Beni öldürmeyen şey ne yapar?

Masum Bazarov

1534 kere okundu
24 Ağustos 2017 Perşembe
8211-7948-1220-7551-c6eb6ea5yazi.jpg
Bu soruya ülke olarak odaklanmamız gerekiyor, normal bir ülke olsaydık olması gereken buydu. Ama “böyle bir siyasi ortamda Türkiye’den ev alınır mı?” soruma Türkiye’den ev alan Fransız’ın verdiği cevap, normalin dışında bir seyirde olduğumuzu hatırlattı; “neden alınmasın? Sizin yaşadıklarınızın binde biri Fransa’da yaşansaydı ülkeyi kaos götürürdü. Ama sizler darbenin ertesi günü hayatı bıraktığınız yerden devraldınız ve hiç bir şey olmamış gibi devam ettiniz.” On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’a gelen meşhur yazar Panait İstrati de benzer bir çıkarımda bulunmuştu: “Tanrı ve sultana sövmedikten sonra bu ülkede ne olursa olsun hayat normal akışında devam ediyor.”
 
Oysa ülkemizde çok az kişinin fark etmiş olduğu ve tusunami etkisi yaratabilecek bir dip dalga hareketi mevcut. Kendini bu dalgaya kaptırmış olanlar için siyaset kendi gündelik yaşam tecrübelerinden başka bir şey değil. İngiliz, Amerika, Alman yetkililerinin 15 Temmuz hadisesini haklı olarak bir darbe teşebbüsü şeklinde nitelemelerine rağmen, siyasetin neden onlara racon kestiği üzerinde düşünmezler bu nedenle. Darbenin gerçekleştiğini ve kontrollü darbe tanımlamasının yanlış olduğunu, bunun yanı sıra darbe müteşebbisi FETÖ ile mücadele şeklinin haksızlıklara yol açtığını ifade etmenin, normal bir ülkede anormal karşılanmamasını da anlamaz bu dip dalga vurgunları. 
 
Evet, bir darbe yapılmak istendi ve gerçekleşmemesinin nedeni dakik bir plana sahip olmamasıydı. Ancak bu, üniversite yerleşme sınavından sonra, bilinçli bir şekilde tercih yapmayan sekiz yüz bin gencin ne kadar umurunda? Bugün siyasi gücün üzerinde düşünmesi gereken en önemli meselelerden birdir bu? Bu anlaşılmadığı takdirde ülke insanının dip dalgalar ile gelecekte nasıl ve nereye savurulacağını kestirmemiz mümkün olmayacak. 
 
Yapılan haksızlıkları hakkına riayet etmek şartıyla doğru bir şekilde dile getirmek ve buna yönetimin tahammül etmesi siyasetin içinde olan bir durumdur. Gerçekten de haksızlık yapılan durumlar var. Psikiyatrlar ile irtibata geçilse mesela. FETÖ’ye intisap veya iltisak etmiş kişilerin neler yaşadığını, nasıl buhranlar geçirdiğini, kaç ailede boşanma gerçekleştiğini, Allah kitap diyen bu insanların din ile ilişkilerinin ne şekilde değiştiğini, kimisinin ciddi bir klinik vakaya dönüştüğünü siyasi iktidar anlama gayretinde olsaydı, eminim ki hukukî haksızlıkların bu denli ayyuka çıktığını görmeyecektik. Bunları öğrenmek gerçekten zor değil, basit gözlemler bile bu verilerin genel yansıması hakkında çıkarımlara ışık tutmaktadır.
 
Ama maalesef birilerinin damadı olduğu, partide siyaseti devam ettirdiği, nehri geçince at değiştirilmediği için Ak Parti, FETÖ ile haklı mücadelesinde haksızlıklar yapmadığına kamuoyunu ikna edemiyor. Kafayı yiyen eski FETÖ’ye iltisak eden oğluna ilaçlar alan anneyi, sırf amiri iftira attı diye işten atılan FETÖ düşmanı babayı, FETÖ’nün darbe yapacağını tahayyül etmemiş ve gerçekten devletin kendileri için yarattığı kamuya hizmet sahasında hizmet etmiş abileri kim terörist olarak ilan edebilir? Aklı başında hiç bir siyasi güç böyle bir hata yapmaz, yapmamalıdır. Yaparsa suçsuz insanları diğer vatandaşlarına devlet düşmanı olarak tanımlamış olur ve bir müddet sonra o kişinin ister istemez bu tanımlamaya göre yaşamasını sağlar. Ak Parti’nin bu hususta kamuoyunu ikna etmesi gerekmektedir ve bence bunun en iyi yollarından biri herkesin bildiği parti içinde ve dışında FETÖ’ye iltisak etmiş bazı isimlerin yargıya hesap vermesini sağlamaktır. 
 
Ancak maalesef bu mümkün görünmemektedir. Çünkü uygulamalar bunun tam tersi istikamette cereyan ediyor, ettiriliyor. Ahmet Turan Alkan ve Yılmazer Türköne gibi isimlere ne olduğunu umursamayan bir dip dalga ülkesiyiz. Bu iki ismi az çok tanıyanlar FETÖ’nün gazete veya televizyonlarında kamuoyuyla fikir alışverişinde bulunmalarının darbecilik ile bir alakası olmadığını net bir şekilde bilir. Siyaset, normal mecrasında devam ettiğinde muhalefet de eleştiriler yapmaya ve kendi görüşlerini bildirmeye alan yaratır. Zira muhalefet siyasetin doğasında bulunmaktadır. Ahmet Turan Alkan ve Yılmazer Türköne’yi de bu çerçevede düşünmek gerektiğini vurgulamak istiyorum. Gerçi Yılmazer Türköne’nin belinde taşıdığı iki tabanca sayesinde Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmuş Ak Parti vekilleri onun mizacını benden iyi bilirler. Ama neden sesleri çıkmıyor, düşünülmesi gereken bu işte.
 
Ahmet Altan’ın savunma metni herkese ulaştı. Savcının iddianamesi için hukuka tecavüz ediyor, dedi. Ahmet Turan Alkan ve Yılmazer Türköne’nin savunma metinleri nerede; nerede onların üniversitenin hızlı yıllarından muhafazakâr arkadaşları. Merak etmiyorlar mı isimlerini anmaktan korktukları arkadaşlarının nasıl bir savunma yazdıklarını? İnsanın aklına bu defa şöyle bir soru geliyor: Ahmet Turan Alkan ve Yılmazer Türköne’nin savunmalarında bazı isimler mi yer aldı, yer aldıysa nasıl bir ilişki ağı içerisinde? Bu nevi soruların oluşmasını Ak Parti’nin engellemesinin en iyi yolu, bu iki isme ve benzerlerine savunma için söz hakkı tanımak. 
 
İnanır mısınız, bu sorunlar kimsenin umurunda değil. Hiç birimizin hukuk ve adalet ile hakiki bir münasebeti bulunmuyor çünkü. Hepimiz dip dalganın götürdüğü yere gidiyoruz. Tam da burada insanın aklına Friedrich Nietzsche’nin “beni öldürmeyen şey güçlendirir” aforizması geliyor. Evet, ölmüyoruz ama güçlenmiyoruz da... O halde hepimizin “beni öldürmeyen şey ne yapar?” sorusunu sormamız gerekir kendimize. 
 
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar