729906.jpg
  • Anasayfa» 
  • Röportaj»
  •  "Ne Tahran ve ne de Ankara başka ve bölgesel nedenlerle birbirlerine mutlak şekilde cephe alamazlar"

"Ne Tahran ve ne de Ankara başka ve bölgesel nedenlerle birbirlerine mutlak şekilde cephe alamazlar"

"Ne Tahran ve ne de Ankara başka ve bölgesel nedenlerle bir birlerine mutlak şekilde cephe alamazlar, iki ülkenin barış içerisinde yaşadığı sınırları var ve iki ülkenin başka taraftan ortak tehdit algıları var. ...ortak noktaları öne çıkaracak yeni bir siyasi akımın mutlaka hakim olması gerekiyor."

21 Aralık 2014 Pazar
Radikal gazetesi yazarı ve Oertadoğu uzmanı Fehim Taştekin Türkiye ve bölgede yüz gösteren son gelişmeleri Mehr Haber Ajansı'na yorumladı. 
 
 
- Bildiğiniz gibi geçen günlerde 14 Aralık operasyonu yapıldı ve bunun hükümetin Gülen Hareketi'ne karşı bir intikam girişimi olduğu söyleniyor ve ayrıca 2015 yılı Haziran ayında genel seçimlerin düzenlenmesi beklenmektedir, bunlar bir biri ile ilgili olaylar mı? Yani 14 Aralık operasyonu genel seçimleri etkiler mi?
 
Şimdi biliyorsunuzdur geçen yıl 17 Aralık tarihinde hükümetin yolsuzlukları ile ilgili ve dosyalar ile ilgili bir soruşturma başladı, şimdi geçen bu zaman zarfı içerisinde hükümet kendi iktidarını sarsacak bütün mekanizmaları bertaraf etmeye çalışıyor, yargı alanında yapılan müdahaleler ve değişiklikler hükümetin kendini bir şekilde garanti altına alma çabasıdır. Seçimlere yani Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'ni bu sanıldığı gibi yansımadı ve hükümet o seçimleri bir şekilde atlatmayı başardı ancak yeni bir savaş başlatarak ve özellikle paralel yapı dediği işte Gülen Cemaati'ne bir saldırı operasyon başlattıkları aslında daha geniş anlamda özgürlükleri kısıtlayacak ve kendi kontrol mekanizmasını güçlü tutacak ve gerek hükümetin ve gerek Erdoğan'ın şahsına karşı bütün fren mekanizmalarını kaldıracak yeni bir yapılanmaya gidiyor.
 
Yani Gülen Cemaati burada Şeytanlaştırılarak ve abartılarak onun sayesinde başka bir operasyon yürütülüyor, yani eğer Gülen Cemaati'nin gücü fazla olsaydı Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'ne bu yansırdı ama Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde bunun çok az etkisi olduğu anlaşıldı. Burada hükümetin daha çok Gülen Hareketi'ni afişe ederek ne yapmak istediğiydi.
 
Burada son bir yıl içerisinde Hükümetin icraatlarına baktığımız da gerçek anlamda ne yaptığını görüyoruz yani HSYK Seçimleri ve onunla ilgili yapılan düzenlemeler, MİT yasasında yapılan değişiklikler, İç Güvenlik Yasası'nda yapılan değişiklikler bütün bunlar bir tek adamın kendi rejimini ve kendinin kurmaya çalıştığı rejiminin sağlama ve güvence altına alabileceği operasyonudur.
 
Ama şimdi burada Gülen Hareketi'nden kaynaklanan sorunlar yok mu? Tabi ki var ama bunlar da bu hükümetle başladı yani eğer yargıda ve poliste Gülen Hareketi'ne bağlı kişiler olağanüstü derecede bir rol alabilecek bir pozisyona geldilerse bunun sorumlusu da AKP Hükümeti ve yönetimidir. Bunun bir sorun olduğunu ben kabul ediyorum. poliste ve yargıda Cemaatçi bir yapılaşma ülkenin geleceği açısından son derece kaygı verici bir durum. Ama bunun tehdit boyutu büyük oranda abartılıyor ve bu yapı ile savaşa girişilme nedeni de hükümete karşı yolsuzluk dosyaları ve hukuksuzlıklarını ortaya çıkaracak bir takım ifşaatlar var yani eğer bu ifşaatlar olmasaydı ve böyle bir hesaplaşma olmasaydı Gülen Hareketi'nin polis ve yargıdaki uzantıları hükümetin çıkarlarına hizmet etmeye devam edeceklerdi.
 
 
- Efendim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun Suriye meselesine olan bakış açısının Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a nazaran daha ılımlı olduğu gözüküyor, yani sanki Çavuşoğlu siyasi diyaloğa dayalı Rusya ve ya Birleşmiş Milletler'den gelecek çözüm önerilerine daha sıcak yaklaşıyor bu doğru mu?
 
Tabi elbette Dışişleri Bakanı ve Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın bakış açıları bir birinden bir aza farklı, ama burada son sözü kimin söyleyeceği çok önemli yani burada patron Erdoğan'dır ve Davutoğlu ve ya Çavuşoğlu değil. Bu yüzden tabi her zaman dışişleri bakanları diplomasiyi temsil ettikleri için daha yapıcı ve daha barışçıl açıklamalar yapar ve buna özen gösterirler, ama biz bu özelliği Davutoğlu döneminde bir az kayb ettik. Ama Suriye mevzu hükümeti fazlasyla zorlayan ve bir çok ilişkiyi de bozan bir boyut kazandı. Yani şu anda Amerika ve Avrupa Birliği ve Katar gibi müttefiklerle geliştirilmiş olan Suriye projesi çöktü ve yürümedi. 
 
Yani diğer partner ve ortaklar bu planlan vazgeçerken Suriye'de terör olayları patlak vermeye başladı ve şimdi bu çatışmalar Türkiye'ye ekonomik olarak da zarar vermeye başladı ve ülkenin dış ilişkilerinde ve komşuları ile ciddi bir arızaya ve bozucu etkiye dönüştü. Bunun maliyeti kendini hiss ettirdiği taktirde Türkiye'nin Suriye politikasını eski halinde sürdürmesi zor.
 
Şimdi ise bu noktada mıyız? Değiliz, yani hala Türkiye Amerika'yla ilişkilerinde, Avrupa Birliği ilişkilerinde ve Rusya ve İran ilişkilerinde Suriye mevzusunda bir çatlak yaşıyor olmasına rağmen inadından vazgeçmiş değil.
 
İniş çıkışlar var ve bu süreçlere karşı daha eskiden olduğu gibi daha sert tepkiler vermiyor mesela Rusya'nın ve ya BM Özel Temsilcisi'nin önerilerine karşı daha ılımlı yaklaşıyor ama bu radikal bir politika değişikliği anlamına da gelmiyor.
 
Özetle Türkiy eski politikasını yürütmekte fevkalade zorlanıyor ve bunun en önemli nedenlerinden birisi IŞİD'in ortaya çıkması ve bununla mücadelede Türkiye'den beklenen katkıyı vermekte zorlanması. Ama dediğim gibi bunun bir politika değişikliği olduğunu şu aşamada söylemek zor.
 
 
- Sayın Taştekin İran Türkiye ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi gelecek ay Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan İran'a bir ziyaret düzenleyecek, iki ülke ilişkilerini yakın gelecek için nasıl yorumluyorsunuz?
 
Şimdi tüm bölgesel rekabete, Irak ve Suriye'de yaşanan rekabete rağmen iki ülkenin çok derin tarihsel ilişkileri var. Bu ilişkiler bu kadar rekabete rağmen kendi yolunda devam ediyor. Kolay kolay meydana gelen siyasi değişiklikler de bu köklü ilişkilri ortadan kaldıracak gibi değil. Yani hem İran ve hem Türkiye nerede duracağını biliyor. Yani bir çok konuda farklı düşünmelerine rağmen aralarındaki ekonomik ilişkiler her zaman krizlerden bağımsız duruyor ve bunun değişmeyeceğini de düşünüyorum. 
 
Bir az da Irak meselesi var. Yani Irak'ta başarılı bir hükümet kurulması Irak üzerindeki gerilimi düşürdü. Yani Irak'tan kaynaklanan gerilim düştü. Bir Suriye mevzusu hala duruyor ama iki ülke bu konuda eskiye oranla daha fazla diyalog içerisinde olma gereği duyuyor ve başka mekanizmaların da devrede olduğunu biliyoruz. Yani Suriye konusunda tarafların tutumunu yaklaştıracak başka bir diyalog sürecinin olduğunu biliyoruz, her iki ülke de bir birini feda edemeyecek kadar bir birine  değer veriyor.
 
Ne Tahran ve ne de Ankara başka ve bölgesel nedenlerle  bir birlerine mutlak şekilde cephe alamazlar, iki ülkenin barış içerisinde yaşadığı sınırları var ve iki ülkenin başka taraftan ortak tehdit algıları var. Yani dedidiğim gibi Suriye ve Irak'taki gelişmeler mezhep gerilimini yani çok tarihi boyutu olan bu mezhep gerilimini yeniden artırdı ama bir az daha dikkat gerekiyor. Bu konuda ortak noktaları öne çıkaracak yeni bir siyasi akımın mutlaka hakim olması gerekiyor.
 
Ben kendi adıma Türkiye Cumhuriyeti'nin bir çok icraatını eleştirdim elbette İran'ın da eleştirilecek tarafları var ama özetle iki ülke bir birinin değerini biliyor. İran ve Türkiye ilişkileri çok köklü ve hükümetler üstü bir şey ve bu iki bölgesel aktörün ikili ilişkileri bölgesel olaylardan etkilenmemeli.
 
 
Omid Shamizi
MHA
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar