88720-Adsız.png

Bağımsızlık referandumu ile oluşan yeni dengeler ne kadar gerçek?

Batı Asya'da çok kısa süre içerisinde değişebilen dengelerin ne kadar gerçeğe denk düştüğü sorusu kafa karışıklığını ortadan kaldırmak yerine daha da artırıyor. Irak Kürdistanı'nda yapılan bağımsızlık referandumu da oluşturduğu etki ile siyasi dengeleri aniden değiştiriverdi. Bu olayla birlikte karşı takımların oyuncuları yer değiştirdi. Peki, ortaya çıkan bu siyasi denklemler ne kadar gerçek?

1 Ekim 2017 Pazar
İNTİZAR - Irak Kürdistan'ında gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu ile 'ortaya çıkan yeni dengelerin ne kadar gerçeği yansıttığı, ne kadar ete kemiğe büründüğü' sorusunun cevabı oldukça önemli. Eğer bu sorunun cevabı sağlıklı bir şekilde verilemezse bu yeni dengeler üzerine inşa edilecek yapıların bölgede sıkça görülen siyasi sarsıntılardan birinin yenilenmesi halinde yerle bir olacağını öngörmek zor olmayacaktır. 
 
Bölgede yaşanan siyasi dengesizlik o derece ileri bir seviyeyede yaşanıyor ki, çok çok kısa bir süre önce kulakları sağır eden gürültülerle ilan edilen birliktelikler, hatta neredeyse 'İslam Ordusu' gibi ifadelerle kamuoyuna duyrulurken, o birliktelikler parçalanıyor, parçaların bir kısmı hemencecik karşı cephede bir araya gelebiliyor.
 
Kısa sürede bu denli esaslı değişikliklerin gerçekleştiği örneklikler yaşanıyorken, ortaya çıkan yeni bir siyasi problemin kendisinin ne kadar gerçek olduğu, bu problem ile ortaya çıkan cephelerin de ne kadar karşılığının bulunduğu sorusunun cevabı akıllardaki bulanıklığı gidermek bir kenara daha da artırıyor.
 
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; yapaylığın temel karakter olduğu bu süreç siyasette daha da çok kendini hissettiriyor. Güvenin kaybolduğu, doğal olarak da şüpheler üzerinden takibi yapılan siyasi bir taplonun kendini dayattığı, şizofren bir atmosferin solunduğu günlerden geçiyoruz. O kadar ki, her hali ile Hz Peygamberin (s.a.a.) vefatından kısa bir süre sonra ortaya çıkan o kaoslardan müteşekkil dönemi hatırlatıyor. 
 
Şimdi de Irak Kürdistanı'nda yapılan bağımsızlık referandumu ile ortaya çıkan durum yukarıda resmedilmeye çalışılan tabloya yeni bir boyut daha eklemiş gözüküyor. Kökleri oldukça eskilere uzanan ama bağımsızlık referandumu ile yeni bir boyuta ulaşan bu durum ile ilgili bir çok tahlil içerikli yazı kaleme alınıyor. Bunların birçoğu olayı dört başı mamur bir şekilde ortaya koymaktan yoksun. Zaten bu tip tahlillerin bir çoğu da, olayın bütün yönlerini ortaya koymak gayretinden çok, ortaya çıkan cepheleşmenin tarafı olarak konum ilanından öteye geçmiyor. 
 
Hasan Nasrallah'ın en son yaptığı değerlendirmede "Irak, İran, Suriye ve Türkiye'deki Kürtler bizdendir. Biz onlardanız. Bu mesele, dil sorununa indirgenip küçümsenmemeli!" ifadeleri ile oldukça önemli bir ölçüyü de ifade etmiş oldu. O halde bu problem sadece Kürtlerin bir problemi değil. Bu problem bütün bölgenin, bölgede etkin olan bütün güçlerin problemi. Kürtler İsrail gibi bilmem dünyanın kaç bölgesinden toparlanıp bir araya getirilerek inşa edilen bir halk değil. Kürtler bin yıllardır bulundukları bölgede yaşayan bir halk. Yani tamamıyla gerçekler ve bu gerçeklik üzerinden bütün tanımlamalar ve yapılması palanlananlar yapılmalı... Eğer 'Kürtlerin hem İslam coğrafyasının, hem de bu bölgenin kadim bir unsuru olduğu' bu gerçekliği üzerinden değerlendirme yapılırsa daha sağlıklı sonuçlara ulaşmak mükün olabilecektir. 
 
Fehim Taştekin'in Al-Monitor'da yayınlanan yazısında yapılan tespitleri ve sorulan soruları bu hassasiyetler çerçevesinde ilginize sunuyoruz...
 
 
Kürdistan'a karşı ‘yeni Sadabat Paktı' ne kadar pakt?
 
Kürdistan'da bir bağımsızlık referandumu nelere kadir! 25 Eylül'de Irak Kürdistan'ında düzenlenen referanduma karşı Türkiye düne kadar Fars yayılmacılığıyla suçladığı İran ve mezhepçi politikalar gütmekle eleştirdiği Irak'la ortak cephe oluşturdu. Bölünme sendromundan beslenen bu ortaklık, Türk medyasında yeni Sadabat Paktı olarak karşılık buldu. 1937'de Tahran'da Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktı birbirine saldırmama, birbirlerinin çıkarlarını zedelememe, içişlerine karışmama, ortak sınırları koruma ve kendi sınırları içinde ötekinin bütünlüğünü tehdit eden örgütlere izin vermemeyi öngörüyordu.
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türk askerinin Başika üssünde konuşlanması nedeniyle atıştığı ve nihayetinde “Sen benim kalibremde değilsin” diyerek aşağıladığı Irak Başbakanı Haydar El Ebadi Kürdistan'a karşı Ankara'nın bir numaralı ortağı oluverdi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Habur sınırında başlattığı askeri tatbikata Irak askerleri de sembolik olarak katıldı. Tanklarda iki ülkenin bayrakları dalgalandırıldı.
 
Erdoğan'ın büyük devletin “hışım kapasitesini” gösterme adına “Yaptırımlarımızı uygulamaya başladığımız andan itibaren ortada kalacaksın. Bir vanayı kapadığımız anda iş bitti. TIR'lar Kuzey Irak'a çalışmadığı anda bunlar yiyecek, giyecek bulamayacak. O zaman bunlara İsrail nereden, neyi, nasıl gönderecek?” sözleriyle dile getirdiği aç bırakma tehdidi de Türk medyasında büyük bir şehvetle sunuldu.
 
Türkiye yeni Sadabat ruhuna katkısını Bağdat'ın aldığı karara istinaden Erbil ve Süleymaniye'ye uçuşları durdurarak, sınırları kapatma kartını göstererek, Barzani yönetimi ile iletişimi keserek, Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) temsilcisine Ankara'ya gelme diyerek, Rudaw TV, K24 TV ve Waar TV'yi TÜRKSAT uydusundan atarak gösterdi.
 
Bağdat'ı baypas ederek Barzani yönetimi ile 50 yıllığına petrol anlaşması yapmış olan Türk hükümeti, bundan böyle ham petrol ihracatında Irak Hükümeti'nin muhatap alınacağı sözünü de verdi. Yaptırım politikasına askeri müdahalenin eşlik edip etmeyeceği tartışılırken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bunun için iki koşul dillendirdi: Irak'tan talep gelmesi ve Türkmenlere yönelik bir tehdidin oluşması.
 
Peki, bütün bu önlemler ya da tehditler İran ve Irak'la ortaklığa yeni Sadabat Paktı denilmesini haklı çıkartacak kadar sağlam mı? Geçmiş sicillerine ve mevcut koşullara bakarak üç ülkenin bu eş güdümü sonuna kadar sürdürmesinin zor olduğunu söylemek mümkün.
 
Gerilimi emen fren mekanizmaları olarak öne çıkabilecek faktörler var. Birincisi, Arap isyanları süresinde Türkiye pek çok komşusuyla kavgalı hale gelirken Irak Kürdistanı yegâne komşu ve açık pazar olarak önemini korudu. Türkiye'den 4 binin üzerinde şirket bu bölgede iş yapıyor. Güneydoğu illerinin ekonomisinde de Kürdistan önemli bir yer işgal ediyor. Haliyle ekonomik ambargo sadece Kürdistan'ın değil Türkiye'nin de zarar hanesine büyük bir rakam olarak yansıyacaktır. Bu yüzden de Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci çekincelerini şöyle dile getirdi:
“Ekonomik ambargo tehlikeli bir söylem. Ambargo koyduğunuzda satışlarınız duruyor. Diyebilirsiniz ki ‘Musul-Kerkük kutsal davamız, sen hala ticaret' diyorsun. Ama benim işim ticaret. 8-9 milyar dolarlık bir ticaretten bahsediyoruz.” Elbette son söz Erdoğan'ındır.
 
İkincisi, İran ve Türkiye'nin bölgesel rekabeti nedeniyle bir noktadan sonra iki ülke Kürdistan'ı rakibine kaptırmama moduna geri dönebilir. 2011'de “ortak düşman” PKK'ye karşı İran ile Türkiye birlikte cephe açmak üzere mutabakata varmıştı. İran, Kandil'de PKK'nin İran uzantısı PJAK'a operasyon başlatırken Türkiye barış sürecini ilerletmek için çatışmasızlığı tercih etmişti. İran bunu bir kenara yazmış olmalı ki İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin geçen ağustosta Ankara'ya yaptığı tarihi ziyarette PKK'ye karşı ortak operasyon yapılması için anlaşma sağlandığı yönündeki haberler Tahran'dan anında yalanlandı.
 
Irak Kürdistanı'nın PKK'den farklı olarak “meşru muhatap” ve “iş ortağı” olarak kabul edildiği dikkate alındığında İran ve Türkiye'nin bölgeyi rakibine kaptırmamak için kontrollü bir öfke siyasetiyle yetineceği öngörülebilir. İran sınırına yakın bölgelerde İran malları, Türkiye sınırına yakın bölgelerde Türk malları pazara hâkim. İki ülke arasındaki bu rekabet, düşmanlıkta ortaklığı sürdürülebilir olmaktan çıkartabilir. İran'da da yaptırımlar konusunda hükümete iki kez düşünmeyi ve soğukkanlı olmayı salık veren çıkışların olduğu görüldü.
 
Türkiye ile İran'ın bölgesel rekabeti boşluk doldurma taktikleriyle şekillenegeldi. Irak sahnesinde Türkiye zemin kaybederken Kürdistan'da İran'ı dengeleyecek düzeyde etki kapasitesine sahipti. Türkiye KDP'yle, İran ise Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile çalıştı. Bu denge Kürtlere de iki komşu arasında manevra imkânı veriyordu. Bu tür bir denge durumu her şeye rağmen önemini koruyor.
 
Kürdistan'ın düşman entitesi olarak görülmesi, İsrail gibi bölgede istenmeyen aktörlere alan açacak olması da İran ve Türkiye'nin sonuna kadar göz ardı edebileceği bir sonuç değil.
 
Bir diğer faktör PKK'nin bu bölgede arz ettiği genişleme kapasitesi. Rojava'daki demokratik özerklik modeli ve Şengal'de Ezidilere kalkan olan pozisyonuyla PKK, Irak Kürdistanı'nda zemin bulma şansını yakaladı. Aşiret ve aile bağlarına dayalı geleneksel siyaset, güç dengeleri ve politik tercihleri belirleyen eski alışkanlıklar PKK'nin kitleselleşmesine izin vermese de Barzani yönetiminin abluka ve yaptırımlarla zayıflatılması durumu değiştirebilir. PKK'nin İslam Devleti'nin (IŞİD) oluşturduğu tehdide karşı son zamanlarda Kerkük'te sessizce yapılanması muhtemelen Ankara'da kalın çizgilerle not edilmiştir. Al-Monitor'a konuşan Kerküklü kaynaklar PKK'li varlığının 300-500 kişiyle sınırlı olduğunu ama olası bir türbülansta sempati ağının genişleyeceğine işaret etti. PKK'nin boşluğu dolduracağı senaryosu illaki karşı ağırlık olarak hesaplara dâhil olacaktır.
 
Irak'la ortaklık ise kırılgan bir zeminde yürüyor. Bir kere iki ülke arasında son yıllarda derin bir güven bunalımı oluştu. Iraklılar Türkiye'nin Musul'un düştüğü süreçte İslam Devleti'ne (IŞİD) destek olduğuna ve Sünni kartına oynadığına inanıyor. Kürdistan'la tek taraflı yapılan petrol anlaşması, bütün ısrarlara rağmen Türk askerinin Başika üssünden çekilmemesi, Erdoğan'ın Musul'a Şii güçlerin girmemesi yönündeki çıkışları ve Haşd El Şaabi'ye karşı sarf ettiği ağır sözler, Iraklıların Türkiye ile ilgili düşüncelerini çok olumsuz etkiledi. Türkiye Irak hükümetini mezhebi saiklerle davranmakla suçlarken bu gerilimden İran'ın Bağdat üzerindeki etkisini de sorumlu tutuyor. Güvensizlik alanları daraltılmadan Ankara-Bağdat hattının sorunsuz bir zemine kavuşması zor. İlişkilerin yarın başka bir konuda duvara çarpması sürpriz olmaz.
 
Son olarak ABD'nin bundan sonra takınacağı tutum da özellikle Türkiye açısından caydırıcı etki yaratabilir. ABD referandumun Irak'ta 2018'de yapılacak seçimlerden sonraya ertelenmesini istiyordu. Görünürde sözünü dinletemediği Barzani'nin Türk, İran ve Irak tehdidini hissetmesi, ABD'nin de rıza gösterdiği bir durum olabilir. Ama bu, ABD'nin Kürdistan'ı koruma ve kollama politikasından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Kimse ABD'nin Kürdistan'ı çökertecek hamlelere izin vereceğini beklemiyor.
 
Kürdistan'la enerji alanında iş birliği anlaşmaları yaparak oyuna giren Rusya'nın Ankara ve Tahran'la uyumsuz tutumu da İran ve Türkiye'nin düşmanca* siyasetini bir kez daha gözden geçirmeye itecek bir diğer faktördür.
 
Fakat bütün bu karşı ağırlık ya da fren mekanizmalarına rağmen “bağımsız Kürdistan” projesine karşı İran ve Türkiye'nin çökertici öfkesi de önümüzdeki süreçte nelerin olabileceğini öngörmemizi zorlaştırıyor. Referandumla ciddi bir risk alsa da Barzani'nin realist ve pragmatist tarafını konuşturup daha ileri bir adım atmadan Kürdistan için bir kader olan komşuların öfkesini yatıştırmaya yönelik çaba göstereceği anlaşılmaktadır.
 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
*Burada İran ve Türkiye'nin düşmanca tavrının birlikte zikredilmesi her iki ülkenin bu meselede aynı saiklerle tavır aldığı algısına sebebiyet veriyor. Oysa ki İslami İran'ın düşmanca tavrının sebebi bölgede istikrarsızlık politikalarının kaynağı olan İsrail ve onun mutlak hamisi Amerika'dır.  (İntizar)
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar