31 Mart 2019 yerel seçim sonuçları ile şoka uğrayan hükümetin panik halinde sarıldığı İstanbul’u ‘kaptırmama’ hırsı 23 Haziranda felç ile sonuçlandı.
‘Hiçbir şey olmadıysa da mutlaka bir şeyler oldu’ vecizesini armağan bırakan süreçte hükümetin kullandığı taktik ve yöntemler kendisine hezimeti yaşattı. Ancak belli ki benzer yol ve yöntemleri deneme ısrarından vazgeçmedi /vazgeçmeyecek.
Geçtiğimiz Pazar Kıbrıs’ta cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu yapıldı. 37 yıllık devlet tarihinde hiç olmadığı kadar müdahale ve yönlendirmelerde bulundu AKP hükümeti. Seçmenden adaya kadar herkese ayar vermeye çalıştı. Öyle ki adayları kriminalize etmeye kadar vardırdı işi. Mevcut cumhurbaşkanını tamamen yok sayarak –hatta medya eli ile vatan haini ilan ederek- organize ekiplerle başbakanın arkasında durdu. Kendileri dışındaki tüm söylem ve adayları neredeyse hain hükmünde buluşturdu.
Serdar Denktaş bile bu duruma dikkat çekerek ‘Eleştiriyorum diye beni bile hain ilan edecekler’ rahatsızlığını ve durumun vahametini dile getirdi.
Uzun zamandır aşina olduğumuz; defaatle açılışı yapılmış, çalışmasının üzerinden yıllar geçmiş tesis/yapıların yeniden açılışı, seçim akşamı yoksul ve yaşlıların hesabına para yatırma (1000 tl), yüksek maliyetle yapılan su aktarım hattında oluşmuş arızanın devlet töreni ile giderilmesi –bu arada Kıbrıs 8 ay civarı susuzluk çekti- gibi şovlar orada da sahnelendi. O kadar asıldılar ki KKTC’nin elindeki en büyük koz olan Maraş bile harcandı. Hem de hükümetten ve cumhurbaşkanından habersiz. Nitekim bunun neticesinde hükümetin ortağı başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı Kudret Özersay bu duruma tepki gösterip çekilince hükümet de düştü.
Manzaraya bakınca sanki Türkiye’nin herhangi bir ilinin belediye başkanlığı seçimi, adaylar da cumhur ittifakı ve diğerleri… kaybederse kayyum atası geliyor AKP'nin. “Ah keşke Misak-ı Milli’de yer alaydı” diye hayıflanışını duyar gibi oluyor insan
Tamam ‘yavru vatan’ ama halkı ve yönetimi kendini bir devlet olarak görüyor ve kendilerini ilgilendiren kararların –en azından seçimde de olsa- belirleyicisi olmak istiyor.
Her yere ve her şeye müdahale edip her tarafı dizayn etme gayret ve hırsı belli ki bir noktadan sonra gına getiriyor. Zorlamanın da bir sınırı var ve sınır aşımında toslama kaçınılmaz oluyor. 23 Haziran aşikar örnek. Bütün çaba ve zorlamalar ve seferberliğe rağmen istenen aday Ersin Tatar %32 oy aldı ve beklenen ‘zafere’ erişemedi. “Rum işbirlikçisi ve hain” Mustafa Akıncı %29 oy ile yakın takipte ve ikinci tura yol aldılar.
Mustafa Akıncı ile paralel düşüncelere sahip diğer aday CTP adayı Tufan Erhürman’ın aldığı % 21 oy ikinci turda belirleyici olacak. Zaten Erhürman da Akıncı’yı destekleyeceğini açıkladı. Bu durumda diğer oylar blok halinde Tatar’a gitse bile durumu kritik. Süreç içinde biriken ancak ilk turda sandığa yansımayan tepkilerin de bu turda sandığa yansıyabileceğini hesaba katarsak sonuç ikinci bir 23 Haziran bile olabilir. 18 Ekim’i bekleyip göreceğiz.
Demem o ki AKP,
7 Haziran’ı hazmedemedi hendek süreci yaşandı, bölge halkı baskıya rağmen 1 Kasım’da direndi.
1 Kasım’ı hazmedemedi kayyum ile iradelere el koydu, cevabını 31 Mart’ta aldı.
31 Mart’ı hazmedemedi zorlamanın ayarını iyice kaçırdı. 23 Haziran hezimetini yaşadı.
Şimdi benzer yöntemler ile Kıbrıs’ta şansını deniyor üstelik umutlu da! Kıbrıs’a kayyum da olmuyor ki ama…
"Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir" diyor Einstein.
Toplumun bu deliliğe dur demesi gerekir ama ekseriyetin deliyi tanıması zaman alacak gibi.
Yarın ola hayrola…