DİN VE TERÖR

Hazım Koral

1861 kere okundu
22 Temmuz 2015 Çarşamba
215973_140028932731896_1451794_n.jpg
Her hangi bir terör eylemi olduğunda siyasîlerden ve kanaat önderlerinden en çok duyduğumuz, “terörün dini olmaz” sözüdür. Ancak bu söyleme mefhumu-u muhalifinden baktığımızda doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Elbette ki doğru olan, hiçbir ilâhî menşeli din teröre onay vermez. Ancak nefsanî eğilimlere ve şeytanî dürtülere göre şekillendirilmiş din teröre onay vermekle kalmaz üstüne üstlük teşvik eder. İnsanoğlu tarih boyu buna çokça tanık olmuştur.
 
Geçmişteki ilkel toplulukların bu konuda daha vahşi ve daha barbar olduğu söylenir. Ancak bu da doğru değildir. Zira kadim tarihlerde vuku bulan vahşet örneklerinin adeta bin beteri günümüzde yaşanmaktadır. En iyimser tablo ile ifade edecek olursak, tarihteki barbarlıkların benzerleri günümüzde de vuku bulmaktadır. Oysa medenî bir çağda yaşadığımız söylenmektedir. Ancak Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalara baktığımızda ne yazık ki, terörün ve katliamların en şiddetlisine tanık olabiliyoruz.
 
Terör olayları uzun yıllardan beri ardı arkası kesilmeden Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta yaşanmaktadır. Mart 2011 tarihinden beri buna Suriye’de eklendi. Yani dört küsur seneden beri Suriye’deki tekfirci gruplar mütemadiyen, dur durak bilmeden terör eylemleri yapmaya ve kan dökmeye devam etmektedirler. Bu terör eylemleri zaman zaman Suriye’nin dışına da taşmaktadır. En son Suriye’ye endeksli terör eylemi 11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı’da yaşanmış ve 52 insanımız bu terör saldırısında hayatını kaybetmişti.
 
An itibari ile, yani 20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde toplanan Sosyalist Gençler Derneği Federasyonu’na üye 300 dolayında genç, Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde basın açıklaması yaptıkları esnada bir intihar eylemcisi tarafından terör edildiler. Patlama esnasında 31 kişi hayatını kaybetti. 100’ün üzerinde insan ise yaralı durumda. Ayn el-Arap’a yani Kobani’ye insanî yardım götürmek amacıyla bir araya gelen sosyalist gençlere yönelik terör eyleminin misilleme olduğu sanılmaktadır. Zira IŞİD’in elinde olan Kobani kısa bir süre önce PYD militanları tarafından ele geçirilmişti. Bu nedenle “IŞİD bu eylemi intikam için yapmıştır” diyen çevreler var. Aydınlık Gazetesi’ne verdiği demeçte ise Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, “Bu işi IŞİD yapmıştır dediğiniz an ABD ve İsrail’i gizlemiş olursunuz” diyor.
 
Perinçek ayrıca şöyle bir eleştiri de bulunuyor: Esad’la alelacele ipleri koparmasaydınız. Yani bu işi başından beri müzakere ve diyalog yoluyla çözümlemeye kalkışsaydınız bugün Suruç’ta bombalar patlamazdı. Suriye’ye yönelik yanlış politikalar yüzünden bu hâle geldik.”
 
Doğu Perinçek beyanatlarında haklı olabilir. Bu olaya ilişkin tespitleri de doğrudur. Piyonu, maşayı değil perdenin arkasındaki büyük şeytanı görmek lazım elbette. Bölgede yaşanan menfi olaylar işgalci Siyonist İsrail’in hayalindeki “arz-ı mevud” projesine hizmet etme amacına matuftur. Merhum Erbakan hocamız da Suriye olayları patlak vermeden yıllar önce siyasî mesulleri ve halkımızı “çarpıcı ve ufuk açıcı” beyanlarıyla uyarmıştı. Biz de diyoruz ki, ısrarla olayın bu yönü göz önünde bulundurulmalıdır. Zira büyük şeytan ABD ve onun Ortadoğu’daki ortağı Müslüman halkları birbirine kırdırmak için bazen mezhebi hassasiyetleri kaşımakta, bazen etnik farklılıkları tahrik etmektedirler.
 
 Bizim bu satırlarda ifade etmek istediğimiz can yakıcı bir başka husus ise, sözüm ona Müslümanlar bu oyuna nasıl geldiler? Şeytanın işi aldatmak, provake etmek. Peki, “Ben Müslümanım” diyen bir kişi şeytanın iğvasına kanıp bu eylemi nasıl yapabiliyor? Hani Müslümanlar karınca ezmez di? Nedir bu ifrat hâli? Nüfus cüzdanındaki din hanesinde “İslâm” yazan insanlar nasıl böylesine acımasız ve böylesine vahşi bir hâle getirildi? Ne yazık ki bu caniler, bu canavarlar, bu tıyneti bozulmuş insanlar bugün toplumsal bir taban kazanmış vaziyettedir. Türkiye’de İslâmcı bilinen bir takım kalem erbabı, “IŞİD terör örgütü değildir, onların yaptıkları haklı eylemlerdir” diyerek kalemleriyle ve dilleriyle cahil cühela gençlerin aklını çelip teröristlerin saflarına katılmaya teşvik etmektedirler. Kısacası terör örgütlerine adam devşirmektedirler.
 
Eğitimsiz, iyi bir aile ortamında yetişmemiş, dışlanmış, ezilmiş, örselenmiş ruh halleriyle toplumda yer edinememiş, insan sevgisinden mahrum, gerçek manada din, ahlâk ve edep bilgisine vukûfiyeti olmayan cahil gençler arasında şiddete teşne olanları bulmak hiç de zor olmamaktadır. Bu yüzden olsa gerek mutasyona uğramış virüs gibi çoğalıyorlar.
 
Dinin yanlış yorumlanması nelere mal olmaktadır görün! Oysa İslâm fıkhında temel bir kuraldır; Müslümanların başındaki yönetim gayr-i meşrudur diye silahlı eyleme ve teröre teşebbüs etmek caiz değildir. Zira karşınızda işgal güçlerinin askerleri değil, Müslüman ahaliden topladıkları kendi evlâtlarınız var. Hepimiz bir şekilde bu badirelerden geçmedik mi, bu vargelin içinde olmadık mı? Az biraz empati yapmış olsak her hâlde mesleye vakıf olmuş oluruz. Gayr-i meşru yönetim elbette yıkılmalıdır. Ama bu yöntemle değil. İslâmî mücadelenin esasları, kaide ve kuralları bellidir.
 
Şu bir hakikat ki, din hükümlerini egemen kılma adına da olsa Allah nezdindeki İslâm asla teröre cevaz vermemektedir. Gençlerimiz bu konuda sürekli uyarılmalıdır. Teröre cevaz veren, terörü teşvik eden din olabilir, ama bu din asla İslâm değildir. Her felsefî görüş, her ideoloji ve her yaşam biçimi “din” hükmündedir. Zira her din bir yaşam biçimi önerir. Rabbimiz ise Müslümanlardan İslâmı bulandırmadan, arı-duru hâliyle kabullenmemizi ve yaşamamızı istemektedir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (s.a.a) ise ümmetini bu bağlamda şöyle uyarmaktadır: “Dini nefsine göre yorumlayan cehennemdeki yerine hazır olsun.”
 
Bir başka makalemizde dile getirmiştik, İslâm cinnetle cihadı asla bir tutmamaktadır. İslâmda savaşın kendine özgü hukuk kuralları vardır. Bu savaş hukukunda asla teröre yer yoktur. Mâide Sûresi’nin 32’nci ayetinde belirtildiği üzere suçsuz bir insanı taammüden öldürmek, yeryüzünde yaşayan bütün insanları öldürmek kadar günahtır. Yine aynı şekilde Nisâ Sûresi’nin 93’ncü ayetinde aktarıldığı gibi suçsuz bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir.
 
Atalarımız boşuna dememiş, “Kork Allah’tan korkmayandan.” Yani Allah korkusu olmayan bir kişi insan öldürmek dahil her türlü kötülüğü yapabilir. İnsaf, izan ve merhamet olmayınca gaddarlık tavan yapmaktadır. Bunun din adına yapılıyor olması hiçbir şeyi değiştirmez. Kişide öylesine bir algı, öylesine anlayış oluşur ki yapığı hunharlığı, yaptığı sadistliği Allah’a isnat eder oysa o kişi şeytanın kulu olmuştur farkında değildir. Allah Teâlâ asla zulmü emretmez. Zulmedenler kendi nefislerine uymaktadırlar. “Kendilerine ‘yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın!’ denildiğinde. ‘Biz ıslah edicileriz’ derler. Oysa onlar fitnecilerin ta kendileridir fakat şuurunda değiller.” (Bakara: 11-12)
 
IŞİD’dir, DAİŞ’dir, DEAŞ’tır, el-Kaide’dir, el-Nusra’dır, el-Şibab’tır, Taliban’dır, Boko Haram’dır, ne kadar benzeri isim varsa sorun, “Sizin maksadınız nedir, bunları ne için ve ne adına yapıyorsunuz? İstisnasız hepsi diyecek ki, “Biz yeryüzünde Allah’ın adaletini, Allah’ın şeriatını hakim kılmak istiyoruz ve onun için bu mücadeleyi veriyoruz…” Bizim de diyeceğimiz o ki, “Eğer sizin adalet anlayışınız bu ise vah Müslümanların hâline, vah insanlığın hâline.”
 
“Siz keserek, doğrayarak, yakarak, boğarak, linç ederek, bombayla havaya uçurarak, elektrikle imha ederek, koyun gibi insanları boğazlayarak, kestiğiniz başlarla top oynayarak,  kestiğiniz başları bahçe korkuluklarına geçirerek, kadınları ve çocukları kurşuna dizerek mi adaleti getireceksiniz? Dehşet saçan katliamlarınızla mı Allah’ın dinini hakim kılacaksınız? Sergilediğiniz vahşet örneklerine nasıl cihad dersiniz? Yaptığınız cinnetten başka bir şey değil. “Mutasyona uğramış virüs” benzetmesi sizin için az bile.
 
Kerbela’da başta İmâm Hüseyin (a.s) olmak üzere 72 Ehl-i Beyt yareninin mübarek başlarını mızraklara geçirenler de, “Biz bu işi dinimiz adına yaptık, halifemiz Yezit adına yaptık” diyorlardı. Aradan 1400 yıla yakın bir süre geçmiş ama kafa, aynı kafa, zihniyet, aynı zihniyet.
 
Kısacası sadece akil insanlarımıza, sadece öğretmenlerimize değil her anne babaya çok iş düşmektedir. Evlatlarımıza sahip çıkmalıyız. Bu tür zihniyete kapılmamaları için sevgi ve merhamet dini olan İslâm’ı onlara çok iyi bir şekilde anlatmalıyız.
 
Ne yazık ki, Avrupa’daki gurbetçi insanlarımızın kahir ekseriyeti çocuk eğitimi hususunda büyük bir umursamazlık, büyük bir ihmalkârlık  içerisinde. Çocuklar ilâhî değerler hususunda ilgisiz ve başıboş büyüyor. Bu yüzden terör örgütlerine iştirak en çok onlardan oluyor. Son zamanlar Türkiye’den de katılım azımsanmayacak dereceye ulaştı. Gelişmeler endişe verici boyutlarda.
 
 Sonuç olarak, Suruç’taki terör eylemi ile verilmek istenen mesajdan öte bu olayın tarihî arka plânı da iyi okunmalıdır. Din Allah Teâlâ’nın mutahhar kıldığı mümtaz şahsiyetlerden öğrenilseydi, onların rehberliğinden gereği gibi faydalanılsaydı hiç kuşkusuz sadece bölgemizin değil dünyamızın çehresi bugün böyle olmayacaktı. Sadece Müslümanlar değil, gayr-i müslimler de “müellefe-i kulûb” kapsamında güvenlik ve huzur içerisinde yaşayacaktı. Bakınız tarihte yaşanan bir eksen kayması nelere mal oldu.
 
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “Benim zikrimden yüz çevirenlere yeryüzünde istikrarsız bir geçim vardır..” (Tâ-Hâ:124)
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar