Yüzleşmek zorunda kaldığımız acılara ve bazı mahrumiyetlere rağmen içinde bulunduğumuz kuşağın gerçekten talihli olduğunu düşünürüm. 20.yüzyılın en bedbaht günlerinin ardından dünyaya gözünü açan bu kuşak, insanlık ailesini neredeyse ortadan ikiye bölen bir kamplaşmanın son anlarına ve her şey bitti, Batı emparyalizmi kazandı, dünyaya kesin ve nihayetsiz bir şekilde Batı kibri hakim oldu denilmesine ramak kalan bir anda ilahi iradenin tarihe müdahalesi sayılabilecek İran İslam İnkılabı'na şahitlik etti. "Ne Doğu ne de Batı" sloganını bir manifestoya dönüştüren İnkılap, son birkaç yüz yılda vuku bulan devrimlerden farklı olarak Batı düşüncesi içinde yeşermemiş ve hatta Batı kibrinin panzehiri olarak vücut bulmuştu.
İran İslam İnkılabı bugün 40 yılını doldurmuş halde ve elbette buna dair muhasebe de dost-düşman çeşitli çevrelerce yapılmakta. İnkılab'a aylar veya en fazla birkaç yıl ömür biçenlerin yanıldığı tartışmasız zira İnkılab'ın oluşturduğu siyasi ve hukuki nizam sınırlı restorasyonlarla hayatiyetini sürdürmekte. Bu durumda, siyasi ve hukuki kurumlarıyla nizamın ayakta olmasına rağmen İnkılab'ı var eden dinamiklerin ve İnkılab'ın amacını gerçekleştirme iradesinin söndüğüne dair ikinci tezin gerçekliğini incelemek elzem hale gelmektedir. İnkılap neleri vaad etmişti ve bugün bu vaatlerinin hangisinden yüz çevirmiş haldedir?
İran İslam İnkılabı'nın hem İran halkına hem Müslüman dünyaya ve hem de tüm bir insanlık ailesine yönelik vaatlerini bir hukuki metin olarak İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda, siyasi ve kültürel metinler olarak İnkılab'ın lideri Ayetullah Humeyni başta olmak üzere lider kadrosunun beyanlarında bulabiliriz. Bu metinlerden anlaşılacağı üzere, on binlerce insanın hayatı pahasına gerçekleşen İnkılap, sulta ve tahakküme dayalı her türlü rejime karşı çıkmayı, ülkeyi bağımlı kılacak her türlü dış ilişki ve müdahaleyi reddetmeyi, ülke kaynaklarının halkın tasarrufuna verilmesini, adaletin ihyasını, yoksullukla mücadeleyi, kendi ayakları üzerinde durabilecek bağımsız bir ekonomik sistem inşasını, diğer ülkelerle eşit ilişkiler kurmayı, Batı ve Doğu bloklarına dahil olmayıp İran'ın askeri gücünü tesis etmeyi ve ülkeyi kendi gücüyle savunmayı, bilim ve teknolojide ilerlemeyi, İnkılab'ın değerlerini cebren değil, kültürel ve ilmi faaliyetler yoluyla yaymayı, Müslümanlar arasında yakınlaşmayı sağlayacak çalışmalar yapmayı, yeryüzünün mazlumlarına imkanlar dahilinde koruyucu olmayı, Filistin konusunda tavizsiz bir duruş sergilemeyi hedefliyordu. Bu hedefler İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda kayıt altına alınmış ve bu Anayasa halkın ekseriyetinin tasvibi ile yürürlüğe girmişti.
İran İslam İnkılabı'nın gerçekleştiği tarihte İran ülkesi despot bir rejim eliyle Amerika Birleşik Devletleri'nin kontrolü altındaydı. Şah Rıza Muhammed Pehlevi Amerika ve İsrail ile kuvvetli bağları olan ve şahsi ikbali onlara bağlı olduğundan, Batı çıkarlarına halel gelmesine razı olmayan bir figür olarak İran siyaset sahnesinde yer alıyordu. Ülke Amerikalı ve İsrailli danışmanların cirit attığı, petrol gelirleriyle güçlendirilmeye çalışılan ordunun Amerikalı subaylarca kontrol edildiği, Amerikalı askerlerin ve ailelerinin işledikleri her türlü suçtan yargı bağışıklığının bulunduğu, önemli noktalarda İranlılardan çok yabancı ülke vatandaşlarının yer aldığı bir görünüm arz ediyordu. Halk yoksulluk ve devlet tümüyle yolsuzluk içindeydi. Yükselen hoşnutsuzluğu bastırabilmek için CIA ve MOSSAD tarafından teşkilatlandırılıp eğitilen istihbarat birimi SAVAK muhalefetin her türlüsüne karşı kan donduracak derecede şiddet uyguluyordu. Şüphe halkın ruh haline dönüşmüştü. Öyle ki, İranlılar konuştukları her kişinin aslında bir SAVAK ajanı olabileceği kaygısını taşıyordu. Yine Tahran'daki Amerikan Elçiliği bütün İran'ın telefon trafiğini takip edecek şekilde donatılmış, hiçbir şeyin şansa bırakılmasına izin verilmemişti. Yabancı güçlerce desteklenen bu rejime son veren ve yerine İslam Cumhuriyeti'ni ikame eden İnkılap ana hatlarıyla bu şartlar altında varlık sahnesine çıkmıştı.
İslam Cumhuriyeti düşünce aşamasından başlayarak fiiliyata ulaşana dek halka dayanmaktaydı. Ayetullah Humeyni halkın kendi kaderini ele alması ve siyasi süreçlere mutlak suretle katılması gerektiğini söylemekteydi. Bunu temin etmek için İran halkına öncelikle yeni rejimin İslam Cumhuriyeti olmasını isteyip istemedikleri sorulmuştu. Referandum sonucunda halkın bir İslam Cumhuriyeti istediği kesin bir şekilde açığa çıktıktan sonra İslam Cumhuriyeti temelinde bir anayasa hazırlama çalışması başlatılmış ve hazırlanan bu anayasa da halk oyuna sunulmuştu. İnkılab'ın ardından oluşturulan bu anayasa hala yürürlüktedir ve başlangıçtaki hedefler bu anayasada korunmaktadır. Ülkede düzenlenen geniş katılımlı ve pek çok alanın düzenlenmesi sonucunu doğuran serbest seçimler Tahmili Savaş döneminde dahi ertelenmemiştir. Anayasa ile ülkede sıkıyönetim ilan edilmesi kesin bir suretle yasaklanmış, sulta düzenine dönme ihtimali doğuracak yolların hemen hepsi kapatılmıştır.
İnkılap sadece içerideki sultaya karşı değil, yerel sultaların yaratıcısı ve destekçesi küresel sulta düzenine karşı duruşunu da değiştirmemiştir. İnkılab'ı var eden fikir ve inanç dünyası varlığını korumakta, İnkılab'ın hem ilk hem de ağırlıklı olarak bugünkü nesli diğer ülkelerin İslam Cumhuriyeti ve diğer toplumlarla geliştireceği ilişkilerin eşitler arasında gerçekleşen ilişkiler olması gerektiğini savunmaktadır. Bu anlamıyla, İnkılab'a ve İslam Cumhuriyeti'ne yönelik tahakküm ifadesi içeren her türlü söylem ve münasebet reddedilmektedir. İran İslam Cumhuriyeti'nde Amerika hala "Büyük Şeytan"dır. Batılı devletler ise karar ve tutumlarına tam olarak güvenilmemesi gereken ancak eşit düzeyde ilişkilerin geliştirilmesinden fayda umulan ülkelerdir. İnkılab'ın resmi tavrı bu olduğu gibi dini ve kültürel havzalar yoluyla dünyaya ulaştırdığı mesaj da budur. Bunun işaretlerini Asya'dan Afrika'ya, Latin Amerika'dan Avustralya'ya kadar dünyanın birçok yerinde filiz veren topluluklarda görmek mümkündür. Bu topluluklar küresel sömürü düzeni ile küresel mücadelenin atılan tohumları mesabesindedir ve İnkılap ile söylem birliği içinde sultanın sona ermesi talebini yükseltmektedirler.
Kırk yıl evvel İnkılab'ın teslim aldığı ülkede azınlık refah, çoğunluk ise yoksulluk içindeydi. İran bütçesinin temel kaynağı olan petrol gelirlerinin devlet eliyle halka yansıtılmasıyla, Tahmili Savaş'ın maliyetine rağmen halkın refah seviyesi yükselmiştir. Ekonomiyi petrole ve doğal gaza bağımlılıktan kurtarmak, iç üretimi arttırmak, istihdamı desteklemek amacıyla çeşitli sanayi tesisleri kurulmuş, şehirler ıslah edilmiş, ulaşım yolları yenilenmiş ve genişletilmiş kendine yeter bir ülke olma iradesi bugüne dek korunmuştur. İnkılap halk tabakaları arasında gelir adaletsizliğinin önüne geçebilmek için orta ve üst düzey bürokratik kadroların aldığı maaşlara kadar ayrıntılı düzenlemeler yapmıştır. Devletin petrol ve gaz gelirlerine sahip olması İran halkının vergilerine olan ihtiyacı azaltmış ve böylelikle halk ağır vergi yükümlülüklerinden uzak kalmıştır. Yine savunma sanayisinin yerli imkanlara yönelmesi ülke kaynaklarının bu yolla yurtdışına transferinin önüne geçmiş ve bu kaynağın başka alanlara kaydırılmasına imkan sağlamıştır.
İnkılap küresel sulta tarafından kuşatılıp boğulmaya çalışılmakta ve bunun için Batı'nın dünyaya ilan ettiği liberal serbest ticaret ilkelerinin hemen hepsi yine Batı tarafından hiçe sayılmaktadır. İran ülkesinin dolaylı yollarla yağmalanması iradesini ortaya koyan bu durum iki yönlü olarak sürdürülmektedir. Stratejik mallar ve İran sanayisinde kullanılacak ara mallar verilmemekte ancak ambargo listesine aldıkları pekçok mamül çeşitli yollarla ve yüksek fiyatlarla İran'a sokulmaktadır. Bugün diğer ülkelerde olan ürünlerin pekçoğu İran'da da bulunmaktadır ancak bunun maliyeti İran halkı için daha yüksektir. Böyle bir ortamda İnkılap İran ülkesinin her türlü kaynağını sadece kendi halkına değil, elini uzattığı birçok halka da seferber etmiş haldedir. İnkılab'ın düşmanlarının tahmini, İran'ın her yıl asgari 6 milyar doları dünyanın dört bir tarafındaki Direniş tohumlarını yeşertmek için sarf ettiği yönündedir.
İnkılap bugün İran ülkesini hiçbir askeri pakta dahil olmaksızın korumaktadır. İran'ın son yüz yılının işgal ve bölünme ile geçtiği, Rusya, İngiltere ve Amerika arasındaki güç dengesine dayandığı, tüm silah ve mühimmatın yabancı menşeli olduğu dikkate alındığında, gelinen noktanın önemi anlaşılacaktır. Hali hazırda İnkılab'ın ülkesinde hiçbir yabancı devletin üssüne yer yoktur. Hiçbir yabancı askeri danışman kalıcı hizmet vermemektedir. Hiçbir yabancı asker İran ülkesinde barınmamaktadır. Askeri sanayi görece küçük bütçelerle önemli işler yürütmekte ve başarılar elde etmektedir. Amerika'nın ve diğer ülkelerin indirilen insansız hava araçları elektronik harp sahasında, uzaya yerleştirilen uyduları taşıyan roketler kıtalararası füzelere dair teknolojide, hassas balistik füzeler nokta atışı yapma kabiliyetinde, imal edilen jet motoru savaş uçağı sanayinde gelinen noktayı göstermektedir. Tüm bunlar İnkılab'ın İslam ülkesini savunma iradesinin neticeleridir.
İnkılab'ın akaide dair bir mesele olarak ele aldığı Filistin ise ilk günden bu yana önemini korumakta ve küresel sulta düzeni ile İnkılap arasındaki çatışmanın eksenini oluşturmaktadır. İnkılap için Filistin küresel sulta düzeninin Batı Asya'dan sökülmesinin anahtarıdır. Siyonist rejim tümüyle bir sömürge projesidir ve Batı'nın Truva atıdır. Siyonist rejimin ortadan kaldırılması sadece Filistin'de değil, bölgede ve tüm dünyada büyük etkiler doğuracaktır. Siyonist rejimin ardından aynı kaynaktan beslenen ve desteklenen rejimler de son bulacak, bölge halkları kendi kaynaklarına sahip çıkacak ve Batı'nın bölgedeki talan düzeni ağır bir darbe alacaktır. Müslüman dünyanın yer altı kaynaklarını sömüren ve bu gelirleri Batılı bankalar eliyle küresel sulta düzeninin emrine verip dünya halklarını borç batağına sürüklenmesine sebep olan krallık ve emirlikler yerlerini halk iradesine bıraktığında, tüm bu kaynaklar küresel sulta düzenine karşı mücadelede yer alacak halkların kullanımına sunulacaktır. İnkılap bu hedefini hiç gizlemediği gibi değiştirmiş de değildir.
Denilebilir ki, yarın ne olacağını, İnkılab'ın sürdürdüğü değerleri terk etmeyeceğini kim bilebilir? Gaybı elbette Allah bilir ancak İran İslam Cumhuriyeti Anayasasının eksenini oluşturan Velayet-i fakih düşüncesinin vücut bulmuş hali olan Veliyyi fakih, açıklanan hedeflerin korunmasını sağlamak hususunda sadece İran halkına değil, Müslümanlara ve hatta tüm insanlık ailesine karşı Allah'ın huzurunda sorumludur. Veliyyi fakih'in yeterliliğini denetleyen Hubregan Meclisi de öyle... Hubregan Meclisi'nde yer alanları yetiştiren dini havzalar/medreseler ve üniversiteler de hakeza... Dini havzaların varlığının teminatı olan halk da... Halkın kendisi olan Besic ve Besic'in özü olan İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu da...