24 Haziran seçimlerine giden sürece ve seçim sonuçlarına yakından bakıldığında söylenecek çok şeyin olduğu görülecektir. Elbette ki sonuçları üzerinden büyütülen umutların, beklentilerin tam karşılandığı söylenemez. Ancak bu süreçte elde edilen veya fark edilen kazanımların da görmezden gelinmemesi lazım.
Umutlar büyüktü, beklentiler yüksekti, gidişatın yönünü değiştirme arzusu ve heyecanı çok sayıda bireyi ve oluşumu sarmış durumdaydı, olmadı. Sonuçların beklenen gibi olmaması umutları kırmamalı ve heyecanı söndürmemelidir.
Çünkü uzun zamandan bu yana bu toplumda, bu ülkede ve yılların oluşturduğu atmosferde olmaz denilen birçok şeyin olabilirliğine şahitlik ettik.
Mesela iktidarın yıllardır kriminalize ve terörize ettiği, terörle özdeşleştirdiği ve bu sebeple yaklaşanda yanma hissine sebep olan Kürt Siyasi Hareketine -özelde HDP- yakın olmanın hiç de iktidarın dediği gibi olmadığı, HDP ile yakınlaşmanın terörizm olmadığı ve HDP’nin de terör hareketi olmadığı bütün baskılamalara ve ambargolara rağmen kitleler tarafından benimsenen bir kazanımdır.
Mesela birbirine benzemez ve bir araya gelmez denilen siyasi oluşum ve grupların toplumun selameti söz konusu olduğunda -istenen düzeyde olmasa da- bir araya gelebileceğini, bu kapının aralık olduğunu ve biraz daha çaba ile sonuna kadar açılabileceğini gördük.
Mesela OHAL şartlarında ekmekleri elinden alınmış insanların çokluğuna, kapatılmış, sansürlenmiş, baskılanmış iletişim kanallarının çokluğuna, dezenformasyon ve algı operasyonlarının şiddetine rağmen insanların korkularının üzerine yürüdüğüne, alternatif iletişim kanallarını zorladığına şahit olduk.
Mesela eşitlik ve adaletten yoksun, iktidar cenahının orantısız imkân kullanımına rağmen umudu besleyen mesajların duvarları yıktığına, gönüllere ulaştığına, hücrelerde “ketıl”da kaynayan suyun sesinin ve sıcaklığının, buharının rüzgârlarla her yere taşınabildiğine şahit olduk.
Mesela evleri, kentleri yıkılan, sürekli tehdit altında yaşayan kitlelerin diri duruşlarına şahit olduk. Kadın, erkek, yaşlı, genç demeden yolları ve dağları yürüyerek aşanların azmine, direncine, irade beyanlarına şahit olduk.
Mesela siyasetin bağırıp çağırmak, tehdit etmek, sürekli yüksek perdeden emretmek olmadığını, siyasi dilin buyurgan olmayabileceğini, insanları gülümsetebileceğini, düşündürebileceğini ve birbirine yakınlaştırabileceğini gördük.
Mesela sessizleşmiş, uyur hale gelmiş heyecan damarının, umut hücrelerinin ‘insansı’ dokunuşlar ile uyandırıldığını ve kısa sürede harekete geçebildiğini gördük.
…
Dolayısıyla umutsuzluğa kapılmanın bir gereği yok. Kalınan yerden devamla; toplumun hakkı olan insani yaşam koşullarının yakalanması için, Adalet’in gereken değere sahip olduğu düzen için, ‘Hak’ça paylaşımın yapılabildiği memlekette yaşamak için, ‘senin yaşam hakkının benim yaşamımın teminatı olduğu’ düşüncesini içselleştirmek için çalışmalıyız.
Bunun için ayrıştırıcı, kırıcı dili kenara bırakmalıyız. Birileri bu dilde ısrar etse dahi biz de yapıcılığımız, birleştiriciliğimizde ısrarlı olmalıyız. Ortaklaşabildiğimiz noktaları çoğaltmalıyız. Sevinçlerimiz kadar dertlerimiz ve acılarımızı ortaklaştırmalıyız.
Çalışanın, ısrar edenin, azmedenin emeğinin heba olmayacağını müjdeleyen O’na inancımızı kaybetmeyeceğiz!