Bismillah.
İran’da çıkan/çıkartılan karışıklıkları başta ekonomik, siyasi ve sosyal olmak üzere en az on boyuttan (mercekten) incelemek ve analiz etmek mümkündür. Yapılacak her analizin kendi boyutunda bir değeri ve önemi olacaktır muhakkak. Ülkedeki yıllardır süren ambargodan ve idari sorunlardan kaynaklı ekonomik kriz, yolsuzluklar, iç ve dış kışkırtmaların hepsi bugünkü gösterilerde pay sahibidir.
Bu konularla ilgili analizleri ve yorumları konuya vakıf olan ve olmayan değişik isimler günlerdir televizyon kanallarında ve gazete köşelerinde yorumluyor. Maalesef ülkemizdeki entelektüel sığlıktan dolayı işin uzmanı olan da olmayan da aklına gelen her konuda ahkam kesmeye bayılıyor tıpkı İran konusunda olduğu gibi. Hayatında bir kez bile İran’a adım atmamış olanların, Farsçanın ‘F’sini bilmeyenlerin veya İran’ı batı basınından takip edenlerin yaptıkları yorumları bazen gülerek bazen de üzülerek izliyorum.
Bendeniz bu yazımda İran’daki karışıklıklara ‘Kudüs ve Filistin Davası’ merceğinden bakmaya ve konunun kanımca en önemli boyutuna değinmeye çalışacağım. (Suriye’ye verilen desteği de Filistin ve Kudüs Davasının bir uzantısı olarak gördüğümü belirtmek isterim.)
Bilindiği gibi İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu rahmetli İmam Humeyni, hareketinin daha ilk yıllarından itibaren ‘Kudüs ve Filistin Davası’na her konuşmasında ve bildirisinde yer vermiş, Şah rejimini Siyonist İsrail’le yaptığı anlaşmalar ve Filistin’e kayıtsız kalması nedeniyle sert şekilde eleştirmiştir. İmam Humeyni’nin nazarında akidevi ve stratejik bir mesele olan ‘Kudüs Davası’, İslam Devriminin 1979 yılında gerçekleşmesinin ardından yeni kurulan cumhuriyetin takip ettiği temel hedeflerden biri haline gelmiştir. Devrimin daha ilk günlerinde İmam’ın emriyle Tahran’daki İsrail elçiliği binası Filistinlilere verilmiş ve binaya Filistin bayrağı çekilmiştir.
Yine inkılabın ilk yıllarında hiç vakit kaybetmeden Filistinli ve Lübnanlı gruplarla temasa geçilmiş, var olan gruplara her türlü maddi ve siyasi destek sağlanmış ve yeni direniş gruplarının kurulmasına öncülük edilmiştir. Bu bağlamda İran İslam İnkılabının bereketiyle 80’li yıllarda sırasıyla Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de İslami Cihad ve HAMAS direniş sahasına adım atmıştır. Bu hareketlerin hepsi de Siyonist İsrail’e karşı mücadelede üstün başarılar kazanmışlardır.
İran İslam Cumhuriyeti, Filistin ve Lübnan’a maddi ve askeri destek sağlamak için Suriye, Sudan, Mısır ve Akdeniz yollarını kullandı. Suriye’de Hafız Esad yönetimiyle kurduğu stratejik ortaklık sayesinde bu ülke topraklarında açtığı eğitim kamplarında Filistinli ve Lübnanlı direnişçileri eğitti ve silah fabrikaları kurdu. Suriye güzergahını kullanarak özellikle Hizbullah’a en gelişmiş silahların ulaşmasını sağladı. HAMAS ve İslami Cihad gibi İslam’ı referans alan direniş örgütlerinin ana karargahlarının Şam’da kalması ve rahatça faaliyette bulunmaları için yeri geldi Esad yönetimine para ve tavizler verdi.
İran, Sudan’da kurduğu silah fabrikasında ürettiği insansız hava araçlarını ve konvansiyonel olmayan silahları, Hizbullah elemanlarının da yardımıyla konvoylarla Mısır veya Akdeniz üzerinden Gazze’de Hamas’a ve diğer direniş gruplarına ulaştırıyordu. 2012 Gazze savaşında bunun ortaya çıkması üzerine Siyonist İsrail Hartum’daki söz konusu silah fabrikasını vurdu. Silah nakil operasyonlarına katılan Hizbullah üyeleri Mübarek döneminde Mısır istihbaratınca yakalanarak hapse atıldı. Mısır halkının Hüsnü Mübarek’in iktidardan düşmesine vesile olan kıyamları sırasında, hapiste bulunan Hizbullah üyeleri kaçmayı başardı. Öte yandan İran’dan daha fazla para isteyen Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir, İran’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz yüzünden bu talebi karşılayamaması üzerine Direniş Ekseninden ayrılarak talep ettiği parayı hiç düşünmeden veren Suudi Arabistan’a yanaştı.
Tahran, Mısır üzerinden gönderdiği silahları Hamas’ın elindeki tüneller vasıtasıyla Gazze’ye ulaştırdı. Tabi bu arada silahların Gazze’ye geçmesi için tünel mafyası ve Mısır ordusunun içindeki rüşvetçi subaylara da İran’ın yüklü miktarda para vermek zorunda kaldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Akdeniz yoluna gelince, İran ticari gemiler vasıtasıyla Gazze’ye silah ulaştırmayı başardı. İranlı mühendislerin geliştirdiği içi silah dolu özel yapım konteynırlar ticari gemiler vasıtasıyla Gazze açıklarında denize bırakılıyordu. İlk başta denize batan bu özel üretim konteynırlar gemiler geçtikten sonra su yüzüne çıkıyor ve HAMAS elemanı balıkçılar tarafından Gazze sahiline çekiliyordu. Bunun da farkına varan Siyonist İsrail Gazzeli balıkçıların denize açılmasına sınırlama getirdi. Denize açılma sınırını ilk önce 9 mile daha sonra da 6 mile çekti. Böylece, HAMAS elemanlarının İran’a ait ticari gemilerle temasını kesmiş oldu. Öte yandan 15 Mart 2011 tarihinde İsrail, İran’a ait olduğunu iddia ettiği içi silah ve füze dolu Vitoria isimli yük gemisini ele geçirdiğini duyurdu ve bu geminin görüntülerini basına dağıttı.
Bilindiği üzere İran’ın Lübnan’da kurduğu silah fabrikalarında üretilen füzeler Gazze’de HAMAS ve İslami Cihad’a ulaştırıldı. Geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmada Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah tarafından Hamas’a son teknoloji silahların gönderildiğini açıkça ilan etti ve bununla iftihar ettiklerini belirtti. Fakat bunun hangi yollarla gönderildiğine dair bir bilgi vermedi.
İran’ın ‘Filistin ve Kudüs Davası’na verdiği desteğin en bariz örneklerinden biri de hiç şüphesiz Devrim Muhafızlarının içerisinde ‘Kudüs Ordusu’ adında bir birlik kurmasıdır. Bu özel birliğin komutanı olan Tümgeneral Kasım Süleymani başta HAMAS, İslami Cihad ve Hizbullah olmak üzere tüm direniş gruplarının liderleriyle yakın temas ve işbirliği içerisindedir. Filistinli direniş grupları liderleri özellikle de Hamas’ın askeri kolu İzzeddin Kassam Tugayları komutanları bu ilişkiyi açık bir şekilde deklare etmekten ve General Süleymani’nin şahsında İran’a teşekkür etmekten kaçınmamaktadırlar.
Tahran’ın ‘Kudüs ve Filistin Davası’na verdiği desteğin görünen maddi, manevi ve askeri desteğinin içerisinde görünmeyen ve şu anda belki de açıklanması maslahat olmayan birçok farklı kalemleri de vardır. Ayrıca her devlette bulunan örtülü ödenekten bu işe ne kadar para harcandığını bilmek de imkansızdır.
Filistin ve Lübnan’a yapılan tüm bu yardımların İran bütçesine yılda ne kadar bir külfet getirdiğini net olarak hesaplamak zor olsa da, rakamın bir hayli kabarık olduğunu kestirmek zor değildir.
Öte yandan maddi ve askeri desteğin yanında kurulduğu ilk yıldan beri İran İslam Cumhuriyeti, ‘Kudüs ve Filistin Davası’na dünyada en üst perdeden siyasi destek veren tek ülkedir.
Eğer İran Filistin’e destek vermekten vaz geçse ABD, İsrail, İngiltere ve AB’nin Tahran’la arasında hiçbir problem kalmaz. Tahran’a uygulanan tüm ambargolar bir gecede kalkar. ABD, Şah zamanından kalma İran’a ait milyarlarca dolar paranın üzerine koyduğu blokeyi kaldırır. Yani İran halkı ve devleti rahat bir nefes alır.
Fakat hem rahmetli İmam Humeyni ve hem de İmam Hamanei tıpkı cedleri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a.) gibi asrın Ebu Cehillerinin yüzüne hep şunu haykırmıştır: ‘Bir elimize Ayı ve diğer elimize de Güneşi verseniz biz İran halkı olarak Kudüs ve Filistin Davasından vazgeçmeyeceğiz.’
İşte! Bugün göstericiler tarafından 2009 yılından bu yana sokaklarda atılan ‘Ne Gazze Ne Lübnan Canım Sana Feda İran’ sloganının arka planında bu gerçekler yatmaktadır. Bu sloganı atanların hedefi, ülkedeki ekonomik krizi Filistin ve Lübnan’a verilen para desteğine bağlayarak, rejimi ve özellikle de İmam Hamanei’yi İran kamuoyunda zor duruma düşürmektir.