76613-5.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  Filistin davasının “içeriksizleştirilerek devşirilmesi” planlanıyor

Filistin davasının “içeriksizleştirilerek devşirilmesi” planlanıyor

"Dünya hegemon güçleri oyununu, “içeriksizleştirerek” kendileriyle uzlaşan güçler üzerinden daha zor, daha çetin direniş noktalarını “içeriksizleştirme” üzerine kurup sonuca ulaşma gayretinde. Bu durum yeni felaketleri haber veriyor, hatta belki de Filistin meselesinden daha vahim felaketleri…"

26 Nisan 2016 Salı

İNTİZAR - Özelde ABD genelde Batı hegemonyasının uzun zamandır Batılıların tabiriyle “Ortadoğu”da, Direniş Cephesi'nin tabiriyle “Batı Asya'da uygulamakta olduğu “yok edemiyorsan, muhtevasını, kimliğini değiştir” veya “ yok edemiyorsan muhtevasını boşalt, kimliksizleştir” diye tanımlanabilecek bir strateji uyguluyor. Bu stratejiyidevşirme” veya “mankurtlaştırma” yöntemi diye isimlendirmek de mümkün.

Bu stratejinin temelini “karşılaşılan direniş ile eğer direk mücadelede başarılı olamıyorsan, direnişin kaynağını veya kimliğini deforme et, birlikte çalışmaya zorla ve enerjisini kendi çıkarların doğrultusunda kanalize et” şeklinde ifade edilebilecek bir yaklaşım oluşturuyor.

 

Batı ve Siyonist İsrail karşıtlığından, aynı güçlerle stratejik işbirilği yapma noktasına evrilen "İslami muhalefet" 

Söz konusu bu yaklaşım ile aslında ülkemiz yıllardır tanışık. Türkiye'deki “İslami Muhalefet” ile ilgili olarak evvelen; ‘kimliğinin en temel unsurunu “Batı karşıtı” bir duruş teşkil eder' diye bir tanımlamayı rahatlıkla yapmak mümkün iken, yaklaşık 14 yılı bulan Ak Parti iktidarları ile birlikte bu temel ilkenin yıprandığını, bırakın Batı karşıtlığını artık bölgenin dizaynında Batı ile birlikte hareket edildiği, hatta Batının bölgedeki en karakteristik unsuru olan Siyonist İsrail ile stratejik iş birliği imkânlarının temini yoluna gidildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yukarıda tanımlanmaya çalışılan, “devşirme” veya “makurtlaştırma” stratejisinin sahadaki yansımasıdır. Aslında yaşanan sadece Türkiye'deki “İslami Muhalefet”in devşirilmesi/mankurtlaştırılması değil. Bununla birlikte İslam coğrafyasındaki tüm İslami Muhalefet, Batının (özelde ABD'nin) amaçları doğrultusunda Türkiye'deki Ak Parti projesi ile aynı akıbete uğratıldı. Artık eğer varlığından söz edilebilirse “İslami Muhalefet” tamamıyla Batının çıkarları doğrultusunda işbirliği yapar noktaya getirildi. Hedefte var olan ise; “Direniş Ekseni” diye çekirdeğini “devrimci İslam” düşüncesinin teşkil ettiği, bu düşüncenin somut sonucu olan İran İslam Cumhuriyeti'nin varlığının aradan çıkarılması…

 

Filistin davasının yalın gerçekliği: "Siyonist İsrail gasıptır, gasp ettiği Filistin topraklarıdır, gasıp kovulmalı, hakkı gasp edilene hakkı verilmelidir"

Devrimci İslam düşüncesinin somut neticesi olan İran İslam Cumhuriyeti'nin en temel politikalarından birisinin de Filistin Davası olduğu, bu dava temelinde Siyonist İsrail'in bölgeden sökülüp atılması ile sonuçlanacak bir direniş örgütlenmesi olduğu bilinen gerçektir. Bu siyaset gayet anlaşılabilir bir gerçekliğe dayanmaktadır; ‘Siyonist İsrail gasıptır, gasp ettiği Filistin topraklarıdır, o halde gasıp kovulmalı ve hakkı gasp edilene hakkı teslim edilmelidir.' Esasen Filistin Davası bu kadar yalın bir gerçekliğe dayanmaktadır. Böylesi bir davaya da bütün insanlık tarafından iltifat edilmesi beklenen bir neticedir. Doğrusu bu insanın tabiatının da gereğidir. Bu basit gerçekliğe rağmen yıllar yılı Batıdaki siyaset yapıcıları gasıp Siyonist İsrail'i sorgusuz, sualsiz desteklemiş, bu zulme sahip çıkmıştır.

 

Filistin Davası "Devrimci İslami Duruş"un en önemli itici gücüdür

Zulmün olduğu yerde bir direnişin de vücut bulması gayet beklenen bir sonuçtur. Bu tabii sonuç vuku bulmuş ve Filistin Direnişi dünya tarihinin tanık olduğu en bilinen direniş olarak varlığını ortaya koymuştur. Filistin Direnişi sadece kendisi var olmamış, varlığı ile bölgede “devrimci İslami duruşun” da en önemli itici gücü olmuştur. Bölgedeki bütün İslami hareketlerin kimliklerini inşa ederken Filistin davasını merkeze koymaları, bununla birlikte gasıp Siyonist İsrail'i yok etme amacına dönük ve Siyonist İsrail'in gaspına sahip çıkan, Batıya karşıtlığı temel karakter özelliği olarak belirlemeleri gayet alışılagelen bir yaklaşım idi. Bu denklem bölgedeki İslami unsurları takip eden veya içinde bulunan herkes için gayet iyi bilinen ve hatta varlığı hakkında asla şüpheye kapılmayacağı bir denklemdi. Yani; “Filistin davasına sahip çık, gasıp Siyonist İsrail'i yok et, Siyonist İsrail'in gaspına sahip çıkan Batıya karşı ol”. İşin doğrusu bu denklem bölgedeki Müslüman halkların gönlünde olanı da ifade etmekteydi. Buna karşın İslam ülkelerindeki zamanın iktidarları ise görünürde bu denkleme uygun davranır, ama gizlide gasıp Siyonist İsrail ile ilişkiler kurar, bunu da Batı ile kurulacak ilişkilerde bir güvence unsuru olarak kullanırlardı. Bu denkleme denk düşmeyen ülke olarak ülkemiz için belki Ak Parti iktidarlarından önceki Türkiye yönetimlerinin İsrail ile ilişkileri açıktan yürütmeleri söz konusu idi. Ama o zaman bile bölgedeki İslami hassasiyetleri dikkate alarak bir takım dış politika uygulamalarında ileri gitmemek, hatta bazı meseleleri gizliden halletme yoluna gitmek esastı. Kaldı ki Türkiye'deki halkın Filistin Davası'na dost oluşunu, gasıp Siyonist İsrail'e düşmanlığını ifade etmeye bile gerek yok.

 

Türkiye ve Suudi Arabitan'ın yeni stratejisi: Filistin Davasını ve İsrail'in bölgeden sökülüp atılmasını merkezine almış "İslam İnkılabı"na karşı İsrail ile stratejik işbirliği

Fakat artık olay bu kadar net değil. Artık İslam ülkelerinin şu anki mevcut iktidarları özellikle Suudi Arabistan ve İslami siyaset kökenli Ak Parti iktidarlarının şekillendirdiği günümüz Türkiye'si, gasıp Siyonist İsrail ile ilişki kurma, bu ilişkiyi stratejik bir ortaklık boyutuna taşıma, düşman olarak da; Filistin Davasını ve gasıp Siyonist İsrail'in bölgeden sökülüp atılması amacını merkezine almış İslam İnkılabının somut neticesi olan İran İslam Cumhuriyeti'ni almak noktasında siyaset yapmaya yönelebiliyorlar. Hatta o kadar ki bunu gizlemeden, resmi ağızlardan halklara da deklere edebiliyorlar. Bölgede bu kadar ağır bir siyasi organizasyon karşısında hiç itiraz sesi yükselmiyor. İtiraz sesinin yükselmemesi bir kenara, yukarıda bahsi geçen ve geçmişte Filistin Davasına bağlı ve İsrail'i yok etmeye odaklı İslami camiaların bu politikaları izah yoluna sapmaları, böylece gasıp Siyonist İsrail ile stratejik ortaklığı sahiplenmeleri gibi bir tablo söz konusudur.

 

Bölgenin genetiğine aykırı siyaset uygulamalarına niçin itiraz sesi yükselmiyor?

Peki, nasıl oldu da bu noktaya gelinebildi? Zira bu tablo özelde Amerika'nın, genelde Batının ve Batı hegemonyasının bölgedeki üssü olan gasıp Siyonist İsrail'in stratejik amaçlarına hizmet eden, zararı ise bölgedeki ülkelere, bu ülkelerin halklarına, en çok da Filistin davasına olan bir durumu içeriyor. Böylesi bir durumda tepki oluşması, itiraz seslerinin yükselmesi, gerekirdi. Mesela evvelki dönemde bu tip durumlarda İstanbul'da Cuma namazı çıkışlarında eylemler gerçekleşir, dini hassasiyeti olan çevreler itirazlarını bu yolla ortaya koyarlardı. Ama şimdi yükselen hiçbir –küçük gruplar hariç- itiraz yok.

Batı (ABD) tarafından özelde Türkiye için, genelde bir örneklik olarak İslam coğrafyası için planlanan Ak Parti projesi ile istenilen sonuca ulaşılmış gözüküyor. Zira bu proje çerçevesinde Batı ile çatışan değil uzlaşan, Batıya hayır diyen değil, evet diyen bir “İslamcı” yapı amaçlanmıştı. Görünen o ki hem Türkiye'de ve hem de İslam coğrafyasında itiraz eden İslami muhalefetin içeriği, muhtevası değiştirilip, içi boşaltılmış, içeriksizleştirilip itirazcı, hayır diyen karakteri yok edilmiştir. Zira gasıp Siyonist İsrail ile stratejik ilişki kurmayı planlamak kadar ağır bir eylemin karşısında bile hem Türkiye'de ve hem de Direniş Cephesinin haricindeki İslam coğrafyasında en ufak ses çıkmıyor.

Aslında bu durumu; Batının “Arap Baharı”,  Direniş Cephesinin ise “İslami Uyanış” olarak tanımladığı Arap sokağındaki ayaklanmalar başladığında zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a sorulan “Arap sokağı ayaklandı, ama Türkiye sakin. Bizi diğerlerinden ayıran ne?” şeklindeki soruya; Erdoğan'ın: “Son 10 senede aşırılıklar törpülendi. Bir anlamda paratoner gibi olduk, gaz aldık.” şeklinde verdiği cevap gayet iyi ifade ediyor. Türkiye için verilen cevap Direniş Cephesi'nin dışındaki İslam coğrafyası için de artık anlamlı. Anlaşılan o ki, Türkiye ile beraber geri kalan İslam ülkelerinin de “gazı alınmış” gözüküyor. 

 

Suriye meselesinde Esad "içeriksizleştirme"ye direndiği için olay bir vekalet savaşına evrildi 

Genelde Batının, özelde Amerika'nın Ak Parti projesi ile birlikte aslına İslam coğrafyasında bir “içeriksizleştirme” operasyonu gerçekleştirdiğinin en önemli ayırt edici göstergelerinden birisi de Suriye meselesi oldu. Ak Parti iktidarlarını aslında Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında somutlaştırmak mümkün. Erdoğan hep belirleyici, yön verici esas unsur oldu. Erdoğan, Suriye meselesi bu günkü duruma sürüklenmeden önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile iyi ilişkilere sahip, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerde hiç olmadığı kadar iyi bir seviyedeyken de aslında bir tek şeyi hedefliyordu; Suriye'yi Direniş Cephesinden koparmak. Bunun en bariz şekilde ortaya koyan ise; Suriye ile İsrail arasında Türkiye'nin arabuluculuk rolünün muhtevasıydı. Bu muhtevayı “İsrail-Suriye barışı veya en azından Amerika-Suriye yakınlaşması, bölgede yeni açılımları beraberinde getirecektir. Bu yakınlaşma Amerikan yönetiminin umduğu gibi İran-Suriye ortaklığını bitirmese de zayıflatacaktır; zira bu yakınlaşmayla birlikte bölgede paradigma kaymaları ortaya çıkaracaktır.”  şeklinde özetlemek mümkün. Suriye ile İsrail arasında Türkiye'nin arabuluculuk rolü amaçlanan sonuca ulaşamayınca, diplomasi ile elde edilemeyen Suriye'nin “içeriksizleştirilmesi” operasyonu, Suriye'nin istikrarsızlaştırılması ve en nihayetinde silah yoluyla, savaş yoluyla sonuçlandırılmaya çalışıldı.

Peki, bütün bölgede bu "içeriksizleştirme" operasyonları gerçekleştirilirken Filistin meselesinde de bu yaklaşım sergileniyor mu? Genel anlamda Batının, özelde Amerika'nın, "içeriksizleştirme" politikalarının Filistin meselesinde de devrede bulunduğu, ama Gazze özelinde yeni bir takım gelişmelerin meydana geldiğine dair bir takım işaretlerin ortada olduğunu söylemek mümkün.

 

Türkiye'nin Filistin'de gerçekleştirdiği projeler ve yardım faaliyetleri "içeriksizleştirme" operasyonunun unsurları

Türkiye'nin genelde Filistin'de özelde Gazze'de birçok proje yürütmesi, sağladığı önemli insani yardım faaliyetlerinin arkasında “örtülü siyesi hedefler” olduğu yönünde değerlendirmeler var.  Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında somutlaşan Ak Parti iktidarının bu konudaki dış politikasını; son dönemlerde iyice öne çıkan ‘İsrail ile ilişkilerin eski haline getirilmesi' gayretlerinin son aşamaya geldiğine dair haberleri birlikte değerlendirdiğimizde bu konu ile ilgili olarak sadece Türkiye'nin değil Türkiye ile birlikte gasıp Siyonist İsrail'in de örtülü hedeflerinin olduğunu söylemek gayet mümkün. Zira Siyonist rejimin özellikle Gazze'nin etrafını çevirip, adeta 360 kilometre karelik bir hapishane haline getirmişken, neredeyse Gazze'de yaşayan insanların nefes alıp vermesini bile kontrol etme gayretindeyken, Türkiye üzerinden bu insani yardımların yapılmasına izin vermesi, Türkiye'nin, aradaki ilişkiler en alt seviyede olmasına rağmen bölgede at koşturmasına müsaade etmesi en azından göz yumması gerçekten dikkat çekicidir. Siyonist rejim acaba neyin karşılığında bütün bu olanların gerçekleşmesine bir karşı duruş sergilememektedir? Hatta Türkiye'nin bütün bu operasyonlarına yeşil ışık yakmaktadır. O kadar ki Türkiye'nin dış politikasında sorun yaşadığı, dolayısı ile bölgesel rekabet içinde olduğu bir diğer ülke olan Mısır, Türkiye'nin bu hareketliliğinden rahatsızlığını ileterek, İsrail ile ilişkilerde bu posizyona talip olma noktasında rekabet ortaya koyabilmektedir. Yani bir zamanlar düşman olan, hatta kendisi ile savaşılan gasıp Siyonist İsrail ile stratejik ilişki kurma noktasında birbiriyle rekabet içerisinde olan bu ülkelerin gerçekten hedefi Filistin'in özgürleştirilip, gasıp Siyonist İsrail'in gasp ettiği topraklardan sökülüp atılması olduğu söylenebilir mi? Peki gasıp Siyonist İsrail'in böylesi amacı olduğunu düşündüğü Türkiye gibi, Mısır gibi ülkelerin faaliyetlerinden rahatsız olmaması düşünülebilir mi? Rahatsız olmuyorsa o zaman neyin karşılığında bu tip faaliyetlere karşı duruş ortaya koymamaktadır?

 

Gasıp Siyonist İsrail'i rahatsız etmeyen her operasyon Filistin davasının "içeriksizleştirilmesi" demektir

Filistin meselesinde gasıp Siyonist İsrail'i rahatsız etmeyen, hatta onun onayı ile ortaya konan her operasyon; bölgedeki direnişin motoru olan Filistin Meselesinin içinin boşaltılmasını, içeriksizleştirilmesini, kimliksizleştirilmesini hedefleyen bir operasyondur. Daha önceki örnekler bunu ortaya koymaktadır. Böylece iki şey amaçlanmaktadır. Hem Filistin Meselesi içeriksizleştirilip, yoğunluğu kaybettirilerek, zaman içerisinde eriyip yok olmasının önü açılacak, hem de Direniş Cephesinin en önemli itici gücü olan bir meselede "devrimci çözüm" devre dışı bırakılıp, Batı ile, Amerika ile işbirliği içerisindeki bölgesel güçler eliyle inisiyatif ele geçirilmiş olacak. Bu oldukça vahim bir noktadır, zira Filistin meselesinin varlığı aynı zamanda gasıp Siyonist İsrail'in bölgeden sökülüp atılması gerektiği yaklaşımının da hayat bulmasını kendi içerisinde taşımaktadır. Filistin meselesinin gasıp Siyonist İsrail'in Filistin Direnişi tarafından tanınması (FKÖ'nün yaptığı gibi) ile içeriksizleştirilmesi, aynı zamanda gasıp Siyonist İsrail'in bölgeden sökülüp atılmasının önündeki en büyük engel olacak ve hatta Siyonist rejimin bölgeye demir kazıklarla çakılmasına sebebiyet verecektir.

Dünya hegemon güçleri oyununu, “içeriksizleştirerek” kendileriyle uzlaşan bölgesel güçler eliyle daha zor, daha çetin direniş noktalarını “içeriksizleştirme” üzerine kurup sonuca ulaşma gayretinde. Bu durum yeni felaketleri haber veriyor, hatta belki de Filistin meselesinden daha vahim felaketleri…   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar