Genelde Mezopotamya’nın özelde Kürt tarihinin kadim merkezidir Diyarbakır. Tarih boyunca kültür, sanat, siyaset ve ekonomi merkezi olagelmiştir. Sosyal/siyasal hareketlerin doğum yeri ve kilit mesajların da verildiği yer olmuştur her zaman.
Türkiye’nin kronikleşmiş sorunu Kürt Sorununa dair sözü olanların da uğrak yeri olagelmiştir. Burada yapılan her eylemin ve söylenen her sözün sesi uzaklarda yankılanmış, iyi kötü karşılık bulmuştur.
Bu özelliğinden kaynaklı olarak; sorunları çözme idealinden ve samimiyetten uzak, konjonkturel ahlak sahibi olup, ilkesel yaklaşım sahibi olmayan siyasilerin mütemadiyen uğradıkları ve gırtlaklarından aşağı inmeyen dualarını dillendirdikleri bir ayin mekanı olmak gibi kaderle karşı karşıya kalmıştır maalesef.
Cumhuriyetten yaşlı olan Kürt Sorunu 1984 yılından bu yana silahlı sürece evrilmiş durumda. Süreçte devletin soruna yaklaşımı sadece terör endeksli olmuş ve güvenlikçi yaklaşım esas alınmıştır. Sorunun insani/sosyal/kültürel yönü neredeyse hiç dikkate alınmadığı için zaman içinde sarmal sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalınmıştır. Dolayısıyla dertler büyümüş, acılar katmerleşmiş ve ihlaller yoğun ve girift bir hal almıştır.
1984-85 yıllarında sorunu konu edinen 25 makalenin sadece 3 tanesinde Kürt sözcüğü telaffuz edilebilmiştir.* Bu da gösteriyor ki yakın zamana kadar Kürt sözcüğünü telaffuz etmek bile başlı başına bir ‘cesaret’ gerektiriyor.
Silahın can yakıcı gerçekliği ile tanışan devlet ricali konuyu terör penceresinden görme eğilimini sürekli korumakla birlikte zaman zaman realiteyi dillendirmek zorunda kalmış, farklı yaklaşımları tiz bir sesle de olsa dillendirmiştir. Ancak sürekli zıtlıklar ve gel gitler arasında bu cılız sesler itibar görmemiştir.
Hafızayı tazelemekte fayda vardır. Sabah akşam olayı terörden ibaret görüp ülkenin batısında hamasi nutuklar çeken, yolu Diyarbakır’a düşünce duyar kasan, ağız değiştiren siyasilerden birkaç örneğe göz atalım.
1978-79 da bayındırlık bakanlığı koltuğundayken “Türkiye’de Kürtler var ve ben Kürdüm” dediği için 2 yıl 3 ay hapse mahküm olan Şerafettin Elçi istisnası dışında –ki bedelini ödemiştir - 1990 yılına kadar devlet katında Kürt yoktur. Bu tarihte cumhurbaşkanı Turgut Özal, büyükannesinin Kürt olduğunu dillendirerek devlet katında Kürt realitesini telaffuz etme geleneğini başlattı.
1991 de Diyarbakır’da başbakan Demirel “Türkiye Kürt realitesini tanımak zorundadır. Sen Kürt değilsin, Orta Asya’dan birlikte çıktık senin dilin yolda değişti diyemeyiz.” diyerek çıtayı biraz daha yukarı taşıdı.
1994 yılında Necmettin Erbakan bu sefer Bingöl’den seslendi “Sen Türküm, doğruyum der ve dayatırsan Kürtler de Kürdüm, daha doğruyum diyecek, buna son vermeliyiz” şeklinde açıklamalar yaptı. (Sonrasında bu konuşmadan dolayı hapis cezasına çarptırıldı.)
1999'a geldiğimizde başbakan Mesut Yılmaz “AB’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğine inandığımız için buradayız” diyerek sorunun demokratik yollarla çözümünü taahhüt ediyordu.
2005 yılında Erdoğan “Kürt sorunu benim sorunumdur. Bunu çözmek boynumuzun borcudur. Büyük devletler geçmişi ile yüzleşerek büyük olur.” dedi.
2007 yılında Abdullah Gül cumhurbaşkanı sıfatıyla “farklılıklarımız zenginliğimizdir, her yurttaş hukuk önünde eşittir. Hepimiz kardeşiz. Resmi dilimiz Türkçe’dir ancak Kürtçe de bu halkın gerçeğidir” dedi
2011 yılında Kılıçdaroğlu “Geçmiş ile yüzleşeceğiz, acılarımızı paylaşacağız, faili meçhulleri aydınlatacağız” vaatlerini sıralıyordu.
2015 yılında başbakan Davutoğlu “Çözüm süreci konjonkturel değil, bir varoluş meselesidir. Acı kaderi değiştireceğiz” iddiasındaydı. 2016 yılına geldiğimizde aynı Davutoğlu, giriş çıkış yasağı uygulanan ve yıkılan sur için “Sur’u Toledo yapacağız” diyordu.
Başbakanlıktan ve AKP'den kovulan Davutoğlu bu sefer muhalefet lideri olarak geldiği Diyarbakır’da 2020 yılında “Roj baş Diyarbakır! Diye sesleniyor ve ana dilde eğitim vaadinde bulunuyor.
Yıllarca aynı hükümetin kilit konumlarında görev almış ve kararları imzalamış yeni muhalefet liderlerinden diğeri Ali Babacan da 2020 yılında “sokaklarında tomaların gezmediği, şafak operasyonları ile evlerin basılmadığı, Tahir Elçilerin ve Ceylan Önkolların ölmediği” bir Diyarbakır vaadinde bulunuyor.
Netice olarak geldiğimiz noktada realitenin kendini zorlamasından kaynaklı fiili durum dışında devlet ricalinin isteği ve samimiyetiyle çözülmüş bir durumdan söz edemiyoruz.
Diyarbakır’dan geçen bir AB yolunu henüz görebilmiş değiliz. Kürt Sorunu benim sorunumudur diyenlerin gelinen noktada bu ülkede ‘Kürt yoktur’ demedikleri kaldı. Geçmişle yüzleşmek ve faili meçhulleri çözmek şöyle dursun; geçmişe yeni zırhlar giydirildi ve faili meçhul organizasyonunda kullanılan araçların model ve modifikasyonu geliştirildi. Varoluş meselesi denilen çözüm süreci inkar edildiği gibi o dönem rol alan muhalifler ‘devlet izni’ ile yaptıklarından dolayı hapisle terbiye ediliyor.
Yaklaşık kırk yıldır yolu Diyarbakır’a düşen her siyasetçinin diline doladığı samimiyetsiz çözüm vaatleri ve gülümseyen maskelerin ardındaki gerçek yüzleri yatsısını arayan mumdan başka bir şey değil. Umudumuz tez zamanda bu yatsıya ulaşabilmektir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
*TURGUT ÖZAL'IN KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIMI Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı: 61, Güz 2017