14940119.jpg

Şehadet ve masumiyet - 2

"Önceki makalede Kıyamet gününde şahidlik yapacakların bir bölümüne (melek, yer, insanların deriileri ve organları) değinmiş ve yanılmadıklarını ortaya koymuştuk. Bu küllî kuralı insan şahidlere uygulamamak zahire ve mantığa aykırı davranmak ve ayetleri zorlamak anlamına gelmektedir."

24 Eylül 2015 Perşembe

Şehadet ve Masumiyet - 2 

Cevher Caduk (ilahiyatçı-öğretmen)

 

Şahidlik konusunda aslan payı insanlara aittir. Kitab-ı Kerim'de kıyamet gününde şahidlik yapacaklar arasında özel bir önem verilenler insanlardır. Kitab-ı Kerim, her ümmetin bir şahidi olduğuna dikkat çeker. Diğer şahidlerin yanı sıra insanların da şahidliklerinin eşliğinde hesapların adalete ve hakka uygun bir şekilde görüleceğine vurgu yapar.

Tabi burada şunu vurgulamak da gerekir. Şehid kelimesinin biri, Allah yolunda öldürülen diğeri de tanıklıkta bulunan kimse olmak üzere iki tane anlamı vardır. Kanaatimizce ilk terimsel anlamıyla şehid Kitab-ı Kerim'in hiçbir yerinde geçmemektedir. Allah cihadda öldürülen kimse için şehid kelimesi yerine "yüktelu (kutilu) fi sebilillah/Allah yolunda öldürülen" ifadesini kullanır. Şehid kelimesi Kitab-ı Kerim'de kıyamet gününde şahidlikte bulunanları ifade etmek için kullanılır.

Allame Tabatabaî'nin de dediği gibi şehadet bir şeyin huzur (bulunuş) ve rüyet ile telakki edilmesidir. Sözcük olayın tahammülü ve edasını birlikte ifade etmektedir.[1] Şehadet için rüyet ve olayı anlatmak olmazsa olmaz iki şarttır.

Biz işte bu makalemizde insan şahidleri konu edineceğiz.

İnsanlar içinde şahidlik yapacak olanların bir bölümü peygamberlerdir. Kitab-ı Kerim'den peygamberlerin dışında başka bir grubun da şahidlik yapacağı anlaşılıyor. Bu insanlar gönderilmiş olduğu kavmin amellerine kıyamet gününde şahidlik yapacaktır.

"Her bir ümmetten bir şahit (şehiden) getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak." (4/en-Nisa/41)

"Her ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onların özür dilemeleri istenir." (16/en-Nahl/84)

"O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." (16/en-Nahl/89)

"Ondan başka yalvarıp durdukları şeyler şefaat de edemezler ancak bilerek hakka şehadet eden kimseler müstesnâ." (43/ez-Zuhruf/86)

"Yeryüzü, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir." (39/ez-Zümer/69)

Bu sonuncu ayet üzerinde biraz durmak istiyoruz. Ayet "ve vudie'l-kitabü ve cie'n-nebiyyine ve'ş-şüheda/ kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir" buyurmaktadır.

Nitekim Muhammed Emin Şenkıtî de ayet içi siyaktan resulleri[2] yani insan türünü anlamıştır ki biz de ayet içi siyakın melekler olasılığını devre dışı bıraktığı kanaatindeyiz.

Ayetin içsel bağlamı ve ayet içi siyak bu şehidlerin insan türünden olmasını gerektiriyor. Peygamberler ve şehidler ifadesi peygamber olmayan şehidlerin olduğuna kanıttır. Zira ve' bağlacının iki tarafı birbirinin aynı olmamasını gerektirmektedir. Yani bütün şehidler de sadece peygamberlerdir dediğimiz zaman nebiyyine ifadesi ile eş-şüheda sözcükleri arasındaki ‘ve' edatı anlamını yitirecektir. Dolayısıyla peygamber olmayan bazı şehidlerin de olması gerekiyor. Zaten yukarıda sunulan ayetlerden de bütün peygamberlerin şehidler olduğu rahatlıkla anlaşıldığına göre şu sonuca rahatlıkla ulaşıyoruz.

'Her peygamber şahiddir.'

'Ama her şahid peygamber değildir.'

Bu mantık örgüsü peygamber-adil, peygamber-alim, peygamber-sadık, peygamber-halim vd için de geçerlidir. Her peygamber adildir, ama her adil şahıs peygamber değildir gibi.

"Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır." (4/en-Nisa/69)

Bu ayette geçen şüheda ifadesi de kıyamet günündeki şahidliğe delalet etmektedir. Burada şu sorular ortaya çıkmaktadır:

a- Peygamberlerin kendi kavimleri hakkındaki şahidliklerinin kapsamı

b- İnsanların amellerini görmelerinin Kur'anî dayanağı

c- İnsanın dışsal amellerini görmenin yanı sıra içsel amellerini görmenin mümkünlüğü

d- Günümüzdeki şahidlerin –varsa- kim/ler olduğu

Bütün bu soruları teker teker ele alıp cevap vermek yerine bütününü birlikte cevaplandırmaya çalışacağız.

Öncelikle şunu belirtelim ki Allame Tabatabaî'nin de vurguladığı gibi hadd-i zatında kıyamet ile ilgili ayetlerde bir oranda giriftlik vardır. Bu konular içinde en girift olanı da şahidlik meselesidir.[3] Kanaatimizce bu değerlendirme oldukça yerinde ve tutarlıdır. Zira ahiret, dünyaya oranla hayat unsurunun daha belirgin olduğu bir evredir ve kendine özgü kurallara sahiptir. O aleme ilişkin olayların dünyadakilere anlatılması, bizim anne karnında bulunan bir cenine bir şey anlatmamıza benziyor.

Kur'an-ı Kerim'den anlaşıldığına göre tek bir tane şahid yoktur. Bir diğer ifadeyle yukarıda sunduğumuz Zümer suresinin 69. Ayeti şahidlik yapacak birden fazla insanın olduğunu gösteriyor.

İkinci olarak da her bir ümmetin bir şahidinin olduğu anlaşılıyor. Nahl Suresinin 84. Ayeti de buna delalet etmektedir. Bu şahid o ümmetin amellerine tanıklık etmektedir. Kıyamet gününde bu şahidin Rabb-i Rahim tarafından hata ettiği yönünde uyarıldığına dair bir veri bulunmamaktadır. Dahası Zuhruf/86. Ayetin de işaret ettiği gibi Rabb Teala onların şehadet noktasındaki belirgin vasıflarının hak üzere olduğuna dikkat çekmektedir. "Rahmân'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler." (78/en-Nebe/38) Nebe Suresindeki ilgili ayette geçen savab yanılgı anlamına gelen hata kelimesinin zıddıdır. Allame Tabatabaî'nin de belirttiği gibi o günkü şehadet amillerin amellerini hatasız ve eksiksiz üzere korumayı ve sunmayı ifade etmektedir.[4]

Önceki makalede kıyamet gününde şahidlik yapacakların bir bölümüne (melek, yer, insanların deriileri ve organları) değinmiş ve yanılmadıklarını ortaya koymuştuk. Bu küllî kuralı insan şahidlere uygulamamak zahire ve mantığa aykırı davranmak ve ayetleri zorlamak anlamına gelmektedir.

"Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir!" (11/Hud/18) En azından bu şahidlerin bir bölümü Kıyamet gününde gerçekleşen yalan uydurmaları anında bileceklerdir. İnsanların dünyadaki amellerinin sunulmasında o amellerin hakikî yönünü ve gerekçelerini bileceklerdir.

 

Şahidlerin insanların amellerine vukufiyeti

Öyle anlaşılıyor ki bu insan şahidler, insan amellerini eksiksiz bilmektedirler ve bu noktada hak üzere şehadette bulunacaklardır. Bir de bu şahidliklerinde o derece haklıdırlar ki hakkında şehadette bulundukları kişiler hiçbir mazeret ileri süremeyeceklerdir. Zira en-Nahl Suresinin 84. Ayetinde kafirlerin mazeret ileri süremeyecekleri ve özür dileyemeyeceklerini açıkça belirtmektedir. Mukabele sanatı gereği aynı ayette geçen şehidlerin mazerete ve özür dilemeye konu olacak bir davranışlarının olmadığını anlayabiliyoruz. Kafirlerin mazeret ileri sürmeleri için herhangi bir alan bırakmayacak bir davranış vardır ki bu şehidin/resulün şehadetidir.[5] Nahl Suresinin bu ayetine biraz dikkatli bakacak olursak şunu görebiliriz: Kafirlerin mazeret ileri sürememeleri, şehidlerin şehadetlerinin genel olduğu ve bütün amellere ilişkin olduğunu gösterir. Yani kafirlerin hangi davranışı ve ameli varsa ister vücüdun organlarına ait olsun ister düşünceye ait olsun şahid şehadette bulunacak, hiçbir ameli dışta kalmayacak ve mazeret ileri süremeyecektir. Zira kişi Kıyamet gününde sadece dünya hayatında ortaya koyduğu görünen davranışlarından sorguya çekilmeyecektir. İç dünyasına ait düşüncelerinden, tasavvurlarından, ihlasından, riyasından vb şeylerinden de sorguya çekilecektir. Şahid buna ilişkin de şehadet de bulunacaktır. Bir diğer ifadeyle her ümmetin şehidi o ümmetin amellerine muttalidir.

Nisa Suresinin 41. Ayeti ise Hz. Resul-u Azam'a (saa) ayrı bir konum vermektedir. Şahidlerin şahidi.[6] Yani O, şahidlik yapanların da üzerinde şahiddir.

 

Ümmet-i vasatın tefsiri

"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık." (2/el-Bakara/143)

Bu ayet, görüş farklılığına neden olan ayetlerdendir. Ehl-i Beyt Mektebi bu ayette geçen ümmet-i vasat kavramını imamlara uyarlarken Ehl-i Sünnet ümmete veya ümmetin bir grubuna uyarlamaktadır. Ehl-i Sünnet ve diğer İslamî gruplar kasdın sahabe veya bireysel çabasıyla bu makamı elde edenler olduğunu savunmuşlardır.

Ehl-i Sünnet'in ayete genelde yaklaşımı şöyledir:

Fahrüddin er-Razî bu şahidlik olayının ne zaman gerçekleşeceği konusunda iki görüşün olduğunu belirtir ve çoğunluğun görüşüne göre bu şahidlik olayı ahirette gerçekleşecektir diye de ayet hakkındaki genel kanaate ilişkin bilgi verir. Bu görüşü benimseyenler şahidliğin kapsamını daraltmaktadırlar. Şöyle ki peygamberlerin Kıyamet gününde kavimleri tarafından tekzib edilince Ümmet-i Muhammed'in devreye girip şehadette bulunacağını söyleyerek ayeti tefsir ederler. Tabi er-Razî bu görüşü benimsemez ve bu şahidliğin dünyada gerçekleşeceği görüşünü savunur.[7]

Fahrüddin er-Razî'nin böyle bir yanılgıya nasıl düştüğünü anlamakta insan güçlük çekiyor. Öncelikle konuyla ilgili rivayetleri devre dışı bırakmış oluyor ve bir yerde iş nass karşısında içtihada dönüşmüş oluyor. İkinci olarak da herkes bilir ki edaü'ş-şehadet tahammülü'ş-şehadetin bir sonucudur. Dolayısıyla şahidlik yapılabilmesi için bir olayın görülmesi gerekiyor. Razi'nin yorumu ise bunu içinde barındırmamaktadır.

Ama aynı er-Razî, Nahl Suresinin 89. Ayetinde öyle sözler kullanır ki müellifin er-Razî olmadığını bilmesek söz konusu cümlelerin bir şiî yazara ait olduğunu zann ederiz. Şia'nın imamet ve masumiyet nazariyesini olduğu gibi iktibas eden cümleleri aktarır ve bu düşünceyi savunur. Tabi sadece adres değişiktir.

O şöyle der: Yine Hz. Peygamber (s.a.a.)'in zamanından sonraki bütün zamanlarda mutlaka şahitlerin bulunacağı sabittir. Dolayısıyla anlatılan bu şeylerden, her asrın, insanlar hakkında şahitlik edecek şahitlerden hâtalı olmadığı neticesi çıkar, bu şahidin ise, mutlaka hata etmemesi gerekir. Aksi halde o da başka bir şahide muhtaç olur ve bu iş sonsuza uzar (teselsüle girer) ki, bu bâtıldır. Böylece her asırda, mutlaka sözleri hüccet olan bir topluluğun bulunacağı sabit olmuş olur ki bu da, icmâ-ı ümmetin hüccet olmasını gerektirir.[8]

Şahidlerin adil ve hüccet olması gerektiğine ve vakıada öyle de olduğunu Mutezile bilginlerinden Cubbaî de benimser. Sadece şahidin kim olduğu noktasında şiayla ihtilaf halindedir.[9]

Bu şahidliğin ahirette gerçekleşeceğini savunan ve ümmet-i vasattan kasdın Ümmet-i Muhammed'in geneli olduğunu söyleyen müfessirlerden bazıları şunlardır. Şenkıtî,[10] Ebu Hayyan el-Endülüsî[11] İbn Kesir[12]Kurtubî[13] Maverdî[14] Semanî[15] Cemalüddin el-Kasımî[16] Zamahşerî[17], İbnü'l-Cevzî.[18]Tabi bunlar ümmetin benliğini tezkiye ettiğini ve Allah Resulü tarafından temizlendiklerini de eklerler. Zira şahidlik için adalet gerekiyor. Böylece de Allah Resulünün fonksiyonuyla ümmet şahidlik makamına yücelmiş oluyor.  

Genel olarak müfessirlerin çoğunluğu bu görüşü savunmaktadır.

 

Bazı mülahazalar

Müfessirler genellikle ayetin tefsirinde vasat sözcüğünün sözlük anlamına vurgu yaparlar. Vasat iki şeyin ortasında bulunma anlamına gelir. Buradan hareketle yola çıkıp ayetin tefsirini yapan bir çok müfessir vardır. Örneğin Muhammed Abduh da el-Menar tefsirinde bu sözcükten yola çıkar. Ona göre İslam öncesi dünya üzerindeki insanlar iki kısma ayrılmaktaydılar. Bir kısmı aşırı maddeci diğer bir kısmı ise ruhbaniyetin tesiri altındaydılar. İşte ümmet-i vasat demek dengede olmak ne o tarafa ne de bu tarafa kaymak anlamına gelmektedir.[19]

Ancak görüntü itibariyle mantıklı bir açıklamaymış gibi dursa da bu tefsirin bazı zaafları vardır. Bu yorum ümmet-i vasatın olayın künhüne vakıf oluşuna ilişkin bir açıklamaya cevap vermemektedir. Halbuki ortada bir kıble değişimi olayı söz konusudur ve bu değişime itiraz edenler vardır. Bu değişime itiraz edenler için Allah bu grubu başvuru mercii kılmıştır. İtiraz edenlere gidin bunlara sorun, cevabını alacaksınız demektedir. Ancak bu yorum bu soruya cevap bulamamaktadır. Ümmet-i vasatın tarafların tavırlarını müşahede edişi içermemektedir. Bir diğer kusur ise amaçlanan Hz. Resulullah (s.a.a.)'ın risaleti ve hükümlerin doğruluğu ve haklılığı iken bu yoruma göre Resulullah (s.a.a.) ve ilahî ahkam ümmete bağlanmış ve ümmete göre şekillenmiş olur. Resulullah (s.a.a.) etken durumdan edilgen duruma getirilmiştir. 

Yukarıda özelde günümüzde genelde ise Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra şahidlerin olup olmadığı sorusunu sormuştuk. Zümer Suresinin 69. Ayetine değinirken peygamberler dışında şahidlerin olabileceğine işaret etmiştik. Ama Bakara Suresinin bu ayeti Kur'an-ı Kerim'deki en açık ayettir. Yani Resulullah (s.a.a.) dışında başka şahidler de vardır. Ayette geçen ümmet-i vasattan kasdın Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ümmeti olduğuna ilişkin Ehl-i Sünnet müfessirlerinin görüşünü kısaca vermiş ve adres göstermiştik. Bu görüşe göre Allah Resulü (s.a.a.) ümmetine, ümmet de diğer insanlara şahidlik yapacaktır. Vasatın iki tarafını Hz. Resulullah (s.a.a.) ve diğer insanlar olarak belirliyorlar.

Ancak Ehl-i Beyt İmamları ve müfessirlerinin kabulü bu yönde değildir.

İmam Sadık'tan rivayet edildiğine göre O şöyle buyurmuştur: İmam Sadık (a.s): ‘ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun.' ifadesi ile ilgili olarak, "Eğer yüce Allah'ın bu ayeti kerimede İslâm kıblesine yönelen tüm ehl-i tevhidi kastettiği zannına kapılırsan, dünya hayatında bir ölçek hurma hakkında bile şahitliği geçersiz olan birinin yüce Allah'ın kıyamet günü şahitliğine baş vuracağı ve tüm geçmiş ümmetlerin hazır bulunduğu bir sırada yaptığı şahitliği kabul edeceği iftirasını atmış olursun. Kesinlikle hayır! Allah böylelerini kastetmiyor. Onun kastettiği Hz. İbrahim'in duasına mazhar olan, kendileri için "siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" denilen kimselerdir. Onlar 'vasat' ümmet, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet niteliğine yakışan kimselerdir.[20]

İmam Sadık (as) "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet (ümmet-i vasat) kıldık" Ayeti hakkında sorulan soruya şu cevabı vermiştir: Ümmet-i vasat biziz. Bizler Allah'ın insanlara karşı şahidleri ve yeryüzündeki kanıtlarıyız.[21]

İmam Sadık (as) "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet (ümmet-i vasat) kıldık" buyruğu hakkında şöyle buyurdular: Bizler insanların nezdinde bulunan helal ve haramlar ve zayi ettikleri şeyler hususunda şahidleriz.[22]

Bu rivayetler ayetlerden kasdın ümmetin bütün muvahhidleri değil bir grubu olduğunu ortaya koymaktadır. Peki bu özel tabaka kimlerdir?

Rivayetler ışığında ayete yaklaşacak olursak Kitab-ı Kerim'le çatışıyor ve Kitab-ı Kerim'e bakmak lazım türünden itirazlar gelebilir. Biz bu rivayetleri Ehl-i Beyt İmamlarının ayette geçen şahid olacak ümmetten kasdın ümmetin geneli olmadığını ortaya koymak için sunduk. Akıl ve mantık da böyle olmasını gerektirmektedir. Şöyle ki dünyevî mahkemelerde de şahidlik yapacak zatın taşıması gereken asgarî düzeyde bazı özelliklere sahip olması gerektiğine göre kıyamet gününde şahidlik yapacak zevat öncelikli olarak bazı şartları taşımalıdırlar. İster modern hukukta olsun ister Şerî hukukta olsun şahidlerin bazı şartları taşıması gerekir ki verilecek karar sağlıklı olabilsin. Şeri hukukta şahidin taşıması gereken şartları kısaca şöyle özetleyebiliriz: ergenlik, akıl, iman, adalet vb.[23] Hele meselenin görmeye veya işitmeye dayalı bir olay olması halinde görmeyen veya duymayan kimsenin şahidliğinin caiz olmayacağı da kesin hususlardandır.[24] Kıyamet günü şahidlik yapmak isteyen bir insanın bu hususlarda yetkin ve donanımlı olması gerekmektedir. Husulî ilmin yanılgıya neden olabildiği göz önüne alınacak olursa şahsın bilgi kanallarının daha net ve daha kesin olması, yanılgıya mahal vermemesi gerekmektedir. İnançların, niyetlerin, değerlendirmelerin dahi mizandan geçeceği bir ortamda şahidlik yapabilmek her kişinin değil er kişinin işidir. Hele insanın ebedî mutluluğunu veya bedbahtlığını gerektirecek bir mahkemede Rabb Teala'nın seçeceği şahidlerin sıradan birey olduğunu nasıl düşünebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi şahidlerin şehadetlerinden sonra suçluların mazeret ortaya koyamamaları ve itiraz edememeleri şahidlerin şahidliklerini eksiksiz ve kusursuz yerine getirdiklerinin kanıtıdır.

Şehadetin ilimden farklı olduğu bilindiğine göre, yapılan amellerin şahidin huzurunda yapılması veya bir diğer ifadeyle şahidin bu ameli görmesi gerekmektedir. Bakara Suresi ümmetin bir bölümünün Kıyamet gününde şahidlik yapacağını ve bu şahidliğin bütün insanları kuşatacağını belirtmektedir. Ümmetin bu bireyleri her kimse kendi çağındaki bütün insanların amellerini hem görmekte hem de onların doğruluk/yanlışlık açısından özelliklerini bilmektedirler. Bu bireylerin kendisi de Hz. Resulullah (s.a.a.) tarafından şehadet altındadırlar.

Olayın bir diğer boyutu da Kıyamet gününde bütün amellerin karşılığının verilmesidir. Esasında insanın gerçekleştirdiği ameller oldukça girifttir. Düşününüz ortada kılınan bir namaz var. Bu namaz riyaen de kılınmış olabilir, ihlaslı bir şekilde de kılınmış olabilir. Şahidlikte bulunan bu amelin sadece kılınmasına değil nasıl kılındığına da şahidlikte bulunuyor ve bu şahidliği Rab Teala tarafından kabul görüyor ve insan da itiraz edemiyor.   

Kıyamet gününde cennet ve cehennem gibi insanın ebedî mutluluğunu veya bedbahtlığını sağlayacak bir hususta şahidlik yapacak olan bu zevatın şahidlikleri dünya yaşamındaki masumiyetlerinin de göstergesidir. Şöyle ki Allah-u Teala bunların şahidliklerine Kıyamet gününde itiraz etmeyecektir. Bunların Kıyamet günündeki şahidliklerinde yanılgı olduğuna dair Kitab-ı Kerim'de en ufak bir değiniye rastlayamamaktayız.

 

Amellerin görülmesi 

Şahidliğin amellerin görülmesini gerektiğini belirtmiştik. Kitab-ı Kerim amellerin Allah, Resulü ve müminler tarafından görüldüğünü belirtmektedir.

"De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir." (9/et-Tevbe/105)

Amellerin görülmesini Allah-u Teala kendisine, Resulüne ve müminlere nispet etmektedir. Görülecek ameller arasında ayrıma gitmek ayetin zahirine aykırıdır. Ayet görülme eyleminin üç fail tarafından gerçekleştiğini söylemektedir. Üç fail bu eylem noktasında ortaktırlar. Allah-u Teala amelleri görmesinin niteliği;

a- Bütün amelleri görür.

b- Amellerin hakikatini bilir.

c- Yanılgıya düşmez.

Bu üç özellik ayetin zahiri gereği diğer iki gruba da verilmelidir. Daha önceki makalelerde de değindiğimiz gibi bir eylemin Allah-u Teala'ya nispet yönü ile diğerlerine nispet yönü birbirinden farklı olduğundan dolayı aynı eylemin farklı farklı faillere nispeti şirk değildir. Zira Allah-u Teala bir eylemi yerine getirirken bağımsız bir şekilde yerine getirir. Bizler ise bağımsız olarak değil ondan aldığımız güçle yerine getiririz.

Amellerin bütününün Resulullah (s.a.a.) tarafından görülmesini uzak görenler ayet hakkında bir takım tevillere gitmeye çalışmışlardır. İbn Kesir ayette hiçbir emare olmadığı halde bu görme eylemini Kıyamet gününe ve ahiret ortamına yorumlamıştır. Ona göre Kıyamet gününde insanların amelleri ortaya konulacak ve ortaya konulduğu esnada Allah-u Teala resuller ve müminler o amelleri göreceklerdir.[25]

Allame Kurtubî'nin ve Allame Alusî'nin ayete bakışı ayetin zahiriyle uyum göstermekte hatta şianın görüşünü destekleyici niteliktedir. Şöyle ki Allame Kurtubî bir defa hitabın umumî olduğunu söyler. Yani bütün insanlara hitap etmektedir. Ayetin ifade ettiği anlam şudur: Bütününüz amellerinizi işleyiniz. Allah-u Teala işlediğiniz amellerinizi Resulüne ve müminlere muttali kılacaktır.[26]

Cemalüddin el-Kasımî ise bu ayeti el-Bakara Suresindeki ümmet-i vasat ayetiyle birlikte alarak değerlendirir. Şehadetin rüyet/görme olmaksızın gerçekleşeceğinin o da farkındadır. Ancak bu maksadın Kıyamet günündeki rüyet olduğunu söyleyerek ayetin zahirinden uzaklaşır.[27]

Tunus'un kadri yüce müfessiri Tahir İbn Aşur ayeti bağlama göre yorumlayarak muhatabın tövbe etmesi tavsiye edilen müminler olduğunu söyler. Bu tövbe ameliyesinin sonucu olarak ortaya konacak eylemleri Allah-u Teala, Resul (saa) ve müminler görecektir.[28]

 

Ayete bakış

İnsan düşüncelerinin ve içinde bulunduğu çevrenin ürünüdür. İçinde yaşadığı çağın bilimsel gelişmelerinden, düşünce akımlarından ve toplumun yapısından az veya çok etkilenmektedir. Hatta o günün genel geçer yargısı hakim düşüncesi neyse önceliği o konulara vermektedir. Vahyin aydınlığından ve nurundan faydalanabilmek güzel bir çaba ve takdir edilecek bir uğraştır. Yaşamı ihyaya dönüştürme çabasıdır. Yeter ki Kitab-ı Kerim'den yararlanabilmek için önyargılarını ve içinde yaşadığı çevrenin düşünsel yapısını minimize etmeye uğraşsın. Bu çerçevede ayete tekrar bir bakalım. Ayetin dilsel yapısından çıkanları alt alta koyalım ve ayeti anlamaya çalışalım.

a- Ayeti siyak-sibak bağlamı içinde ele aldığımızda muhatabın müminler olduğu ilk akla gelen olasılıktır. Çünkü önceki ayetler sadaka ve zekat vermeyi konu edinmekte, müminleri bu ibadeti yerine getirmeye teşvik etmektedir. Tövbe ameliyesine davet etmektedir. Bunlar akla ayetin muhatabının müminler olduğunu getirmektedir.

Ancak biraz daha geniş perspektiften bakıldığı zaman akla münafıkları da kapsadığı uzak bir olasılık görülmemelidir. Zira surenin atmosferi, yani genel siyak sadece müminlere özgü kılmayı uzak kılıyor. Sure genel yapısı itibariyle daha çok münafıkları konu edinmektedir. Surenin azımsanmayacak bir yekunu ise kafir ve müşrikleri konu edinmektedir. Dolayısıyla muhatabın kim olduğu noktasında ayetin içinde bulunduğu bağlam, surenin atmosferinin gölgesinin altında kalmaktadır. İkinci olarak Allame Tabatabaî'nin de belirttiği gibi ayeti oluşturan sözcükler de mutlaktır. Münafığıyla ve müminiyle bütün herkesi kapsamaktadır.[29]

Beri taraftan muhataba verilen mesaj bellidir: Tövbe etseniz de etmeseniz de verilmek her ne işlerseniz işleyiniz, Allah-u Teala görecektir. ‘Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir.' Ayet bu sözcükler yerine sadece ‘Allah-u Teala görecektir' olsaydı aklımıza ilk gelen şu olurdu: Ayetin muhatabı bütün insanlardır.

b- "ve seyerallahu amelekum ve resulühü" ifadesi surede biri bu ayette diğeri de 94. Ayette olmak üzere surede iki yerde geçmektedir. Önceki ayetin konusu münafıkların mazeret dilemeleri. Bu iki ayeti birlikte değerlendirdiğimiz zaman ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: Münafığın önemi amelinin görünen yüzünden daha çok arka planından daha doğrusu taşıdığı niyetten kaynaklanıyor. Dolayısıyla münafık mümin gibi değildir. Allah-u Teala münafıkların amelinin gerçek boyutunu bildiğine dikkat çekiyor ki dikkat-i calip olan nokta da burasıdır. Allah-u Teala'nın bu bilgisinde yanılma söz konusu değildir. Bu bilgiye Allah'ın Resulü de ortak ediliyor. Allah'ın Resulünün (s.a.a.) bu bilgiyi nasıl elde ettiği ayrıca ele alınması ve incelenmesi gereken bir konu. Sizler öyle bir konumdasınız ki münafıkların işlediği amellerin arka planını, gerçek mahiyetini ve değerini biliyor ve görüyorsunuz. Buradan rahatlıkla bir başka bilgi kanalının olduğu anlaşılıyor. Tevbe Suresinin bu ayetinde ise bir üçüncü grup bu bilgiye ortak kılınıyor; 'Müminler'. Bu bilginin yanılmazlığı noktasında Allah-u Teala, Resul ve müminler ortaktırlar.

c- ‘yakında Allah'a döndürüleceksiniz' ifadesi bu görme eyleminin dünyada gerçekleştiğine delildir.

d- ‘O da yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.' Bu ifadeler de ayetin muhataplarına yani ‘işleyiniz amellerinizi' dediği kimselere yöneliktir. Yani Allah-u Teala sizlere amellerinizi haber verecektir. Ayet, muhatap ettiği kimseleri hitap siğasıyla ifade ederken, Resul ve müminleri muhatap siğasıyla (siz) değil de gaip siğasıyla (onlar) onlara hitap ediyor. Dolayısıyla ortaya iki farklı grup çıkıyor. Amelleri işleyip de amelleri belirtilen grup tarafından görülen sizler ve bu amelleri gören Allah Resulü ve müminler.   

e- Sizler yani insanlar amellerinizin gerçek mahiyetlerini ve değerlerini ancak Allah-u Teala haber verdiğinde öğrenebilirsiniz. Bu haber verme olayı ise kıyamet gününde gerçekleşecektir. Ancak kıyamet gününden önce Allah, Resulü ve el-Müminlere amellerinin gerçek mahiyetini gösterecek ve onlar da insanların amellerinin farkında olacaklardır.

f- Bu ayet Cemalüddin el-Kasımî'nin de yerinde tespitiyle el-Bakara Suresinin 143. Ayetiyle birlikte ele alınmalıdır. Yani ümmet-i vasat ile ayette geçen el-müminun (müminler) aynı kimselerdir. Siz ümmet-i Muhammed öyle bireyleri içinizde taşımaktasınız ki insanların ister kalbi olsun ister organlarıyla olsun gerçekleştirdikleri amelleri gören bireylere sahipsiniz. Bunlar sadece amelleri görme özelliğine sahip değildirler. Amellerin hakikatlerini ve doğruluklarını da bilirler ve Kıyamet gününde bu noktada şahidlikte bulunacaklardır. Kıyamet gününde şahidin taşıması gereken bütün özelliklere sahiptirler. Yani Kıyamet gününün diğer şahidleri gibi masumdurlar.

g- Bakara Suresinin 143. Ayeti ümmetin bütün insanların şahidi olacağından bahs ediyor. Eğer burada geçen ümmet-i vasattan kasdı bütün ümmet olarak yorumlayacaksak şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: Şimdi dahi günümüzde öyle yerleşim yerleri ve bu yerlerde öyle insanlar vardır ki orada hiçbir müslüman yoktur. Ya da kişinin yalnız tek başına gerçekleştirdiği ve kimsenin göremediği amelleri vardır. Ümmet maddi gözlerle göremediği bu eylemlere nasıl tanıklıkta bulunacaktır. Dolayısıyla maddeci bir bakışının ötesinde başka bilgi kanalları olmalıdır. İsterseniz buna vahy deyin isterseniz ariflerin ve hekimlerin terminolojisinde geçen huzurî bilgi deyin, sonuçta başka bir bilgi kanalı vardır. Siz bilgiyi sadece maddeye indirgeyecek olsanız ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Allah-u Teala ümmet-i vasatın şahidliğinden bahs ediyor. Bunlar maddi gözün göremediği bir şeyin şahidliğini nasıl yapacaklardır.

Sonuç olarak; bu ayetler amellerimizin künhünün şu an birileri tarafından görüldüğüne ve kıyamet gününde bunların şahidlikte bulunacaklarına, ümmet-i vasat olduklarına ve bu şahidliklerinin Allah-u Teala tarafından itiraz görmediğine bir diğer ifadeyle masumiyetlerine delildir. Resulullah (s.a.a.) sonrası masumiyetin varlığının bir diğer göstergesidir şehadet olgusu.

Selam ve dua ile   

 


[1] Muhammed Hüseyin Tabatabaî, er-Resailü't-Tevhidîyye, s.259, Qum-1986

[2] Muhammed Emin Şenkıtî (1393), Advaü'l-Beyan fi İzahi'l-Kur'ani bi'l-Kur'an, c.7, s.67, Darü Alemi'l-Fevaid, Cidde

[3] Muhammed Hüseyin Tabatabaî, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c.12, s.322, Müessesetü'l-Alemî, Beyrut, 1411

[4] er-Resailü't-Tevhidîyye, s.260

[5] Muhammed Cevad Muğniyye, Tefsirü'l-Mübîn, s.357, Beyrut-1403

[6] Abdulllah Cevad Amulî, el-Mead ve'l-Kıyamet fi'l-Kur'an, s.308, 1414-Beyrut

[7] Fahrüddin İbn Allame ed-Diyaüddin Ömer, Mefatihü'l-Ğayb, c. 4, s. 66, Beyrut, 1401, Darü'l-Fikr.

[8] Age, c.20, s.101

[9] Eminü'l-İslam Ebu Alî el-Fazl İbnü'l-Hasan et-Tabersî, Mecmeü'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, c.6, s.145, Beyrut, 1427

[10] Advaü'l-Beyan c.1, s.105,

[11] Ebu Hayyan, Esirüddin Muhammed İbn Yusuf İbn Ali İbn Yusuf İbn Hayyan, Tefsirü'l-Bahri'l-Muhit c.1, s.603, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabiy, Beyrut. Yazar ayette geçen şahidlerin de Muhammed ümmeti olduğunu söyler.

[12] Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, s.217. Yazar şahidlik yapacak olanların Ümmet-i Muhammed olduğunu gösteren hadisleri nakl ederek görüşünü yansıtır.

[13] El-Cami li Ahkami'l-Kur'an, c.2, s.435. Şahidlik yapacak olanlar Ümmet-i Muhammeddir ve peygamberlere şahidlik yapacaklardır.

[14] Ebü'l-Hasan Ali İbn Muhammed İbn Habib el-Maverdî (h.450), En-Nüket ve'l-Uyun, C.1, s.199, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye. Şahidler Hz. Resulullah'ın ümmeti.

[15] Ebü'l-Muzaffer es-Semanî (h.489), Tefsirü's-Semanî, c.1, s.149, Riyad-1418, 1. baskı

[16] Muhammed Cemalüddin el-Kasımî, Mehasinü't-Tevil, s.282-5, 1957, Takdim , tashih ve tahriç Muhammed Fuad Abdülbakî

[17] Ebü'l-Kasım Carullah Mahmmud İbn Ömer ez-Zamahşerî el-Harezmî (h.538), el-Keşşaf An Hakaiki't-Tenzil, s.101,  Beyrut-1430

[18] Ebü'l-Ferec Cemalüddin İbn Abdirrahman İbn Ali İbn Muhammed el-Cevzî el-Kureşî (h.597), Zadü'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, s.92, Beyrut-1423

[19] Seyyid Muhammed Rıza, Tefsirü'l-Menar, c.2, s.4, 1366. 2. basım

[20] Ayyaşî, Ebu'n-Nasr Muhammed İbn Mesud İbn Ayyaş, Tefsirü'l-Ayyaşî, c.1, s.82, Müessesetü'l-Alemî, Beyrut-1411

[21] Seyyid Haşim Bahranî, el-Burhan fi Tefsiri'l-Kur'an, C.1, s.344, Beyrut-1427; Saffar, Muhammed İbnü'l-Hasan İbnü'l-Ferruh (h.290), Basairü'd-Derecat, s.83, hadis no:11, Tahran-1404

[22] el-Burhan fi Tefsiri'l-Kur'an, C.1, s.345; Basairü'd-Derecat, s.102, hadis no:1

[23] Ayetullahi'l-Uzma Seyyid Ebü'l-Kasım el-Huî, Minhacü's-Salihin, c.3, s.459, 1433-Qum

[24] Age, c.3, s.461

[25] Ebu'l-Fida İsmail İbn Ömer İbn el-Kesir el-Kureşîed-Dımaşkî, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, s. 906, Beyrut, 1420, Dar-ü İbn Hazm.

[26] El-Cami, c.10, s.368; Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusi (h.1270), Ruhu'l Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim ve's-Sebi'l-Azim, c.11, s.16, Beyrut, İhyai't-Türasi'l-Arabiy,

[27] Mehasinü't-Tevil, s.3258

[28] Muhammed et-Tahir İbn Aşur, Et-Tahrir ve't-Tenvir, c.11, s.25, 1984, Tunus, Mektebetü't-Tunusiyye

[29] El-Mizan,, c.9, s.392

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar