir. Madun olanların, yani aşağıda kalanların/ezilmişlerin aşağıdan bir tarihini yapmak, egemen tarih yazımının dışına çıkmayı ve bu bağlamda egemen tarih yazımına da bir direnmeyi ifade eder. Buradan hareketle maduniyet tarihinin bir anlamda mazlumiyet tarihinin, iktidarın her türlü tarih yazımına direnerek ortaya konulmasıdır, denilebilir.
Bu çerçevede Filistin tarihinin, bir maduniyet ve mazlumiyet tarih yazımına ihtiyaç duyduğunu hatırlatmak gerekmektedir. İsrail ile her türlü ticari faaliyetler devam ettirilerek bu tarih yazılamaz. Siyonizm’in Müslümanlara saldıran askerleri birlikleriyle protokoller imzalayarak yapılamaz bu. Mavi Marmara vakıasına rağmen İsrail ile güven tazeleme adına koşuşturarak Mavi Marmara’da şehit edilen mazlumların hakkı alınamaz. IŞİD terör örgütünün daha ilk çıktığı yıllarda İsrail ile olan yakınlığına rağmen, bu örgüte destek vererek birçok Cuma namazında Mescid-i Aksâ’da göz yaşartıcı gazlara ve mermilere maruz kalan Müslüman kardeşlerimizin sesi asla duyurulamaz.
Ancak maalesef ülkemizde Filistin meselesi denildiğinde böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Kudüs ve Filistin’de yürütülen kültürel faaliyetler ve bunların televizyonlarda sergilenmesiyle bu vahim tablonun basiret sahibi Müslümanlardan gizlenebileceğini mi zannediyorlar? Filistin davası için, hatta tüm Müslümanlar için siyonizme başkaldıran Seyyid Hasan Nasrallah’ın faaliyetlerini, mücadelesini, konuşmalarını kamuoyundan saklayarak kalbini ilk kıblesine bağlamış müminleri kandırabileceklerini mi düşünüyorlar? İsrail-Filistin arasındaki anlaşmazlığın giderilebilmesi için, ‘1967 Savaşı öncesi sınırlarına dönülmesi’ni isteyerek neyi kastediyor bu zihniyet? Osmanlı dönemi sınırlarına dönülmesini mi? Elbette hayır! Açıklamalarında Filistin’in başkentinin Doğu Kudüs olması gerektiğini ifade ettiklerine göre, Kudüs’ün bir kısmını Siyonistlere bırakmaya çoktan rızaları bulunmaktadır.[1]
İmam Humeynî, Müslümanlar bu tür oyunlara gelmesin diye Kudüs Günü’nü ilan etti. Mazlumların tarihinin nasıl yazılması gerektiği, direnişin ne şekilde yürütüleceği unutulmasın diye bir hatırlatma gününü hediye etti. Ramazan ayanın yüksek manevi havasında böyle bir günün varlık bulması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Müslümanların ortak paydası Kur’ân’ın indirildiği ay olan bu kutsal vakitte ulaşılan manevi doyumlar, ümmeti aynı zamanda bir bilinç seviyesine de taşımalıdır. Manevi hazlara eriştiğimizi zannedip Kudüs’ün batısını nasıl verebileceğimizi düşünürüz? Oruç dediğimiz ibadet sadece yeme, içme ve cinsel tutkuların ihtiraslarına karşı kendini tutma değil, bunun da ötesinde zihni tutulmalara karşı kendi bilincini daima açık tutma eylemidir. Bu bilinçten yoksunlukla dolu ramazanlar aç ve susuzluktan öte ne bırakır insanda?
Kudüs günü sadece mazlum bir halk olan Filistinlileri değil, tüm dünya ezilenlerini kucaklayan bir gündür. Zira bugünün dünyasında tüm ezenler emperyal bir işbirliği içerisindedirler. Dolayısıyla milli, coğrafi, etnik ve hatta dinî aidiyetlerin farklılaştırdığı bir güruh olmanın zararlarını, ümmet bilincinin ve cihânşümûl birlikteliğin ortak paydasını ve gücünü ortaya koyan bir gündür Kudüs günü!
Mazlumların onurlu direnişi de ancak bu aşamada güçlü bir safhaya evrilebilir. Birlikteliğin ve bunun yaratacağı niteliğin farkına varılması için bir fırsat olan Kudüs günü, aynı zamanda ezilmişlerin tarihinin yazılacağı zamanlarda bir milat olarak hatırlanacaktır.