6022219222165105115205142104369921821018932.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  İmam Humeyni önderliğindeki İslam Devrimi tarihin seyrini değiştirdi

İmam Humeyni önderliğindeki İslam Devrimi tarihin seyrini değiştirdi

Her bir peygamber, yalan ve yanlışlarla örülü, bunun üzerinden örgütlenmiş olan sömürü düzenlerinin yıkılması ve yerine hakka, hakikate, gerçekliğe, bunların bir tecellisi olarak adalete dayanan bir zeminin hazırlanması için mücadele vermiştir. Günümüzde de İmam Humeyni önderliğinde gerçekleşen İslam Devrimi, bu peygamber sünnetinin bu çağda diriltilmesi olarak anlaşılmalıdır.

3 Haziran 2022 Cuma

İNTİZAR - Hak, hakikat, gerçeklik, doğru ve adalet ile Allah arasındaki bağın niteliği üzerinden dünyada yaşanan süreçlerin aslında tam olarak neye tekabül ettiğini tespit etmek mümkündür. En azından bu, bir Müslüman için böyledir, zira yapılan değerlendirmelerin nispiliğinin üzerinden ancak mutlak bir ölçünün mihenk olarak tutulması ile gelinebilir. Peki, bu sayılanlar -yani hak, hakikat, gerçeklik, doğru ve adalet- ile Allah arasındaki bağın niteliği hakkında ne söylenebilir?

Allah Kuranı Kerim'de kendisini tanımlarken “…Allah hakikatin ta kendisidir…” (Hac 62, Lokman 30) diye ifade ediyor. Bu ayette geçen “hakikat”, bazı meallerde “gerçek”, bazı meallerde “hak”  olarak verilmiş. Anlaşılan o ki Allah ile hak, hakikat, gerçeklik arasında böylesine esasa taalluk eden, doğrudan bir ilişki var. Böyle değerlendirildiğinde bu, yaşanan süreçlerin niteliğinin aslında neye tekabül ettiğini izah için önemli bir dayanak oluşturuyor. Zira gerçekten hakikatin, gerçeğin, hakkın mutlak bir bilincin yansıması olması gayet aklidir ve gayet mantıklıdır. Evet, böyle olmalı. Dünyada sıradan olayların hakikatinden tutun da bilimsel bir takım gerçekliklerin mutlak bir bilincin yansıması olmasından daha tabî, daha normal bir şey olamaz. O halde aslında olay biraz daha netleşmiş oluyor: Yani Allah-mutlak bilinç, Ondan yansıyanlar hakikatler, gerçeklikler ve tabi bu gerçekliklere, bu hakikatlere göre iş görmek de adaletin tecellisine sebep oluyor.

Bu tanımlama üzerinden hareket ederek olayı izah etme yolunu tutarsak şöyle bir denklem ile karşı karşıya kalıyoruz:

İslam yani Allah'ın dini, yani mutlak bilincin insanlığa yani kendisini bilmek üzere yaratmış olduğu varlığa ulaştırmış olduğu o din, “teslimiyet” kelimesi ile anlamlandırılırken “Müslüman” da “teslim olan” olarak tanımlanıyor. Peki, neye teslim olan? Gayet tabî olarak bu teslimiyet Allah'a teslim olmak anlamındadır. Bu durumda başa dönersek; Allah; hakkın, hakikatin, gerçeğin ta kendisi idi. O halde teslim olma eylemi aynı zamanda gerçeği kabul etmek, doğruya teslim olmak diye de tanımlanabilir. Yani o zaman İslam eşittir “teslimiyet” ise, teslim olmaksa, o zaman İslam eşittir; insanın, doğruya, hakikate, gerçeğe –ve bunların esas alınmasıyla tecelli edecek adalete- teslim olması olarak tanımlanabilir.

Şimdi bütün bu tanımlamalardan yola çıkarak günümüzde yaşadığımız olayların yeniden –bir başka açıdan- tanımlanması mümkün. Günümüzde yaşadığımız öyle bir takım siyasi olaylarla karşı karşıyayız ki, bu olayların gerçeklikleri ile bu olaylar üzerinden kendi siyasi gündemini ilerleten güç sahiplerinin kamuoyuna yansıttıkları şey birbirinden çok farklıdır. Yani bu güç sahipleri, bu siyasiler ne yapıyorlar, bir işin hakikatini arkaya atıyorlar sonra buna dayanarak kendi siyasetlerini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Çünkü kendi siyasetleriyle hakikatler arasında, gerçeklikler arasında, doğrular arasında bir takım çelişkiler var ve eğer kendi siyasetlerini geleceğe taşımak istiyorlarsa, kendi siyasetlerinin ikbalini temin etmek istiyorlarsa, o zaman hakikatleri insanların gözünden, insanların bilincinden, insanların idrakinden kaçırmalı, uzaklaştırmalı, arkaya atmalı ve böylece kendi siyasetlerini geleceğe taşıyabilmek için bir zemin oluşturmalılar. Yani hakikatin oluşturmuş olduğu zemini yok edip, kendi siyasetleri için lazım olan üzerinden yeni bir zemin inşa etmeleri gerekiyor.

Ulaştığımız bu noktada baştaki tanımlamalara tekrar geri dönersek karşı karşıya kaldığımız söz konusu durum aslında çok ağır bir yeni tanımlamayı gerektirebilir. Nedir o? Eğer gerçeklikle, hakikatle, doğru ile örülü olan ve Allah'a ait olan o zemin bir kenara itiliyor ve siyasilerin kendi siyasetlerinin ikbalini temin için bu hakikatlerden uzak yeni bir zemin oluşturuluyorsa o zaman bu güç sahipleri ister Müslüman kökenli olsun ister gayrimüslim kökenli olsun netice itibarıyla bunların yaptıkları iş aynı, yani gerçekliğe savaş ilan etmek dolayısıyla şöyle de söylenebilir, gerçekliği kabul etmeyip teslim olmamak, yani bu durumda başta İslam ile ilgili yapılan tanımlamaya karşı ters bir durumdan bahsediyoruz: teslim olmama hali yani İslam olmama hali, yani Müslüman olmama hali.. (Burada kavramların zahir anlamları üzerinden hareketle bir denklem kurulmaya çalışılıyor ve kimsenin tekfir edilmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Esas olan bir kimsenin kendisini nasıl tanımladığıdır. Kendisini Müslüman olarak tanımlayana bir başkasının bir başka tanımlama getirmeye hakkı yoktur.)

Şimdi olayı böyle değerlendirdiğimiz zaman karşımıza çıkan şey nedir? Nasıl anlamalıyız? Bu gün dünyada kavgası verilen şey nedir? Aslında birçok siyasinin, hegemonya sahiplerinin yapmış olduğu şey kendi gerçekliğe muhalif zeminini oluşturup kendi siyasetini o zemin üzerinden geleceğe taşımaktır. Buna günümüzde “algı yönetimi” de deniyor. Belki bunu, Firavun adına ellerindekini attıklarında yılana dönüşen sihirbazların yaptığı şeyin aynısının modern zaman yöntemleri ile yapılan hali olarak da anlamak mümkün. 

Peki, bütün bunların ötesinde gerçekliğin hakimiyetini temin etmek üzerine siyaset yapanlar yok mu? İşte bütün hikaye, bütün mesele burada! İşte bu siyaseti yapanlar da var ve bu siyaseti yapanlar ilk başta peygamberler olmuşlardır. İşte peygamberlerin en başından beri yapmaya çalıştıkları şey buydu. Yani hakikatin zeminini korumak, o zemin ile insanlar arasındaki irtibatı, daha doğrusu insanlara o zemin üzerinde kendi geleceklerini inşa etmesi imkanını sağlamak. Peygamberlerin yapmaya çalıştıkları şey buydu. 

Peygamberlerin ortaya koymaya çalıştıkları bu kavga günümüzde de birileri tarafından ortaya konuyor. Günümüzde kendi siyasi hesaplarını ilerletmek için hakikati arkaya atıp, algı operasyonlarıyla kamuoyunu etkileyen ve bunun üzerinden hegemonya kuran güçlere karşı, gerçeğe, hakka, hakikate dayanarak itiraz sesini yükseltenler, halkların hakka, hakikate, gerçekliğe, doğruya, adalete ulaşması önündeki engelleri kaldırmak için mücadele veren, bunun siyasetini yapanlar var. Tıpkı sihirbazların ellerindekini attıklarında yılana dönüşmesi ardından bu yılanların, Hz Musa (a.s.)'nın elindeki asayı atmasıyla dönüşen yılan tarafından yutulması olayında sihirbazların oluşturduğu etkiyi kırması meselsinde olduğu gibi bu gün de algı operasyonlarını etkisizleştirmek üzere siyaset yapanlar var.

Şu anda bölgemizde özellikle Suriye, Irak, İran, Lübnan Hizbullahı, Yemen, Bahreyn Direnişi, vb. bütün bunların hepsinin arkasında işte böyle bir kavga var. Yani nedir o kavga; gerçeğin, hakikatin, doğruların oluşturduğu zeminin korunması mücadelesi ve bunu yok etmeye çalışıp kendi zeminlerini hakim kılıp ve bunun üzerinden kendi siyasetlerini geleceğe taşımak isteyenlerin mücadelesi ve Müslümanların, Müslüman olduğunu iddia edenlerin tam da bu noktada tercih yapmak gibi bir muhayyerlikleri söz konusu değildir. Zira hakikatle, gerçeklikle, doğruyla asla ve asla pazarlık yapılamaz. Onlara ancak teslim olunur.

Hakikatle pazarlık yapılamaz! O halde zaten İslam'ın en basit tanımı teslim olmak idi, o zaman Müslüman olduğunu iddia edenlerin tam da bunu başarması gerekiyor. Yani teslim olayı, hakikate, doğruya… Bir hakikatle, bir doğru ile karşılaştıkları zaman; “evet ben bunu kabul ediyorum ve buna teslim oluyorum” diyebilmek. İşte bunu başarabilenler ile veya bunu başarma derdinde olanlarla, buna karşı kendi lokal menfaatini, kendi lokal çıkarını temin etme peşinde olanların kavgası. Bütün hikaye bu!

Aslında Kelime-i Tevhid ile Hz Peygamber Muhammed Mustafa'nın (s.a.a.) yüzyıllar öncesinden ortaya koyduğu mücadelenin temel önermesinin bir başka açıdan ortaya konmuş veçhesidir bu. O asla uzlaşmayı kabul etmedi. Asla içinde yaşadığı toplumu hegemonyası altına almış olan güçlerin ortaya koyduğu siyasete teslim olmadı. İnsanların her birinin hakka, hakikate, gerçeğe, doğruya ulaşmaları ve adil bir ortamda hayat sürebilmeleri için mücadelesini ortaya koydu. Bu mücadele süreci 23 yıl sürdü ve nihayetinde bu kadar kısa bir süre içerisinden tarihin akışını kökünden değiştirdi.

Günümüze geldiğimizde yine batıl üzerinden, hegemonya üzerinden, rehin alınan hakikat ve böylece sömürülen, ayaklar altında ezilen halk yığınları, hatta öldürülen, katledilen insan cesetleri üzerinden hakimiyet inşa eden güç sahipleri canlarının istediği gibi plan kurup onları santim santim uygularken bir Peygamber evladı çıkıp, evladı olduğu o Peygamberin sünneti üzerinden bir milim taviz vermeden kıyam etti, itiraz etti, yalanı, yanlışı, çirkinliği ortadan kaldırıp, doğruyu, hakkı, hakikati, gerçekliği hakim kılmak üzere yola çıktı. 1979 yılına gelindiğinde İmam Humeyni önderliğinde gerçekleşen bu yürüyüş İslam İnkılabı olarak ete kemiğe büründü. Tıpkı evladı olduğu Peygamber gibi o da tarihin gidişatını esastan değiştirdi.

İmam Humeyni öyle bir zamanda "hayır" diye itiraz etti ki insanlar Yalanlar İmparatorluğu ABD'nin hegemonyasında inşa edilen algıdan başkasının varlığından bile habersizdi ve böylece yalana dayanan algı yıkıldı, gerçeğe doğru istikamet belli oldu.
 
Hak olanı, hakikati, gerçekliği bir kurtuluş ümidi kaynağı olarak arayan dünya, bu arayışta yanan bir meşale olarak İmam Humeyni önderliğindeki İslam Devrimi ile birlikte istikamet kazandı.

İşte böylece gerçekleşen İmam Humeyni önderliğindeki İslam Devrimi, yani Yalanlar İmparatorluğu ABD'nin dünya halkları üzerinde oluşturduğu algıya itirazın ve bunun yerine doğruya, hak olana, hakikate, gerçekliğe teslimiyetin inkılabıdır.

Bu gün geriye dönüp bakıldığında bu değişimin somut verilerine dair daha net şeyler söylemek mümkün. Özellikle çağın mütekebbirlerinin güç edinmede ulaşmış olduğu zirveyi “Tarihin Sonu” diye nitelediler ama bahse konu güç sahiplerinin, hegemonya sahiplerinin bu denli kibirlenmelerinin bir karşılığının olmadığı İslam İnkılabı eliyle ortaya konan fiiliyat gösterdi. Bu kibir sahipleri için katlanılması hiç de kolay olmayan bir durumdu.

Şimdilerde içine girdiğimiz süreç, çok daha ilerisini söyleyen tanılamalar içeriyor. Artık dünya başını ABD'nin çektiği Batı Blok'unun baskın hegemonyası altında değil. Artık dünya çok kutupluluğu konuşuyor.

 “Amerikan istisnacılığının ve tek kutupluluğunun ölümü ve çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkışı, İran'daki İslam devriminin başarısının doğrudan sonucudur”. Bu tanımlama İslam İnkılabı'nın dünyanın geldiği nihayi noktaya etkisini en net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu gün buna benzer değerlendirmeleri analiz yazılarında çokça görmeniz mümkün.

“İran için, son 40 yıllık yaptırımlar, bilimsel çıktısının sürekli olarak ABD, Çin ve Rusya da dahil olmak üzere diğer tüm ülkeleri geride bırakmasıyla birlikte bir sanayi devrimine yol açtı”. Bu tanımlama da İslam İnkılabı ile birlikte İran'ın yaşadığı süreci çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu gün İran İslam Cumhuriyeti İslam İnkılabı ile birlikte izzetli bir ülke olarak birçok maddi alanda varlığından etkin bir şekilde söz ettiriyor.

"İran bilimi birçok alanda küresel rekabet düzeyine ulaştı. Örnekler arasında uzay ve havacılık, kimya, bilgisayar bilimi, biyoteknoloji ve tıp bilimi, fizik ve malzeme bilimi, nükleer bilim ve nanoteknoloji sayılabilir. Şaşırtıcı bir şekilde, acımasız yaptırımlar göz önüne alındığında, ABD Ulusal Bilim Vakfı, son yıllarda İran'ı bilimsel ve teknolojik büyümede küresel olarak birinci sıraya koydu". Burada da İslam İnkılabı gerçekleştikten sonra İslami İran'ın ulaştığı noktanın, yine düşmanları tarafından nasıl tespit edildiği ortaya konuyor. 

Çoğunlukla somut veriler üzerinden meseleyi anlama noktasında olan geniş halk kitleleri devrimin tabi sonucu olan değişimin bütün dünyada etkili bir şekilde dalga dalga yayıldığını anlamakta zorlanıyor olsa da artık bu zorluğu ortadan kaldıracak bir takım somut sonuçlarla muhatabiyeti artıyor. Bu noktada aslında İslam Devrimi'nin egemenlerin kurmuş olduğu ve dünya halklarının algılarının yönlendirilmesine dayalı sistemi yıkılması sürecini başlatması noktasındaki etkisinin çok daha önemli olduğunun, bunun anlaşılmasının, buna dikkat çekilmesinin çok daha önemli olduğunu söylemek gerekiyor. 

Daha dün Batı'nın çizdiği sınırlar içinde, koyduğu kurallara göre oyunu oynamaktan başka çaresi olmayan Rusya gibi, Çin gibi ülkeler tarihi süreçlerde uzun sayılmayacak kısa süreler sonrasında Batı karşısında dik durma noktasına ulaştı ki bunda İslami İran'ın bütün alanlarda ortaya koyduğu karşı duruş, direniş örnekliğinin büyük etkisi olmuştur. Ukrayna meselesinde müeyyideler ile sıkıştırılmaya çalışılan Rusya Devlet Başkanı Putin'in, bunu bir işe yaramayacağını açıklarken İran'ın yıllarca müeyyide altında yaşamasına rağmen ortaya koyduğu direnişi örnek göstermesi oldukça anlamlıdır.

İslam Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.a.) bir cümle söyledi ve bu cümlenin ilk kelimesi itiraz ile başlıyordu. Önce yalana, yanlışa, zulme, hegemonyaya itiraz ve böylece tek tek dikilen hakikati görmeye engel putların yıkılması, hak, hakikat, gerçek, doğruya yani Allah'a teslimiyet ile gerçekleşen bir devrim ile başlayan süreç bu gün o peygamberin evladı İmam Humeyni ile bir kez daha geleceğe taşındı ve şimdi bu süreci ilerletme görevini o Peygamberin bir diğer evladı Seyit Ali Hamanei devam ettiriyor….

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar