resulullahin-sav-dilinden-namaz-660x330.jpg

Peygamberin namazda yanılması

"...Masumiyete konu olan bir diğer alan ise ilahî öğretilerin yaşama pratize edilmesi daha doğrusu tatbikîdir. ...Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Peygamberler ilahî öğretileri insanlara olduğu gibi ulaştırabilirler ve bu noktada masum olabilirler. Ancak ilahî vahyin konularından bir tanesini uygularken peygamberler yanılgıya düşebilirler mi? Ele alıp incelemek istediğimiz nokta da burasıdır."

10 Eylül 2015 Perşembe

Peygamberin namazda yanılması

Cevher Caduk (ilahiyatçı-öğretmen)

Şimdiye kadar ele aldığımız makalelerde Peygamberlerin masumiyetinin iki boyutuna değinmiştik. Bunlar;

a- Günahlardan korunmuşluk 

b- İlahî vahyin insanlara eksiksiz, hatasız ve yanlışsız bir şekilde ulaştırılması noktasındaki masumiyet.

Kaleme aldığımız makalelerle bunların belirli düzeye ve seviyeye ulaştığının kanaatindeyiz. Masumiyetin bu iki türünün zorunlu ve elzem olduğunu ortaya koymaya çalıştık.

Masumiyete konu olan bir diğer alan ise ilahî öğretilerin yaşama pratize edilmesi daha doğrusu tatbikîdir. Bir diğer ifadeyle peygamberler ilahî öğretileri uygularken yanılgıya düşmüşler midir, düşmemişler midir? Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Peygamberler ilahî öğretileri insanlara olduğu gibi ulaştırabilirler ve bu noktada masum olabilirler. Ancak ilahî vahyin konularından bir tanesini uygularken peygamberler yanılgıya düşebilirler mi? Ele alıp incelemek istediğimiz nokta da burasıdır. Bu açıdan masumiyetin bu kategorisi direkt olarak vahyle bağlantılı değildir. Örneğin abdestin alınışı veya akşam namazı ya da gusül abdestini peygamber/ler olduğu gibi insana ulaştırmış olabilir. Ama aynı peygamber akşam namazını eda ederken dört rekat kılmıştır ya da abdesti alırken sol kolunu yıkamayı unutmuştur ya da gusül abdestini alırken organlarından birisini yıkamamış olabilir. Peygamberler bu noktada da masum mudurlar? Yoksa yanılma ve unutma onlar için de mümkün müdür?

Bu konu özel bir öneme de sahiptir. Zira Şia-i İmamiyye bilginleri bu konuda görüş ayrılığı içindedirler. Bunu peygamberlerin insan oluşuna bağlayan bilginlerimiz vardır. Bu bilginlere göre peygamber sabah namazını kaçırabilir, öğle namazını üç rekat olarak eda edebilir, akşam namazının birinci rekatinde oturabilir. Bunlar masumiyetle çatışan birer olgu değildir. Bu saha oldukça geniştir. Zira tatbik sahasının bütününü ilgilendirmektedir. Nikahlardan ticarî muamelelere talaktan hadlere geniş bir sahayı kapsamaktadır. Altını çizerek bir defa daha söyleyelim. Bu yanılma ve hata teşrî sahasıyla alakalı değildir. Bu görüşü benimseyenler peygamberlerin teşride yanılmadığı noktasında Şianın diğer bilginleriyle görüş birliği içindedirler. Sadece tatbik noktasında farklı düşünmektedirler. Dolayısıyla şerî hükümler olduğu gibi insanlara iletilmiş, ancak uygulamada peygamber yanılgıya düşmüştür demektedirler.

Böyle bir düşünce elbette ki temelden yoksun değildir. Böyle bir kabule iten neden bellidir; rivayetler. Hem de tek taraflı da değil. Bu rivayetler hem Ehl-i Sünnetten hem de Ehl-i Şia kanalından aktarılmaktadır.

 

A- PEYGAMBER NAMAZLARI KAZAYA BIRAKIYOR

a- Sabah namazını kaçırması

Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Resûlüllah (s.a.a.) Hayber gazvesinden dönüşünde geceleyin yo­luna devam etti. Hepimizi uyku bastırınca (gecenin sonuna doğru) ko­nakladı ve Bilâl'e:

"Bizim için geceyi bekle ve kontrol et" buyurdu. Fakat Bilâl, bineği­ne dayanmış bir halde uyuya kaldı. Ne Resûlüllah (s.a.a.), ne Bilâl, ne de ashabtan herhangi biri uyandı. Onların ilk uyananı Resûlüllah oldu, fırladı ve Bilâl'e seslenerek:

"Ya Bilâl!.. (Niçin uyudun)?" buyurdu. Bilâl   şu cevabı verdi:

Seni bastıran (uyku) beni de bastırdı. Ya Resûlallah anam ba­bam sana feda olsun, dedi.

Ashab bineklerini biraz çekip götürdüler. Sonra Resûlullah (s.a.a.) abdest aldı ve Bilâl'e emretti, o da namaz için kamet getirdi. Resûlullah (s.a.a.) ashabına sabah namazını kıldırdı. Namazını (kaza edip de) bitirince:

"Her kim bir namazı unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın. Çün­kü Allah Teâlâ, "Tezekkür için namaz kıl buyurdu." dedi.[1]

 

b- Öğle ve ya İkindi Namazını Sehven İki Rekat Olarak Eda etmesi

Ebû Hüreyre'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.a.) bi­ze aşiyy -öğle veya ikindi- namazlarından birini kıldırdı. İki rekatten sonra selâm verdi. Sonra mescidin ön cephesindeki tahtanın yanında durup ellerini biri biri üstüne gelecek şekilde o tahtaya koydu. Yüzünde hiddet (belirtileri) görülüyordu. Bu ara "namaz kısaldı, namaz kısaldı" diyerek acele ile mescitten çıkanlar oldu. Cemaat içinde Ebû Bekir ve Ömer de vardı. Fakat bu ikisi, Resûlullah'a birşey söylemekten çekin­diler. Bu esnada, Resûlullah'ın zülyedeyn (iki elli) adını taktığı bir adam kalkıp:
Ya Resûlullah! Unuttun mu? Yoksa namaz kısaltıldı mı? dedi. Peygamber (s.a.a.) "Unutmadım, namaz, kısaltılmadı da" buyurdu. Adam: Hayır ya Resulallah! Unuttun dedi. Hz. Peygamber cemaate dönüp:

"Zül-yedeyn doğru mu söyledi?" dedi. Evet, diye işarette bulundular.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.a.) yerine dönüp kalan iki rekatı kıl­dırdı, sonra selâm verdi, tekbir aldı ve her zamanki secdesi gibi veya ondan daha uzun secde yapıp başını kaldırdı, tekrar tekbir aldı ve nor­mal secdesi gibi veya ondan daha uzunca bir secde daha yaptı, sonra başını kaldırdı ve tekbir aldı.[2]

 

c- Namaza Sehven Eklemede bulunması

İbn Mesud'dan aktarılan rivayete göre Resulullah (s.a.a.) dört rekatlik bir namazı yanılarak beş rekat olarak kıldırmıştır. Rivayet şöyledir:

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den; demiştir ki: Resulullah (s.a.a.) bize öğle namazını beş rekat olarak kıldırdı. Kendisine:

Namazda bir artma mı oldu? denildi. "Bu da ne demek?" buyurdu. (Birisi:)

Beş rek'at kıl(dır)dın, dedi. Bunun üzerine Resûlullah selam verdikten sonra iki defa daha sec­de yaptı.[3]

 

d- Eksik Namaz Kıldırması

Bunun yukarıda geçen rivayetten farkı Resulullah'ın (s.a.a.) bir rekat eksik kılmasıdır. Yukarıdaki rivayette ise dört rekatlik bir namazın iki rekat olarak eda edilmesi söz konusudur.

Rivayet şöyledir: Muâviye b. Hudeyc'den rivayet edilmiştir ki; Peygam­ber (s.a.a.) bîr gün namazdan bir rekât daha varken, selâm verdi, (git­ti). Bir adam kendisine yetişip; Namazın bir rekatını unuttun, dedi. Resûlullah dönüp mescide girdi. Bilâl'e emretti o da kamet ge­tirdi. Peygamber (s.a.a.) de cemaate bir rekat (daha) namaz kıldırdı. Bu durumu insanlara haber verdim. Bana: O adamı tanıyor musun? dediler. Hayır (adını bilmem) ama görsem tanırım, dedim. (Bir ara) ona rastladım ve: "İşte o adam" dedim.[4]

Bunun dışında daha bir çok rivayet söz konusu. Ancak bunları yanyana koyduğumuzda Resulullah'ın namazda bir kaç defa yanıldığı sonucuna ulaşmak zor olmasa gerek. Normal Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin perspektifinden bu rahatlıkla görülebiliyor. Neredeyse alıntıladığımız rivayetlerin bütününde (sonuncusu hariç) adres olarak Buharî ve Müslim geçiyor. Ehl-i Sünnet'in selam verdikten sonra dünya kelamı edip eksik olduğunun anlaşıldığından sonra namazın eksikliğinin giderilmesi için kalkıp namazı yeni baştan eda etmemeye ilişkin tartışma ve açıklamalara girmek istemiyoruz. 

 

ŞİA KAYNAKLARINDAN

Bu rivayetlerin benzeri Ehl-i Beyt kaynaklarında da geçiyor. Yukarıda sunduğumuz rivayetler görüldüğü gibi namazla ilgili olduğundan dolayı Ehl-i Beyt Mektebinden de namazla ilgili rivayetleri sunmaya çalışacağız.

 

Zülyedeyn hadisi: Yukarıda Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen Zü'l-yedeyn hadisi Ehl-i Beyt Mektebi hadis kaynaklarında da geçmektedir. Sadece Zü'l-yedeyn ismi Zü'ş-Şimaleyn olarak değişmiştir.

Rivayet şöyledir: İmam Sadık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: Hz. Resulullah (s.a.a.) yanılarak dört rekatlik bir namazı iki rekat olarak eda etti. Arkasında bulunan şahıs ‘ey Allah'ın Resulü, namaza ilişkin bir şey mi oldu' diye sordu.

Resulullah (s.a.a.) ‘ne gibi' dedi.

Sahabe ‘namazı iki rekat olarak eda ettiniz' dediler.

Allah Resulü (s.a.a.) ‘iki kol sahibi (Zü'l-yedeyn) bunların dediği gibi midir?' dedi.

O ‘evet' diye karşılık verdi.

Allah'ın Resulü kalkıp namazını dört rekate tamamladı.

İmam (a.s.) Allah ümmete rahmet olsun diye Resulüne unutturmuştur….

İmam daha sonra Zü'ş-Şimaleyn hadisinin devamını sunar ve sonunu şöyle bağlar: Allah Resulü (s.a.a.) ayağa kalkarak iki rekat daha ekledi.[5]

Ali'den (a.s.) rivayet edildiğine göre o şöyle buyurmaktadır: Resulullah (s.a.a.) öğle namazını beş rekat olarak kıldırdı ve sonra ayrıldı. Sahabeden birisi ‘ey Allah'ın Resulü! Namaza bir ekleme mi gerçekleşti?' dedi. Resulullah (s.a.a.) ‘ne oldu ki' diye buyurdu.

O ‘namazı beş rekat olarak kıldırdınız' dedi.

İmam Ali (a.s.) şöyle buyurdu: Resulullah (s.a.a.) kıbleye yöneldi, ve oturur haldeyken tekbir aldı. Sonra kıraat ve rukusuz iki secde yaptı (yani secde-i sehv) yaptı.[6]

İşte burada tam da sorulması gereken soru şu: Hz. Peygamber (s.a.a.) namazı kılarken, oruç tutarken, hacca giderken, haddi tatbik ederken yanılabilir mi? Yani şeriatın tatbiki noktasında yanılabilir mi? Tabi bu durum diğer bütün peygamberler için de geçerlidir. Diğer peygamberlerin başından böyle bir olay geçmemişse en azından bu konu çerçevesinde diğer peygamberlerin Hz. Peygamber'den (s.a.a.) üstün olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Meseleye Kitab-ı Kerim perspektifinden bakıldığında şöyle bir soru akla gelmiyor da değil: Kitab-ı Kerim'de hiçbir peygamber için böyle bir duruma değinilmiyor? Dolayısıyla böyle bir durumun peygamberler için söz konusu olmadığını söyleyebilir miyiz? Bu meseleyi peygamberlerin beşerîliği bağlamında ele alabilir miyiz? Beşerîlik unutma ve yanılmayı zorunlu kılmakta mıdır? Bütün bunlar cevap bekleyen sorular ve bu konudaki cevabımız ne olmalı? Rivayetler ortak ve görünüm itibariyle bir şeyler oluşturuyor. Bir arka plan ve bir gerçeklik varmış gibi duruyor.

 

Rivayetleri metin tenkidi açısından değerlendirmek gerekiyor.

Bu rivayetler hadis uydurucularının etkisinin olduğu rivayetler kategorisinden midir? Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'in dilinden uydurulmuş rivayetlerden olabilir mi? Hadis uydurucuların bu noktadaki itiraflarına, çok olduğuna ve ne gibi faaliyetlerde bulunduklarına değinmek istemiyoruz. Zira bu konu makalemizin konusunun dışında kalmaktadır. Ancak böyle bir olasılığın da söz konusu olduğunu göz ardı etmeyelim. Her iki kanalın rivayetlerinde de aynı olasılık söz konusudur. Belki birisinin diğerinden fazla olabilir, ama her iki tarafın hadisleri için de böyle bir tehlike var ve vakıada da bu türden hadisler pek de öyle az da değildir.

Olayın önemini göstermesi için biri Ehl-i Sünnet diğeri de Ehl-i Beyt Mektebinden hadis rivayetine ilişkin iki rivayet aktarmak istiyoruz.

Zındıklığı sebebiyle Basra valisi Muhammed b. Süleyman tarafından idam ettirilen Abdülkerim İbn Ebi'l Avca, asılmadan önce şu itirafta bulunmuştur: Sizin aranızda dört bin hadis uydurdum. Bunlarda helali haram, haramı da helal gibi gösterdim.[7]

Ehl-i Beyt kanalından ise bir rivayet aktaralım.

Muhammed b. İsa b. Ubeyd'den rivayet edildiğine göre O şöyle der: Ashabımızdan birisi benim de hazır bulunduğum bir ortamda Yunus b. Abdurrahman'a ‘Ey Ebu Muhammed! Ashabımızın rivayet ettiği hadisler konusunda bunca şiddetli davranmanın ve bu kadar çok inkarcı tutum sergilemenin gerekçesi nedir?' diye sordu.

Yunus ‘Hişam b. Hakem, Ebu Abdullah es-Sadık'ın (a.s.) şöyle buyururken işittiğini bana rivayet etmiştir: Bizden ancak Kitab'a ve sünnete uygun olan rivayetleri alınız veya geçmiş hadislerden doğruluğuna bir kanıt bulabildiğiniz hadisleri kabul ediniz. Muğire b. Şube (l.a) babamın ashabının kitaplarında oynamalara gitmiş, babamın söylemediği hadisleri eklemiştir. Allah'tan korkunuz ve Rabbimizin buyruğuna ve Peygamberimizin sünnetine aykırı olan rivayetleri kabul etmeyiniz.'[8]

Bu şekilde rivayetler yığınlarca var. Bu rivayetlerin bir kabul oluşturup oluşturmadığı noktasında hadislerin sıhhatlerine bakmak gerekiyor. Biz bu haberlerin isnad zincirlerinin sahihliğine ilişkin tartışmalara girmek istemiyoruz. Bütün değerlendirmelerimizi metin tenkîdi üzerinden gerçekleştirmek istiyoruz. Sonda söyleyeceğimizi başta belirtelim ki Hürr el-Amılî'nin de belirttiği gibi bu haberler haber-i ahaddır ve usule ilişkin bir konuda ne ilim ne de amel sonucunu bize sunmaktadır.[9]

Ehl-i Beyt Mektebinin tutumu bellidir. Yukarıda aldığımız hadise benzer onlarca hadiste de açıkça dile getirildiği gibi bu türden rivayetlerin Kitab-ı Kerim'e ve sahih sünnete arzı gerekmektedir. İkinci olarak da Hz. Peygamber'in namazda yanıldığını ifade eden bu rivayetlerin karşıt noktası var mıdır? Daha açık bir ifadeyle Peygamber'in yanılmadığını ifade eden rivayetlerin olup olmadığını araştırmamız gerekiyor. Eğer bu türden rivayetler varsa tearuzu'l-edille (delillerin çatışması) ve ihtilafu'l-hadisin gerektirdiği kurallara baş vurulması gerekiyor. Vakıada da birazdan sunacağımız gibi karşıt noktada da bazı hadisler bulunmaktadır. Bilindiği üzere rivayetler arasında çelişki var ve bu çelişki bir şekilde bertaraf edilebiliyor ve hadisler de i'mal (amel ettirme) edilebiliyorsa bu yola baş vurulur. İ'mal, ihmalden önceliklidir. Bu hem Ehl-i Sünnet açısından böyledir hem de Ehl-i Beyt Mektebi açısından. Son çare olarak ihmale gidilir. Yani hadislerin bir bölümü atılmak zorunda bırakılabilir. Bu bağlamda bu iki grup hadise bakılması gerekiyor. Yukarıda gördüğümüz gibi rivayetlerin bir bölümü Hz. Peygamber'in namazda yanıldığını söylüyor, birazdan sunacağımız diğer rivayetler ise yanılmayacağını söylüyorsa artık burada yapılabilecek bir şey yoktur, iki gruptan birisinin atılması gerekiyor. İster bu yanılmanın ilahî olduğunu ve Hz. Peygamber'in o anlık iradesinin elinden alındığını söyleyelim, ister dünyevî gerekçelerle yanıldığını söyleyelim sonuçta bir yanılma söz konusu. Ya yanılma vardır veya yoktur, bunun üçüncü kanalı bulunmamaktadır.

Örneğin sınava giren bir öğrencinin geçme sınırının elli olduğunu varsayalım. Birisi bu öğrenciye gelerek sınavdan başarılı olduğunu söylesin, ikinci bir öğrenci de gelsin ve desin ki sınav sonucunu gördüm ve başarısız idin, desin. Sınava giren öğrenci bu iki haberden ancak birisini kabul edebilir. Öğrenci çeşitli nedenlerden dolayı birisini kabul etmek zorundadır. Ya haberi getirenlerin güvenilirliğine ya da sayılarına (örneğin ilk haberi 5 kişi getirmiş olsun, ikinci haberi tek bir kişi getirmiş olsun) bakacaktır.

 

PEYGAMBER'İN (S.A.A.) YANILMADIĞINI BİLDİREN RİVAYETLERDEN BİR DEMET

İmam Rıza (a.s.) şöyle buyurdular: Allah bir kulunu diğer kullarının işlerini idare etmesi için seçtiği zaman, onun göğsünü bu işin üstesinden gelebilecek bir şekilde açar, kalbine hikmet kaynaklarını yerleştirir, ona öyle bir ilim ilham eder ki, bundan sonra hiçbir soruya cevap vermekte zorlanmaz, asla doğrudan sapmaz, isabetsiz cevap ağzından çıkmaz. Bu bakımdan kulların işlerini yürütmesi için Allah tarafından görevlendirilen kimse masumdur, desteklenmiştir, başarılı kılınmıştır ve doğrultulmuştur. Hatalardan, sürçmelerden ve tökezlemelerden yana güvence altındadır.[10]

Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s.) rivayet edildiğine göre o "imam"ın niteliklerini açıkladığı buyruğunun bir bölümünde şu ifadeleri kullanmıştır: Masum büyük küçük bütün günahlardan korunmuş olan kişidir. İmam verdiği fetvalarda yanılgıya düşmediği gibi ve sorulan sorulara hatalı cevap vermez. O ne yanılır, ne unutur ne de dünya işlerinden birisinde hataya dalar.[11]

Resulullah (s.a.a.) asla secde-i sehiv yapmadı.[12]

Mufaddal b. Ömer şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah es-Sadık'a (a.s.)evinde oturmuş, üzerinde örtüsü ol­duğu halde, ‘imamın nasıl yeryüzünde olup bitenleri bildiğini' sordum. Buyurdu ki: ‘Ey Mufaddal! Allah-u Teala, Nebi'ye (s.a.a.) beş ruh vermişti. Bunlardan biri hayat ruhuydu, onunla hareket ediyor, gidip geliyordu. Biri kuvvet ruhuydu, onunla kıyam ediyor, cihada çıkıyordu.

Biri şehvet ruhuydu, onunla yiyor, içiyor ve helâl yollardan kadınlarla birleşi­yordu. Biri iman ruhuydu, onunla inanıyor ve adaleti gerçekleştiriyordu.

Biri Ruhu'l-Kudüstü, onunla peygamberlik görevini taşıyordu.

Peygamber vefat edince Ruhu'l-Kudüs imama geçti. Ruhu'l-Kudüs uyumaz, gafil olmaz, oynamaz ve büyüklük taslamaz. Diğer dört ruh ise uyurlar, gafil olurlar, büyüklenebilirler, oynarlar. İmam, Ruhu'l-Kudüs ile görür.[13]

Dört rekatlik bir namazın iki veya beş ya da üç rekat olarak edası yanılgıdır ve bu hadislerin içerikleriyle uyuşmamaktadır. Bu rivayetler Peygamberlerin hataya düşmeyeceği, sürçmeyeceği, kaymayacağı hususunda açıktırlar.

Bu şekilde yığınlarca hadis var ve biz bunlardan sadece bir demetini buraya aldık. İstifa-ihtiyar-ictiba ameliyesine tabi tutulan, muazzam niteliklerle donatılan bu şahısların yanılgıya düşmeleri biraz uzak görülmektedir. Bu satırları yazarken itiraz seslerinin yükseldiğini ve yarı ilah bir insana inanıyorsunuz şeklindeki garip bakışları duyar gibiyim. Ancak bundan önceki makalelerde de vurguladığımız gibi insanî ve beşerî kimliğiyle böyle bir makama ulaşmak olanaksız değildir, sadece alışılagelmişin dışında olduğundan biz bunu olanaksız olarak görmekteyiz. Allah-u Teala kullarına böyle bir kanalı açmıştır, kulunun yücelmesini kıskanmaz.

Rivayetler bağlamında Şianın büyük fakihlerinden Şeyh Muhammed Hasan en-Necefî, bu rivayetleri birbiriyle karşılaştırır ve ilk grubun rivayetleri benimseyen bilginlerin olduğunu söyledikten sonra kendi görüşünü şöyle ortaya koyar: Hz. Peygamber'in (s.a.a.) ve Ehl-i Beytinin (a.s.) bütün kirlerden ve günahlardan arındırılmış, bütün çirkinliklerden ve kusurlardan uzak kılınmış, söz ve eylemde hata, sürçme ve kaymadan masum olduklarına, kemalin zirvesine ulaştıklarına, bütün koşullar ve durumlarda kendilerinin dışındakilerden daha faziletli olduklarına, gözlerinin uyumasına rağmen kalplerinin uyumamasına, uykudaki hallerinin uyanıklıktaki hallerine eş değer olduklarına, uykunun onlardan idrak ve marifet yönüyle hiçbir değişiklik meydana getirmediğine, şeytanın dokundurmalarından uzak olduklarına, önlerini gördükleri gibi arkalarını da gördüklerine… geçmişten ahirete kadar bütün her şeyi bildiklerine, insanların amellerine Kıyamet gününde şahidlik edeceklerine, bütün namaz vakitlerinde meleklerin peygamberlere ve imamlara geldiklerine… yanılmayacaklarına ve gaflete düşmeyeceklerine gibi hususlara  delalet eden ayetler ve rivayetlerden dolayı …[14]

Şeyh Hasan en-Necefî'nin bu paragrafa aldığı cümleciklerin bütünü bir veya birkaç hadise işaret etmektedir. Ayrıca biz paragrafın bütününü buraya almadık. Dolayısıyla rahatlıkla karşıt tarafta onlarca belki yüzlerce hadisin olduğunu anlayabiliyoruz. Tearuzu'l-edille kuralı gereği rahatlıkla bu rivayetlerin diğer rivayetlere tercih edilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

 

SEHV RİVAYETLERİNİN KİTAB'A ARZI

Bütün bunlar olmasaydı dahi rivayetlerin Kitab'a arzı gerekirdi. Rivayetlerin Kitab'a arzı o derece önemlidir ki peygamber ve Ehl-i Beyt-i Mutahhara Mektebin bağlılarına bu ameliyeyi sıkça kullanmalarını tavsiye etmiş ve buna özel bir değer atfetmişlerdir. Biz bu rivayetlerden birkaç tanesini buraya alacağız.

‘İmam Ali İbn Muhammed (a.s) Ahvaz halkının kendisine cebir ve tefviz konularına ilişkin sorularına cevap olarak yazdığı mektupta şöyle buyurmaktadır: Kitab bir haberin tasdikine ve tahkikine şehadet edecek olur da ümmetten bir grup bu haberi inkar eder ve uydurma hadislerle o hadise karşı çıkacak olurlarsa o hadisi inkar etmekle ve bertaraf etmekle kafirler ve sapıklar olurlar. Haberin en sahih olanı Kitab'tan tahkiki yapılarak ulaşılan haberdir.'[15]

İmam Sadık (a.s.) ‘İki insanın hakkında ihtilaf ettikleri hiçbir mesele yoktur ki, buna ilişkin bir temel Allah azze ve cellenin Kitabında bulunmasın. Ancak sıradan insanların akılları buna erişemez.[16]

İmam Sadık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: Resûlullah (s.a.a.) buyurdu ki: Her hakkın ötesinde bir hakikat vardır ve her doğrunun üzerinde bir nur bu­lunur. Bir şey Allah'ın kitabına uygunsa onu alın, Allah'ın kitabına aykırı ise onu bir kenara bırakın.[17]

Bana Hüseyin b. Ebu'l-A'lâ anlattı ki, -ben de İbn Ebu Ya'fur'un soruyu yönelt­tiği bu mecliste bulunuyordum- şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah es-Sadık'a biri güvendiğimiz, biri de güvenmediğimiz kimseler tarafından rivayet edilen hadislerin ihtilaflı oluşlarıyla ilgili bir soru sordum.

Buyurdu ki: Size bir hadis geldiği zaman, buna ilişkin Allah'ın kitabında ve Resulullah'ın (s.a.a.) sözlerinde bir tanık buluyorsanız, bu hadisi alın. Yoksa o hadisi rivayet eden, kendi rivayetiyle amel etse daha iyidir.[18]

Eyyub b. Hür şöyle rivayet eder: Ebu Abdullah es-Sadık'ın şöyle dediğini duydum: Her şey kitap ve sünnete götürülür. Allah'ın kitabına uymayan bir hadisyaldızlı, süslü bir yalandan öte bir şey değildir.[19]

Ebu Abdullah es-Sadık buyurdu ki: Hz. Peygamber (s.a.a.) Mina'da Müslümanlara şöyle hitab etti: Ey İnsanlar! Benden rivayet edilip de Kur'ân'a uyan bir sözü ben söylemişim­dir, benden rivayet edilip de Allah'ın kitabına uymayan sözü, ben söylememişimdir.[20]

Rivayetlerin Kitab'a ve sahih sünnete arzı hadisleri mütevatirdir. Bu hadisler açıktır ki gelen rivayetlerin Kitab'a ve sünnete arz edilmesini gerektirmektedir.

Bu hadislerle ilgili olarak bazı bilginlerin değerlendirmelerini arz etmek istiyoruz.

İlk dönemin büyük bilginlerinden Şeyh Müfid (h.413) Tashihü'l-İtikadat adlı eserinde şöyle der:  Kitab-ı Kerim'in yargısından dolayı Kitab'a aykırı düşen ve bir şekilde de Ona uygun olmayan hiçbir hadise kıymet vermeyiz.[21]

Şiî Müfessir Şeyh Tusî (h.460) et-Tibyan adlı tefsirinin girişinde Kur'an-ı Kerim'de herhangi bir tahrifin olmadığına değinirken bu arz hadisini manen nakl eder ve Kitab'ın hüccet olmasının tahriften masun olmasına bağlar.[22]

Müteahhirun dönemin büyük bilginlerinden Şeyhü'l-Azam Murtaza el-Ensarî'nin (h.1281) er-Resail adlı eserinde şöyle diyor: İlki Kitab ve sünnet. Kitab ve sünnete uyan habere uygun düşen haberin tercih edileceği mütevatir olan haberlerdendir.[23]

Arz rivayetlerinin mütevatir olduğunu kabul edenlerden bir diğeri Seyyid Ebü'l-Kasım el-Huîdir. O şöyle diyor: Mütevatir rivayetler haberlerin Kitab'a arzını emretmektedir. Bu haberlerden Kitab'a aykırı olanlar duvara çarpılır. Bu tür rivayetler batıldır, yaldızlı bir sözdür ve İmamların sözleri değildir.[24]

Fazıl Lankeranî, Medhalü't-Tefsir adlı eserinde Kur'an-ı Kerim'in tahrif edilmediğine ilişkin delillere değinir. Bu delillerden beşincisinde arz rivayetlerini de Kur'an'ın tahrif edilmediğinin delili olarak kabul eder ve bu rivayetlerin mütevatir olduğunu söyler.[25]

Bu rivayetlerin mütevatir olduğunu söyleyen daha nice bilginler vardır.

Şimdi bütün bu hadisler ışığında Hz. Peygamber'e nispet edilen namazda yanılma ve unutma, namazı yanlış kılma rivayetlerini tekrar ele alalım. Peygamber'in (s.a.a.) namazda yanıldığına ve hataya düştüğüne delalet eden rivayetlerin bunu olumsuzlayan rivayetlerle sayı itibariyle eşit olduğunu kabul edelim. Bu durumda dahi yine bu rivayetlerin Kitab'a arzı gerekirdi. Kitab'a arzın gerekçesi bellidir. Zira Kitab bütün tahriflerden korunmuştur. Aktarılan rivayetlerin Kitab'a arz edilmesi gerekiyor. Ancak biz bu ameliyenin o kadar da kolay olmadığı kanaatindeyiz. Evet Kitab-ı Kerim'e aykırılığı açık olan hadislerin Kitab'a arzı o kadar da sorun teşkil etmiyor ve bunların uydurma olduğunu söylemek çok da zor değildir. Ama diğer rivayetlerin Kur'an-ı Kerim'e arzı, Kitab-ı Kerim tarafından doğruluğuna veya yanlışlığına yönelik bir veya birkaç karinenin bulunabilmesi elbette maharet ve uzmanlık isteyen bir husustur. Günümüz modernizminin es geçtiği nokta da burasıdır. Direkt aykırı olan rivayetlerin atılması hususu eyvallah. Ama bir rivayete kendi bakış açısı çerçevesinde Kitab-ı Kerim'den bir delil bulamayınca hemen ‘Kitab'a aykırıdır' türündeki davranışın sıkıntılı olduğu izahtan varestedir.

Rivayetlerin Kitab-ı Kerim'e sunulmasını mektebî persspektifi de işin içine katacak olursak şöylece sıralayabiliriz.

a- Kitab-ı Kerim'de oynama gerçekleşmemiş, ancak rivayetlerde oynamalar gerçekleşmiştir.

b- Ehl-i Beyt (a.s.) gerçeği dile getiremedikleri ortamlar olmuştur. Bu durumda takiyyeye başvurmak zorunda kalmışlardır.

c- Ehl-i Beyt İmamlarının ashapları arasında arap olmayan ve dil noktasında sıkıntılı olan kimseler de olabilir. Bazen bunlar rivayeti yanlış anlamış olabilirler.

d- Normalde de zeka seviyesi düşük olup Ehl-i Beyt İmamlarının mesajlarını yanlış anlayan kişiler de söz konusudur. Hatta bazen normal kişiler de mesajı yanlış anlayabiliyorlar.

 

SIRAT VE PEYGAMBERLER

Şunu hemen belirtelim; ele aldığımız konu davranışa ve bir eylemin gerçekliğine yöneliktir. Kitab-ı Kerim İslam öğretilerinin bütününü içine alan geniş içerikli bir kavramı kullanır ve bu kavrama özel bir önem atfeder: Sırat. Bu kavram Fatiha Suresinde de karşımıza çıkmaktadır. Rabb Teala biz müminlerden Sırat-ı Müstakim'e iletilmek için kendisine dua etmemizi ister. Söz konusu bu sırat-ı müstakimde hatalı, yanlış, eksik ve gediklik olarak ifade edilecek bir amel ve eylem yoktur. Kitab-ı Kerim, sırat-ı müstakimde bulunma hali için hidayet veya ihtida  kavramını, bu yoldan sapış için ise dall kavramını kullanır. Kavram yolu ifade etmektedir. Kişi davranışlarının bir bölümünde vakıaya ulaşacak olursa o esnada mühtedidir (yani o davranış için hidayete erdirilmiştir) ama o davranış/lar/ı sırata uygun değilse dalldır (sapmıştır). Düşünce, kabul ve inançlarda da aynı durum söz konusudur. Kişi gün içerisinde birkaç defa dall veya ihtida etmiş olabilir. Hatta aynı eylemin kendisinde dahi hidayet ve dallı birlikte yaşayabilir. Namazın bir bölümünü vakıaya ve sırata uygun olarak yerine getirmiş, diğer bölümünü ise sırata uygun olarak yerine getirmemiş ise dall ve hidayeti birlikte yaşamış demektir.

Ancak şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim. Kitab-ı Kerim'in dall ve hidayet kullanımı genelde tümel konular eksenli bir kullanımdır. Tümel konularda noktasında doğruya ulaşanları genel olarak mühtedi, bu konularda sapanları ise dall olarak değerlendiriyor. Kitab-ı Kerim kulların öncelikle tümel konularda doğruları bulup kurtulmasını istiyor. Ama sıratın kendisi hem tümel hem de cüzî konuların bütünündeki doğruları içermektedir. Sıratın bütününe iletilen bir birey hem tümel hem de cüzî konularda doğruya ulaşmış ve yanlış yapmamış demektir. Sıratta akşam namazının üç rekat olarak kılınması vardır, sabah namazına kalkış ve kaçırmama vardır. Bu davranışların doğrularını içinde barındırır sırat-ı müstakim.

Şimdi bu çerçevede sorumuzu soralım. Bütün boyutlarıyla sırat-ı müstakime iletilmiş olan şahıslar var mıdır? Diğer bir deyişle davranış ve düşüncelerinin bütünü sırat-ı müstakime uygun olan şahıslar var mıdır?

Cevaben diyoruz ki; evet. Kitab-ı Kerim peygamberlerin sırat-ı müstakim'e iletildiklerini söylüyor.

Allah-u Teala Kitab-ı Kerim'de Enam Suresinde 83-86. Ayetler arasında 18 peygamberin ismini sayar ve bu peygamberlerin isimlerini saydıktan sonra ‘vectebeynahum ve hedeynahum ila sıratın müstakim/onları seçtik ve doğru yola sevkettik.' (6/el-Enam/86) Bu on sekiz peygamber şunlardır: İbrahim, İshak, Yakubi, Nuh, Davud, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut.

İsmi geçen peygamberler Sırat-ı Müstakim'e iletilmişlerdir. Sırat-ı Müstakim içinde yanlışı barındırmayan yol demektir. Bir şahıs hayatının bir anında dahi bu yanlışlara aykırı bir harekette bulunmuşsa o şahıs o an Sırat-ı Müstakim'e sevk edilmiş değildir, dalalete düşmüştür. Sırat-ı Müstakim'de bir akşam namazını dört rekat kılma olayı yoktur. Sırat-ı müstakim akşam namazını üç rekat olarak belirlemiştir ve kul onu olduğu hal üzere getirecek olursa o an sırat-ı müstakim üzeredir. Sabah namazını kaçırma diye bir şey sırat-ı müstakimde yoktur. Uyku nedeniyle bütün sorumluluklarını yerine getirmesine ve çaba göstermesine rağmen sabah namazını kaçıran yükümlünün sorumlu tutulmayışı ayrı bir konudur, ama o anda sabah namazının kılınmasının gerekliliği ayrı bir konudur ve bu ikinci sırat-ı müstakime girmektedir. Bu 18 peygamber arasında Hz. Peygamber'in ismi geçmiyor türünde bir itiraz gelebilir.

Kitab-ı Kerim bu noktada Hz. Peygamber (s.a.a.) için daha beliğ bir ifadeyi kullanmaktadır. Diğer peygamberler için ‘ila sıratın müstakim' ifadesini kullanırken Hz. Resul-u Azam (s.a.a.) için ‘Ala sıratın müstakim' ifadesini kullanır.

'Ela' harf-i cerrinin 'ila' harf-i cerrine göre daha etkili ve daha üst bir anlama sahip olduğu açıktır. 'Ela' harf-i cerri istila içindir. İstila da bir şeyin başka bir şey üzerinde üstünlüğünü ve yüksekliğini ifade etmektedir.[26] Yani 'Ala' harf-i cerrinden sonra kullanılan sözcük failin/öznenin gözetimi altındadır.

Kur'an-ı Kerim'de ‘Ala Sırat' ifadesinin kullanıldığı ayetler şunlardır:

‘Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır (İnne Rabbi Ela Sıratın Müstakim)' (11/Hud/56)

‘Şimdi, bu adamla, doğru yol üzerinde bulunarak adaleti emreden kimse eşit olur mu/hel yestevî hüve ve men yemuru bi'l-adli ve hüve ela sıratın müstakim' (16/en-Nahl/76)

‘Sen şüphesiz peygamberlerdensin. Doğru yol üzerindesin' (36/Yasin/3-4)

‘Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın/İnneke Ela sıratın müstakim' (43/ez-Zuhruf/43)

‘Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü kapanarak yürüyen mi (varılacak) yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi' (67/el-Mülk/22)

Beş tane ayette ela sıratın müstakim ifadesi geçiyor. Hud Suresindeki ayet Allah-u Teala için kullanılmaktayken Yasin ve Zuhruf Suresindekiler de kesinlikle Hz. Resulullah (s.a.a.) için kullanılmaktadır. Konuyu tartışma boyutunu çekmek istemediğimizden en-Nahl ve el-Mülk Suresinde geçen iki ayetin Hz. Peygamber için kullanılmış olup olmadığı tartışmasına girmek istemiyoruz. Ama en azından bu ifadenin Hz. Resulullah (s.a.a.) için kullanıldığı iki ayet elimizde var. Kitab-ı Kerim'de Resulullah'ın insanları sırat-ı müstakime ilettiğine dair yığınlarca ayet var ki buraya değinmek istemiyoruz.

Yukarıda ela harf-i cerrinin istila için kullanıldığına yani birisinin diğerinin üstünde olduğuna değinmiştik. Bu çerçevede bu ayetlere tekrar bakalım. Sırat mı Allah ve Resulünün üstündedir yoksa Allah ve Resulü mü sıratın üstündedir? Bir diğer ifadeyle hakimiyet sıratın kendisinde midir ve dolayısıyla Allah ve Resulü mahkum mudur yoksa Allah ve Resulü hakim, sıratın kendisi mahkum mudur? Bir üçüncü ifadeyle sırattan mı Resule gideceğiz yoksa Resulden mi sırata gideceğiz? Ayetler açıkça sırat-ı müstakimi yönlendiren ve şekillendirenin bi'l-istiklal Allah olduğuna ve bi-iznihi Allah Resulü olduğuna delalet etmektedir. Resulü bu noktada sığaya çekmek Kitab-ı Kerim'le çatışmaktadır. Müslümanlar bu düşüncelerini gözden geçirmelidirler. Kitab-ı Kerim sırat noktasında Allah ile Resulünü teşri edicilik noktasında aynı kefeye koyuyor.

Buna benzer bir ifade huluk-u azim için de kullanılıyor. Resulün huluk-u azim (güzel ahlak) üzerinde bir otorite olduğunu söylüyor hem de vahyin yeni yeni inmeye başladığı erken bir dönemde. Bu ifade Kalem Suresinde geçmektedir ve bilindiği gibi Kalem Suresi ilk inen surelerdendir. Zaten Fahrüddin er-Razî'nin de belirttiği gibi Resulullah (s.a.a.) güzel ahlak üzerinde hükümran olandır.[27]

Bırakalım sırat-ı müstakime iletilmiş olmayı sırat-ı müstakim üzere olan bir şahsın yanıldığını, unuttuğunu söyleyebilmek mümkün mü? Sırat-ı müstakim her şeyin doğrusunu içinde barındırırken yönlendiricisi poziyonunda olan Nebiyy-i Ekrem'i namazında yanılgıya düştüğünü söylemek Kitab-ı Kerim'le çatışmaktadır. Akla şöyle bir şey gelebilir: Belki de Allah-u Teala ümmetin namazda yanılırken nasıl davranılması gerektiğini öğretmek için O'nun unutmasını ve yanılmasını ve sabah namazına kalkmamasını istedi.

Bu üç nedenden dolayı geçersizdir.

a- Beyan etme olanağı varken bunun es geçilmesi ve beşerî iradenin Nebi'nin elinden alınması adl-ı ilahî ile uyuşmamaktadır.

b- İnsanların genel olarak sıkça başına gelebilecek bir olayı Nebi'nin açıklamaması tebliğ görevini savsaklayan bir peygamber tasavvuruna götürür. Düşünebiliyor musunuz sıkça karşılaşalıcak ve insanların başına gelebilecek bir olay var, ancak Allah'ın Resulü bununla ilgili bir açıklamaya gitmeyecek.

c- Namazda yanılgıya düşme, unutma gibi gerekçeler genelde dünyevî endişelerden kaynaklanmaktadır. Kitab-ı Kerim Peygamberine dünyanın süsüne göz dikmemesini emretmektedir. Peygamberin huzur-u ilahîye çıktığı bir anda dünyayı ve dünyevî endişeleri düşündüğü nasıl tasavvur edilebilir?

Dolayısıyla bu olasılık da devre dışı kalıyor. Hz. Peygamber (s.a.a.) ne bir namazı kazaya bırakmış ne de eda ettiği namazlarda yanılmış veya hataya düşmüştür.

Son olarak ilk grup hadisler öncelikle ahad haberlerdir ve inançta bilgi ifade etmezler. İkinci olarak konuyla ilgili hadisler çelişkilidir. Resulullah'ın namazda yanıldığını söyleyen hadisler yanılmadığını söyleyen hadislere nazaran kemiyet itibariyle oldukça azdır. Üçüncü olarak da bu rivayetler Kitab-ı Kerim'e arz edildiğinde Kitab'a uygun olmadığı görülmektedir.

 



[1] Sünen-ü Ebi Davud, Kitabü's-Salat, Hadis no:435; Müslim, mesâcid 309; Nesâî, mevâkît 52, 54; Tirmizî: tefsir Sûre (20) 1; İbn Mâce, salât 10

[2]  Sünen-ü Ebi Davud, Kitabü's-Salat, 187-8 bab, Hadis no: 1008; Buhârî, salât 88, sehv 5, ezan 69; Müslim, mesâcid 97, 99; Tirmizî, mevâkît 175; Nesâî-sehv 22, İbn Mâce, ikâme 134; Dârimî,salât 175, 202, Muvatta' nida 58, 60.

[3] Sünen-ü Ebi Davud, Kitabu's-Salat, Hadis no:1019; Buhârî, salât 32, sehv 2, âhâd 1; Müslim, mesâcid 92, 93, 94; Tirmizî, salât 172; Nesâî sehv 25, 26; İbn Mâce, ikâme, 129, 130.

[4] Sünen-ü Ebi Davud, Kitabü's-Salat, hadis no:1023

[5] Şeyhü't-Taife Ebu Cafer Muhammed İbnü'l-Hasan et-Tusî (h.460), Tehzibü'l-Ahkam fi Şerhi'l-Muknia, c.2, s.345, hadis no:1433, Tahkik ve talik: Seyyid Hasan Musevî Horasan, Tahran 1365

[6] Şeyh Muhammed Bakır el-Meclisî, Biharü'l-Envari'l-camiati li Düreri Ahbari'l-Eimmeti'l-Ethar, c.17, s.101, Darü İhyai't-Türas, Beyrut-1983

[7] Muhammed ez-Zefzaf, et-Tarif bi'l-Kuran ve'l-hadis, s.263, Beyrut 1984

[8] Şeyh Cafer Sübhanî, Buhusun fi'l-Mileli ve'n-Nihal, c.7, s.21, Müesssesetü'n-Neşri'l-İslamî, Qum-1415

[9] Muhammed b. el-Hasan el-Hürr el-Amılî, el-Burhan Ela Tenzihi'l-Masumi Ani's-Sehvî ve'n-Nisyan, s.51, Tahkik Mahmud el-Bedrî, 1417

[10] Biharü'l-Envar, c.17, s.108; el-Küleynî, Muhammed b. Yakub Ebi Cafer er-Razî (h.329) el-Usul Mine'l-Kafî, c.1, s.202, Hadis no:1, Tahran 1362 (h.ş),

[11] Age, agy.

[12] Biharü'l-Envar, c.17, s.102

[13] El-usul mine'l-Kafi, c.1, s.272, hadis no:3

[14] Şeyh Muhammed Hasan en-Necefî (h.1266), Cevahirü'l-Kelam fi Şerhi Şerai'l-İslam, c..13, s.72-6, Darü'l-Kütübi'l-İslamiiyye, Tahran -1367

[15] Ebu Mansur Ahmed İbn Ali et-Tabersi,el-İhticac Ela Ehli'l-Lücac, c.2, s.215, 1422, Menşurat-ı Şerif  er-Razî

[16] El-Usul mine'l-Kafî, c.1, s.60, hadis no:6

[17] Age, c.1, s.69, hadis no:1

[18] Age, c.1, s.69, hadis no:2

[19] Age, c.1, s.69, hadis no:3

[20] Age, c.1, s.69, hadis no:5

[21] Şeyh Müfid Muhammed b. Muhammed b. en-Numan İbnü'l-Muallim el-Akberî el-Bağdadî, Tashihü'l-İtikadati'l-İmamiyye, s.149, 1413-Qum

[22] Şeyhü't-Taife Ebu Cafer Muhammed İbnü'l-Hasan et-Tusî (h.460), et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'an, c.1, s.5, Tahkik ve tashih Ahmed Habib Kasir el-Amılî, Darü İhyai't-Türas, Beyrut

[23] Şeyh el-Ensarî Murtaza b. Muhammed el-Emin, Feraidü'l-Usul, c.4, s. 146 Tahkik Türasi'ş-Şeyhi'l-Azam, 1419-Qum

[24] Seyyid Ebü'l-Kasım el-Musevî el-Huî, el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, s.265, Darü'z-Zehra, 1975-Beyrut

[25] Şeyh Muhammed Fazıl Lankeranî, Medhalü't-Tefsir, s.237-242, 1428-4. baskı

[26] Nureddin Abdurrahman el-Camî (h.898), Molla Cami el-Fevaidü'd-Dıyaiyye Şerhü Kafiyeti İbn Hacib, c.2, s.330, Tahkik Üsame Taha er-Rıfaî, Darü'l-Kütübi'l-İslamiyy, İstanbul

[27] Fahrüddin er-Razî (h.604), Mefatihü'l-Ğayb, C.30, s.81, Darü'l-Fikir, 1981-Beyrut

 

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar