“Güneşi görebilmek için karanlığı kazıyoruz…” dün toprağa verdiğimiz 41 Can'dan biri olan 22 yaşındaki madenci Yasin Çelik'in geride kalan sözleri. Rahmetle…
Türkiye'nin maden kazalarındaki sicili hayli kabarık. Son yüz yıl içinde meydana gelen kazalarda 3 binden fazla ölüm ve 100 binden fazla yaralanma olmuştur. Bu sonuç ile maden üretim oranı ile maden kazalarında gerçekleşen ölüm oranı açısından Türkiye dünyada listenin üst sıralarında yer almaktadır.
Maalesef ki imkanlar iyileşip üretim oranı arttıkça diğer ülkelerde ölüm oranları düşerken Türkiye'de tersi bir sonuç ortaya çıkmış, üretim ve imkanlar iyileştikçe ölüm oranları da yükselmiştir. 100 milyon ton üretimde ölüm sayısı Çin'de 2000'lerin başında 127 iken sonraki yıllarda 37 ye kadar düşmüştür. ABD'de bu sayı 6 civarında; Türkiye'de 2000'de ölüm sayısı 710 iken daha sonra 722 ye çıkmıştır.
Yüz yılda Türkiye'de ölen 3 bin madencinin üçte biri (1000 den fazla) son 40 yılda olmuştur. Bu dönem, Türkiye'nin neoliberal ekonomiye geçtiği, özelleştirme politikalarının hız kazandığı ve birçok maden işletmesinin de özelleştirildiği dönemdir. Özelleştirilen madenlerde “az masraf ile çok kar”, “her şeye rağmen üretim” mantığı ile hareket edilmiştir. Sonuç olarak yetersiz donanım, yetersiz iş güvenliği, belirsiz çalışma süresi, az işçi ile çok verim elde etme çabası, altyapı ve denetim masraflarından kaçınma kazalara davetiye çıkarmış ve çıkarmaya devam etmektedir.
Neoliberal zihniyetin kutsalı olan para ve para sahibi açgözlü işverenlerin korunup kollanması sonucu her yıl yüzlerce emekçi ‘iş kazası' görünümlü cinayetlere kurban gitmekte ve maalesef ölen işçi sayısıyla orantılı olarak toplumun gündemini birkaç gün/hafta ‘işgal' edebilmekte, sonra da yenisi yaşanıncaya kadar unutulmaktadır.
Toplum; ucuz değeri olan “ınsan” kaybını yaşadığı ilk anlarda duygusallık gösterip ah vah ediyor ancak kısa sürede de unutup gidiyor. Sorumlu makam ve kişilerden hesap soracağı zaman diliminde bu değerden ziyade akçeli değerleri ölçü alarak hareket ediyor. Toplumun “insan” değeri ve bilinci bu seviyede olunca bunu istismar etmek, olayları kutsal bezeme ve soslamalar ile geçiştirmek ve sorumluluktan sıyrılmak da kurnaz yönetici ve sorumlular tarafından ustalıkla beceriliyor.
Yaşanan her benzer durumdan sonra “işin tabiatında var”, “takdiri ilahi”, “kaderleri böyleymiş” açıklamaları ile kendilerini sıyırıp işi Allah'a havale edenlere sormak lazım; Allah bu işi bu tabiatla bu ülkeye has mı yaratmıştır? Aynı işi yapan diğer ülke madencileri için kader diye bir şey yok mu? “Takdiri İlahi” neden hep ucuz ve toplu ölümlerde tecelli ediyor?
Oysa ki biz;
“Deveni sağlam kazığa bağlamadan namaza durma.” diyerek her işten önce can ve mal güvenliğini önceleyen ve emreden peygamberin ümmeti değil miyiz? “İşçinin alın teri kurumadan emeğinin karşılığını verin.” diyerek emeğin hakkının suiistimal edilmemesini emreden peygamberin ümmeti değil miyiz? “Yanında çalıştırdığına yediğinden yedir, giydiğinden giydir.” diyerek emekçiyi işveren ile eşitleyen peygamberin ümmeti değil miyiz?
2005 yılında rödovans (imtiyazlı devir/taşeronluk) sistemi ile özel şirketçe işletilen madende Sayıştay raporlarına göre 2017 ve 2018 yıllarında 245 kaza meydana gelmiştir. Yine Sayıştay tarafından yapılan denetimlerde derinliklerdeki gaz oranlarının artışına dikkat çekilmiş, gerekli tedbirlerin alınmaması halinde grizu riskinin artacağı bildirilmiş. Aynı raporlarda işletmenin devrinde özel şirket lehine haksız kazanç sağlandığı da belirtilmiş.
Yukarıda zikrettiğimiz peygamber emirlerini dinlemek şöyle dursun çiğneyerek, alt üst ederek hareket edenler bu acı sonuçlardaki suçlarını da utanmazca Allah'a havale edebiliyorlar.
Bu elim faciada hayatını kaybeden emekçi kardeşlerimize rahmet, geride kalan ailelerine ve iş arkadaşlarına baş sağlığı ve sabır diliyoruz. Acıları yüreklerimizde, geride bıraktıklarına dair umutlarını yaşatmak boynumuzda borçtur.
Dileğimiz; haklının hakkını, suçlunun cezasını alacağı İlahi Adalet Devleti'ne erişebilmektir. Böylece benzer faciaların tekrarını yaşamamaktır.